16 Ocak 2011

RF10

Havanın uygun olacağı belli olunca arkadaşlarla Rumeli Feneri’ne, kısa da olsa bir tur yapalım diye karar verdik ve 9 Ocak Pazar sabahı 8:30’da 4. Levent’te buluşmak üzere sözleştik.

Sabah 7 gibi uyanıp geceden hazır ettiğimiz kışlık giysilerimizi giyip birer de sandviç hazırladıktan sonra Şişli Atatürk Evi’ne 8:10 gibi vardığımızda Hasan, Emre ve Bahan gelmiş bizi bekliyorlardı bile.

Kucaklaşmalar sonrasında gecikmeyelim diye hemen velespitlere atlayıp sabahın serinliğinde Levent’e doğru sürmeye başladık.

Peş peşe giderek önce Mecidiyeköy, Zincirlikuyu ve İş Kuleleri kavşaklarını başarılı bir şekilde geçerek, buluşma noktasına ulaştık.

Fahri, Vedat ve Yasin bisikletleri duvara dayamış sohbetteydiler yanlarına vardığımızda. Birazdan da Hakkı görününce ekibin çoğu toplanmış oldu. Yoldan Cenap da katılacaktı.
Gecikmiştik, o nedenle fazla oyalanmadan yola koyulduk ve Cenap’ı da alarak 10’lu olarak Kilyos ayırımından Bahçeköy’e saptık. Orman kenarından kıvrılan bu yolun günün erken saatlerine rağmen, gene de trafiği vardı.

Kahvaltı için Bahçeköy’de Fahri’nin bildiği bir kahvede verilen molada sandviçler, kurabiyeler ve börekler tüketildi. 45 dakika kadar sonra tekrar pedalları döndürmeye başladık. Şimdiki yolumuz bizi Sarıyer-Kilyos ayırımına kadar taşıdı. Yollar bu bölgede oturanların trafiğiyle az çok doluydu. Ama gruplaşarak bizler, kenardan rahatlıkla kavşağa ulaşıp sağa Sarıyer yönüne ve Koç Üniversitesi önünden Boğaz'a paralel, İstanbul’un en güzel manzaralı yollarının birisinden uçarak Fener'e vardık. Saat daha erkendi, tahminimizden önce gelmiştik. Kahveye yerleşerek kimimiz çayla, kimimiz meyveyle susuzluğunu giderirken, acıkanlarımız da yanında getirdiğiyle veya büfeden temin ettiğiyle yetindi. Çaylar, ıhlamurlar halen 50 kuruştu, ne güzel. Halbuki Bahçeköy’deki 75 yapmıştı bile.

Hava daim bulutluydu. Hatta bir ara bir iki damla da serpiştirdi. Aman ha, bir de yağmur gelmesin. Meteo bundan hiç söz etmemişti ki!

Derken birden ağır abiler gelmeye başladılar. İki üç derken yedi sekiz oluverdiler hemencecik. Bunlar da iki tekerliydiler ama gürültü çıkartıyorlardı harekete geçmek için. Tabii bir de saldıkları kirli gazları vardı.

1,5 saatimiz gırgır ve sohbetle geçti. Gene konu bisiklet ve bisikletti. Herkesin anlatacak bir macerası vardı. Ama artık geçe kalmamak için Fener'den ayrılıp geldiğimiz yoldan dönerek, Sarıyer’e inip Cenap’ın balıklarını da aldıktan sonra Beşiktaş’a doğru yöneldik. Emirgan’da bir çay molası verip ayrılmak üzere.




 



 


Yollar Pazar trafiğinin kalabalığıyla dolmuş taşmıştı. Bizler ise bu durumda en şanslılarıyız, çünkü aralardan sıyrılıp geçebiliyorduk. İşte bu şekilde sürerken Tarabya’daki balık lokantalarının civarında, önümde Hakkı ve onun da önünde Hasan olarak 3’lü vaziyette, yakın takip gidiyorduk. Ne olduysa birden Hakkı sola benim yoluma kayınca, bisikleti durduramayıp arka tekerine çarpmamla uçmam bir oldu. Kendimi asfaltın üzerinde, arabaların arasında buluverdim. Kaza yapmıştım ve yerde yatıyordum. Arkadaşların yardımıyla kenara alınıp bir kontrolden geçirildim. Görünürde fazla bir şey yoktu. Sol dirseğim biraz sızlıyordu. Bir de kalçam. Biraz ovuşturup kendime geldikten sonra, hani neme lazım, hazır yakında hastane var, kontrol ettirelim istedik. Emre de bir kere düşmüş, saatler sonra yaptırdığı kontrolde ciddi durumlar çıkmıştı.

İstinye hastanesi fuldü. Hastalar dışarıya taşıyordu. Baltalimanı’na o zaman diye hep birlikte devam ettik sürmeye. Burada sıra da olmadığından hemen doktor önüne çıkabildik. Giysiler sıyrılınca ilk şoku yaşadık. Dirsekte limon büyüklüğünde bir şişik vardı. Hoppala! Film çekilip de doktorun ışıklı masasına geçtiğimizde ikinci şoku yedik: k ı r ı k . Hem de iki yerden ve de ameliyatlık. Hoppala moppala yetmedi. Şaka yapıyorlar sandık ama gerçeğin ta kendisiydi önümüzde duran.

Eeee ne olacak şimdi? İsterseniz burada ameliyat olmak, yatıp perşembeyi beklemeniz lazım, denildi. Nasıl yani? 4 gün acı içinde bekle! Bir düşünelim – değerlendirelim diyerek ayrıldık hastaneden.

Grup şok olmuştu. Kimse kırık mırık beklemiyordu. Pedalla gelmiştik. Ama acı gerçek karşımızdaydı: a m e l i y a t .

Birazdan Cenap arabasıyla geldi ve bizi (+ bisikletler) eve bıraktı. Yol boyunca doktor, hastane, tanıdık, sigorta gibi arayışlarla.

Neyse uzatmayayım, evden sağı solu arayıp sabaha (pazartesi) oğlum Aydın’ın arkadaşı Umut kanalından Dr. Uğur Bey’den 8:30’a randevu alındı.

Gece zor geçti. Verilen ağrı kesici zayıftı ve değil uyumama, yerimde durmama bile izin vermiyordu. Sabahı zincirle çektim.

Pazartesi erkenden Firuzan ve kardeşim Gülsevil’le Çağlayan’daki bülbül hastanesine (Florence Nightingale) gidip doktorumuza göründük. Durum aynendi, hatta daha da ciddiydi. Hemen yatış yapılıp tetkikler sonrası ertesi gün ameliyat kaçınılmazdı.

Uzun lafın kısası, tüm hazırlıklar yapıldı. Sigortadan onay alındı ve salı günü Dr. Uğur Işıklar ve ekibine teslim oldum. 3 saat süren bir ameliyatla dirseğim tamir edildi, çiviler çakıldı ve cumartesi koluma takılan bir robokolla taburcu edildim. Şimdi başarılı geçen ameliyat sonrası fizik tedavi ve doktorumun talimatlarıyla tekrar bisiklete bineceğim günü XTR ile çekiyorum.





Not: 23 Mayıs 2012 tarihinde yapılan ameliyatla kolumdaki çiviler, plakalar çıkarıldı (21.08.2012).


















İlginizi çekebilir 112