31 Temmuz 2013

Hoş / Nahoş

TDK’nın sözlüğüne baktığımızda Farsça kökenli bu iki sözcük için Beğenilen, duyguları okşayan, zevk veren / Hoş olmayan, hoşa gitmeyen, kötü, çirkin açıklaması yapılmakta. Biz de Çiftalan için yola çıktığımız gezimizde hoş ve nahoş olaylar yaşadık.

Pazar sabahı Karaköy’de Serhan’la buluşmak için Kadıköy iskelesine gitmeliyiz. Biraz geç kaldık, 8.30 gemisini kaçırırsak iyi olmayacak. Kızıltoprak otoparkından hızla hareket ediyoruz. Ben öndeyim, Firu arkada kalıyor. Hava öyle keyifli ki, sabahın serin rüzgarı çok iyi geliyor. Bağdat caddesine döndüm, karşı yönden Serhan’ın gelişini görüyorum. Sürpriz, ama bir şey mi oldu sorusu da peşinden geliyor aklıma. Hiç böyle yapmamıştı, bizi buralarda karşılamamıştı! “Firuzan’a mesaj çektim, ona bir eşey vereceğim. Şunu arabaya bırakalım hemen”, “Yanımızda taşısak olmaz mı?” Olmazmış. İyi, hemen tornistan ve gelmekte olan Firuzan’ı da alıp arabaya geri gidiyoruz. Ne görelim? Serhan’ın elinde çok güzel bir ambalaj, içerisinden iki dikenli uç görünmekte. Kaktüs, Firuzan’a doğum günü hediyesi. Aman efendim, bu ne ince düşünce. Firuzan ne çok sevindi bilemezsiniz. Kaktüsü çok seviyor ve bunlar kaktüs bahçesine çok yakışacak. Ama gerçekten çok dekoratif bitkiler, eve biraz büyüceklerini aldık. Çok yakıştı. Tam bitti derken bir ikinci paket daha çıkıyor. “Bu da yemelik bir şey” diyor. Vallahi çok hoş bir sürpriz Serhan’dan.

Hediyeleri koyduktan sonra süratle iskeleye pedallıyoruz. Bir dakika kala vapurdayız. Yani bu kadar çok işi nasıl sığdırdık bilemiyorum ama çaylarımız elimizde sohbetteyiz. 20 dakikalık keyifli yolculuk sonrası Karaköy’den Eminönü üzerinden Eyüp’e gelmekteyiz. Ramazan nedeniyle ortalık sakin. İftar sofraları akşamı beklemekte. Her grup kendine göre mevzii almış. Bayrak ve flamalarıyla mekanlarını işaretlemişler.

Fil köprüsünden Bilgi Üniversitesi’ne doğru dönüyoruz. Her zaman geçtiğimiz yol kapatılmış, yandan bir toprak-çakıl yol açmışlar. “Ne oluyor burada?” Üniversite yurt yapıyormuş daracık alana. Hoppala olduk. Bugüne kadar onların mıydı da - akılları şimdi mi geldi?

Alibeyköy’ün kenarından, şehirlerarası otobüslerin indir-bindir noktasını da geride bırakıp yavaş yavaş Hasdal-Kemerburgaz yolunda tırmanıyoruz. Malum tırmanışlarda Firu’yu tutamazsın, aldı başını gitti. Kaldık Serhan’la geride. Birazdan Serhan da alıp başını gidiyor, kaldım arkalarda tek başıma. Yol da biraz dar, araçlar da hızlı geçmeyi seviyorlar! Neyse hafif hafif çıkıyorum. Birazdan sağdan gelen yolla birleşeceğim, sonra da bir alt geçit var, tünelimsi. Öyle böyle derken bir ses duyuyorum, nedense aklıma nahoş şeyler geliyor. İçim bir ürperdi, merakla ilerisini görmeye çalışıyorum. Alt geçidin karanlığında acaba Firu’yu mu görüyorum? Yok o değil. Ve düzlüğe çıkıp da önümü gördüğümde Serhan’ın yerden kalkığını görmek heyecanlandırıyor. Ne oldu, kaza mı? Bu motosiklet de nesi? Kim bu insanlar?

Sağdan giderken arkadan gelen Scooter tipi motosiklet solundan çarpıp yere atmış Serhan’ı. Sol dirsek fena halde sıyrılmış, arka jant yamulmuş. Buraya kadar şükür diyoruz da ne iştir bu sürücünün yaptığı? Nasıl çarpar?!!

Çok nahoş bir durum. Ortalık gergin. Adam bir de zeytinyağı. Arkasına almış birini (kadın) herhalde dalgın, ya konuşuyordu da görmedi ya da başka durumlar. Ama şimdi seni haksız çıkartıp kendini savunurken de, önüme çıktı vururum-çarparım gibi laflar etmesi iyicene tepemi attırıyor. Gel adamın gırtlağına yapış; ama sakin ol terbiyesi aldık ya. Dur polisi arayalım, gelsin zabıt tutsun. Adam da cezasını görsün. 155 aranıyor, mevki tarif ediliyor... bekle, bekle gelen yok. Defalarca aranıp soruluyor... bekle, bekle gelen yok.

Sinirler bu arada yatışıyor. Serhan da fazla ısrarcı değil. İsim, TC ve tel. nolar alınıp bırakılıyor adam.

Bu bisiklet yürümez, araç lazım. Firu cepten Alibeyköy Merkez Taksi’nin telefonunu buluyor. Bir araba istiyoruz. Scott’un ön tekerini söküp kalanı bagaja yerleştirip Serhan’ı Beşiktaş’a uğurluyoruz. Orada buluşup karakola şikayette bulunacağız. “Yaklaşınca seni ararız” diyerek vedalaşıyoruz.

Daha 3 hafta önce Ankara’da bir aracın çarpması sonucu ölen genç bisikletçi Meril’in üzüntüsü dinmemişken bu olayı yaşamış olmak ne tür bir vahşi trafiğin içinde olduğumuzu tekrar gösterdi. Sürücüler dikkatsiz, bisiklet algısı yok, refleksler zayıf, bahaneleri çok. Cahiller, mektep mezunu olsalar bile. Başkasının hakkına saldırmayı marifet sayıyorlar.

Canımız sıkkın geri dönüyoruz, geldiğimiz yoldan. Sanki filmi geri sarıyoruz. Keşke olabilse de kazayı çıkartsak. Eyüp Devlet Hastanesi’ne gelmeden sağdaki benzinciye WC molası için giriyorum. Çıkışta Firu’yu askıya alınmış bir arabanın başında buluyorum. “Tekere kedi kaçmış” diyor. Aaa o ne, gerçekten ön sol tekerin çamurluğunun içinden viyak viyak bir kedi bağırıyor: “Çıkarın beni buradan”. Nasıl girdin bu kapalı bölüme sen? Adamlar su sıkıyorlar ama mümkün değil. Araba sahipleri de insan kişiler, baba oğul. Önemsemişler ve çare arıyorlar. Akla itfaiye geliyor. Bu gibi işlerde yardımcı olduklarını duymuş Firuzan. Derhal aranıyor ve bekleniyor. Birazdan dev bir kırmızı kamyon, ama öyle böyle değil, geliyor. İçinden iki itfaiyeci iniyor. Başlıyorlar oradan buradan incelemeye. Tekeri düzelt - olmadı, sağa döndür - olmadı, üstten ulaşmaya çalış – olmadı, alttan gir – olmadı... O zaman çamurluğun içindeki korumayı sökeceğiz. Yıldız tornavida yok, Firu’nun bisiklet aletleri imdada yetişiyor ve kedi kurtarılıyor. Küçücük, sarman bir şey. Tir tir titriyor. Biraz su veriliyor, sakinleşiyor. Eee ne olacak bu hayvan şimdi, kim bilir nerenin kedisi? Sonunda araç sahipleri kediyi alıp evlerinin oraya götürüyorlar ve hoş bir şekilde sonlanıyor bu olay.

Hoş-nahoş, bakalım bugün başka neler çıkacak?




Serhan'ın kaza raporu




Karnımız acıktı, ne yesek? Yanımızda da malzeme var. “Gel şu Haliç’in kenarındaki parklarda oturalım” diyerek Eyüp sonrası kıyıya geçiyoruz. Bizden öncekilerin bıraktığı bir halıya yayılıp güzelce karnımızı doyuruyoruz. Sonra da kıyıdan Unkapanı Köprüsü’ne kadar geliyoruz. Kenarında balık tutanlar, o suya girenler, çimlerde uzananlar, tekli, çiftli, çoklu gruplar...

Şu, metro için yapılan köprü. Ne çirkin şey olmuş böyle. Hele tepesine minarelere özenip takılan sipsivri külahlar. Bir insan ancak bu kadar zevksiz, bu kadar düşüncesiz olabilir. Gel sen şu tarihi siluetin içine bu köprüyü oturt, sonra da savun. Yok, maalesef bizdeki karar sahiplerinin bilgi ve görgüsü eksik.

Beşiktaş’a yaklaşırken Serhan’ı arayıp eski DGM önünde buluşmak üzere sözleşiyoruz. Yıldız’daki karakola gideceğiz. Serhan’da satmak istediği 2. bir velespit var, onunla geliyor. Polisten şikayetin olay mahallindeki karakola yapılması gerektiğini öğrenince :(( da-daaa... İşte bu beklenmedik bir durum. Bunu ne 155 söyledi, ne de aklımıza geldi. Zaten isteksiz olan Serhan’ı bu durum iyicene bezdiriyor ve her türlü teklifi kabul etmeyip vaz geçiyor.

Kızdım ve üzüldüm. Bu sürücünün cezasız kalması beni rahatsız ediyor. Serhan’ın vazgeçmesi de üzüyor. Ne çıkacak, boşuna zaman kaybı, zaten... Evet ama çıkmasa da üzerine gitmek gerek. Başka türlü bir şey düzelmeyecek bu ülkede. Sen gitme, o gitmesin, sonra sanıyorlar ki ülke güllük gülistanlık. Herkes vatandaşlık vazifesini yerine getirse, batılı nasıl yapıyor, çok şey değişir.

Birer kahveyle ağzımıza tat katalım diye Bebek’e yöneliyoruz. Caffè Nero’da Serhan’ın “bu da yemelik” dediği paketi açıp güzel bir çikolatalı mus’la (mousse) karşılaşıyoruz. Ama aslında bu mus değil 10x10 cm ölçülerinde çikolatalı bir pastaymış. Sıcaktan erimiş. Olsun kahveyle ve ‘booster’ ile güzel gidiyor. Bebek taksinin araba manevralarıyla, gelip geçen Bebeklileri seyrederek geçirdiğimiz 1 saat sonrası Beşiktaş’a dönüp veda ediyoruz birbirimize.

Velespitleri yüklemiş dönüş yolundayız. Bazı alış-verişleri tamamlayıp evin önünde askılarından indirirken bisileri, yanımızdan koca bir kamyon geçiyor. Az gidip bir manevrayla sitenin önündeki boş arsaya yanaşıp kasasındaki molozu boşaltıveriyor. Ne olup bittiğini anlayana kadar çekip gidiyor. Firuzan peşinden koşuyor plakasını almak için fakat sökülmüş. Daha önce de güvenlik kamerasında fark edilmişti ama görevliler plakanın kapalı olduğunu söylemişlerdi. Bu durumda şikayet etsen bir faydası olmuyor. Yakalayamıyorlar. Hemen bisileri bir kenara koyup peşine düşüyoruz. Ancak yetişene kadar gözden kayboluyor. Biraz çevrede dolanıyoruz ama boşuna. Kaçıyor elimizden. 






















Tur tarihi: 28 Temmuz 2013
Kat edilen mesafe: 48,82 km.
Ortalama hız: 14,2 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 3 sa. 26 dk., dışarıda geçen süre 6 sa. 31 dk. 
En yüksek sıcaklık 38 ˚C, en düşük 26 ˚C, ortalama 31,5 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 824 m, kaybı (iniş) 818 m.

Garmin yol bilgileri Hoş-Nahoş







25 Temmuz 2013

Hornit: Ciddi şekilde yüksek sesli bisiklet kornası

Bisikletimize bir zil arıyorduk. Mevcut olanlar fazla dikkat çekmiyor, hatta yoğurtçu mu geçiyor diye dalga konusu bile oluyordu. İnternete girip sorduk “En yüksek bağıranınız hanginiz? Çıkın ortaya”. Karşımıza 2 seçenek geldi. Biri havayla çalışıyordu. Özgündü ama çok yer kaplıyordu, sesi de daha alçaktı. Diğeri Hornit, 140 db ile şu anda mevcutların arasında en yükseği idi. Tamam dedik ve bir arkadaşımızla getirttik. Merakla sesini duymak istiyorduk. Heyecanla hemen pillerini takıp düğmesine basmamızla neredeyse yerimizden uçacaktık. Kulakları tırmalayan feci bir ses. İşte buydu aradığımız. Bununla artık rahat ederiz. Çok sevindik.


Şimdi yollarda keyifli ve emin bir şekilde sürüyoruz. Ne zaman gerek olsa düğmeye basmamızla varlığımız dikkat çekiyor, yol açılıyor.

Ancak bir şehir turunda, Balat tarafında, Firuzan pedallardan ayaklarını kurtaramayıp düştüğünde olan oldu, Hornit bozuldu. Nasıl olduysa bağlantı kablosu yerinden çıkmış, taktığımızda ise Hornit sürekli ötmekte, hiç susmamakta. Kabloyu çıkartmak fayda etmedi, tek çare pillerini sökmek oldu. Ne oldu bu alete böyle? Nazar mı değdi yoksa? Bir boncuk takmadık şuna da! Şöyle nal gibi bir nazarlık takacaktık da koruyacaktık Hornit’i.
Tamir edebilir miyiz diye sökmeye kalktım ama sökülmeyecek şekilde üretilmişti. Elimizde kala kaldı. Bir hüzün kapladı içimizi. Ne güzel yollarda giderken düt diyorduk, arabalar, insanlar kaçışıyorlardı.

Dur dedim, üreticisine yazalım, destek isteyelim, hemen pes etmeyelim. Derhal iletişime geçip beklemeye başladık. Fazla gecikmeden yanıt geldi. Üretici de olanı merak etmiş, ürününü geliştirmek içim sorular soruyordu. Yazdık, çizdik, fotolar yolladık ve üreticinin tüketiciden yana tutumu sonucu yeni bir Hornit sahibi olduk. Şirket bize yenisini yolladı.

Önce uzak muzak demeden bize ilgi gösteren, ürünün arkasında duran şirket yöneticisi Bay Tom de Pelet’e teşekkür eder, yollarda fark edilmek için bir Hornit almanızı şiddetle öneririz.

Bu ürünün Türkiye’de satılması gerek. Kim getirecekse!
Hornit 140 desibel bisiklet kornası

140 desibel ile Hornit araba, kamyon, minibüs, otobüs sürücüleri ve yayaların duyabilecekleri yükseklikte. Bu nedenle de bisikletçilerin pasif kalarak fark edilmeyi ummak yerine güvenliklerini kontrol altında tutmalarına olanak sağlıyor.


Begin forwarded message:
From: Mustafa Dorsay
Subject: Re: Order/Delivery Enquiries
Date: 20 Temmuz 2013 10:16:17 GMT+03:00
To: Tom de Pelet
Cc: Firuzan Ozogul

Merhaba Tom,
I just tried both options. The old trigger is working well on the new Hornit. The old Hornit seems to have a problem since it is constantly on, as soon as you put the batteries in. I think the problem lies within the Hornit. It has short circuit.
You really need to improve the connecting plug and the slot.
I will publish my experience with Hornit along with a short review on our blog. After that I will contact some bike shops that I think might be interested. I will keep you posted.
Please let me know if you need the old Hornit back?
Kind regards.



On 19 Tem 2013, at 17:15, Tom de Pelet wrote:
Hi Mustafa
Thanks for confirming that it has arrived.
Please can you try the old horn with the new trigger and vice versa to work out which part is faulty. When you tell me the result I can see if it's worth sending it back to me.
Turkish Distributor
As mentioned before I would be extremely grateful if you could ask your local bike shop who supplies him with his cycle accessories so that I can contact them.
Many thanks
Tom

 
On 18 Jul 2013, at 19:19, Mustafa Dorsay wrote:
Dear Tom,
We received the Hornit in the mail today. Thank you. 
Would you like to have the defective one sent back to you? May I have your delivery address?
Best regards from a proud Hornit owner :))


On 10 Tem 2013, at 08:15, Mustafa Dorsay wrote:
Thank you. I will inform you when I receive it.
I will talk about Hornit on our blog  b i s i k l e t l e . I am sure it will attract lots of interest. 
I'll keep you posted on the possible distributers in Istanbul.
Sunny regards 


On 9 Tem 2013, at 19:24, Tom de Pelet <tom@thehornit.com> wrote:
Hi Mustafa
It's no problem at all. It pains me each time one of my customers has a problem so I like to sort them out as quickly as possible.
A copy of the despatch note is below.
Thanks for your comprehensive list of answers and for your suggestion. We're actually in the process of redesigning the product and it will have a bigger, more robust, thicker connection which should make it a lot easier to connect in future.
It's good to hear other riders are interested in the product. I would like to supply a Turkish distributor - it would be a great help if you can ask your local bike shop who supplies him with his accessories (lights, bells, handle bar grips etc) then I can contact them and start the business. Many thanks in advance for any help on this.
Kind regards
Tom

 
On 9 Jul 2013, at 07:06, Mustafa Dorsay wrote:
Hi Tom,
I would like to thank you for your prompt reply. It is very nice to see that companies like yours stand behind their products. 
Please allow to start answering your questions:
1. In the first place, the connecting wire is hard to plug in the horn. Once the wire sat tight, the horn started to sound without pushing the 
trigger button. So, I disconnected the wire. However, the sound did not stop and I had to take the batteries off. 
2. No, it was never used in the rain.
3. It was not dropped. But, I fell off my bike to my left side last weekend. I unfortunately could not unclip my bike shoes on time. 
My bike has handlebar horns which caused the Hornit not to directly hit the ground. Right after the incident I saw the connecting
wire unplugged. When I tried to connect it the things I explained in number 1 above happened. 
4. I did not ever wash my bike with the Hornit on it. 
I have a suggestion though: We bought two at once. We both experienced quite frequently that it is very hard and unpractical to connect the wire to the Hornit when it mounted on the handlebar. I believe it would be easier to handle the Hornit if the connecting pin of the wire were a bit more robust. I truly hope we would have similar problem with the second Hornit. 
Please also be kindly noted that many riders in Istanbul stopped me to ask where I got the Hornit. They were amazed by the loud sound of it.
I had to tell them it's unfortunately not available in Turkey. 

Let me give you the address of my girlfriend's work for delivery:
Name: 
FIRUZAN OZOGUL
Address: 
TAYSAD ORGANIZE SANAYI BOLGESİ 
TEKIS TEKNIK EROZYON A.S. 
1. CADDE, 14. SOKAK, NO: 5
41420 CAYIROVA - KOCAELI - TURKEY
Mobile:
+ 90-532-775 7043

Please find attached dispatch note of our hornit purchase, pic of hornit on the handlebar and pic of the defective part.  
Kind regards from Istanbul,
./..
PS: Please send it as a free of charge sample so it does not get stuck in the customs. Thank you for your efforts in advance. 
I am looking into ways to send the broken Hornit back to you. For that, I need to have your address.



On 3 Tem 2013, at 23:06, Tom de Pelet wrote:
Hi Mustafa
I'm very sorry to hear you've had a problem. It sounds like a major fault. We look after all our customers worldwide so will happily send you a replacement. Please can you send me your delivery address.
Normally we ask people to return the faulty unit as faults are very rare and we always want to investigate the cause to make the factory aware and to prevent failures in future. Please can you give me more information on the failure:
1. Does it sound only when the connecting wire is plugged in or does it sound by itself without the connecting wire?
2. Has it been used in the rain?
3. Has it been dropped?
4. Did you wash your bike with the hornit on it?
Please give me as much information as possible - it's no problem what the answer is to any questions above...I just want to know so I can improve the product in future - we will send you a replacement regardless of the cause of the fault.
Kind regards
Tom

 
On 3 Jul 2013, at 15:56, The Hornit wrote:
This is a response sent by mustafa dorsay using the feedback form on the website. The details of the message follow below:
Name: mustafa dorsay
Email: mdorsay@gmail.com
Telephone: +90-532-4212210
Subject: Order/Delivery Enquiries
Message:
I have been using HORNIT with lots of fun for already 5 months. Unfortunately, the trigger's cable connection failed and now the horn is constantly on. So, I had to take the batteries off. I tried to disassemble it without luck. I live in Turkey and cannot send it to you. Do you have a technical guide or instructions manual I can make use of? Thank you for your help in advance.
You can use this link to reply: mdorsay@gmail.com





23 Temmuz 2013

Bambunun maceralı uzun yolculuğu

Bir hafta kadar önce İstanbul’a iki kadın bisikletli gezgin geldi, Lisa ve Jules. Pedal basmaya Londra’dan başlamışlar, Sidney’e kadar sürecek. Uzun, çok uzun bir yol. Zamanları bol, o nedenle rahatlar. Ama önleri bir yığın maceraya açık. Şansları bol olsun.


Ancak farklı bir özellikleri var gezgin arkadaşlarımızın. Bisikletleri bambudan, kendileri imal etmiş. O nedenle de daha anlamlı bir gezi oluyor.

Haluk bir şekilde temasa geçmiş, beni haberdar etti olaydan. Daha Türkiye’ye girmeden yazıştık ve buluşma-tanışma önerisi getirdik. Bir yığın işleri vardı halletmeleri gereken. Diğer yandan da hem İstanbul’u geziyor hem de bizim mutfağımıza alışıyorlardı. İlk gün bir mide sıkıntısı yüzünden dinlenmek zorunda kaldılar. Sonra Asya yakasında misafir olacakları ev sahibine taşındılar. Bize son gün kaldı. Ertesi gün de İstanbul’dan ayrılacaklardı.

Yazışmalar sonucu Maltepe yakınlarında kaldıklarını öğrendiğimizden buluşma noktasını herkesin kolayca bulabileceği 4 minareli caminin karşısında, sahil yolunda 9.15 gibi belirledik.

Sabah hava daha serin, ama güzel de oluyor bu serinlik. Basıyoruz pedallara Kızıltoprak’tan FB Mantarlar’a doğru. Serhan gelmiş bekliyor bile. Net yanıt vermemişti geleceği konusunda; o nedenle çok seviniyoruz gördüğümüzde. Okaliptüs şekerlerimizi, her ikimize birer kutu hediyemizi alıp Bostancı’ya doğru hızla devam ediyoruz. Haluk bizi Küçükyalı’da bekleyeceğini söylemişti.

İstanbul uyanmış, insanlar sabah etkinliklerine koşarak-yürüyerek başlamışlar bile. Sahil çok güzel bir resim vermekte. İstanbul’un Avrupai yüzü.

Bostancı sonrası sahil yoluna geçmeden güzel bir sürprizle daha karşılaşıyoruz. Kenarda tanıdık bir sima: Selçuk. Ne sevindim bilemezsiniz. Bisiklet aldığını biliyorum ama bir türlü dahil olamadı gezilere. Bugün onu görmek çok hoş oluyor. Kucaklaşmalar, tanışmalar sonrası sahil kenarından giden yola girip devam ediyoruz pedallamaya. Az sonra Haluk’un da bize doğru geldiğini görüyoruz. İkinci bir tanışma faslı ve devam. Çok çabuk 4 minareli camiye ulaşıyoruz. Saat 9 bile değil. Neyse daha iyi, bekleriz.

Güneş tepemizde, durunca daha da sıcak. Şöyle trafik işaretinin gölgesine geçelim mi? 5 kişi bir park yasağı işaretinin gölgesine nasıl sığar? Bu fil sorusuna benzedi. Hani 4 fil bir vosvosa nasıl sığarmış da, 2 öne 2 arkaya otururlarsa olurmuş gibisinden bir şey vardı ya.

Evet saat 9.15’i geçti ama görünürde bambu bisiklet yok. Acaba yanlış mı anladılar, gidip camiye kontrol edeyim diyor Haluk. Bu arada 100 m geriye 2 bisikletli yanaşıyor. Şöyle göz ucuyla bakıyorum, sanki olabilirler. Onlara doğru gittiğimde yanılmadığımı görüyorum. 
İlk iş tabii tanışma, sonra bisikletlere bir göz atma faslı. Ardından da pedal basma. Hep birlikte Tuzla yapacağız. Fazla yormayan düz bir yol. Orada bir öğle yemeği ve döneriz dedik.

40 yıllık dost gibi konuşmaya başlıyoruz yol boyunca. Ortak nokta bisiklet olunca çabuk kaynaşılıyor. Fazla uzaklaşmadan Dragos Belediye Tesisleri’nde bir çay molası için duruyoruz. Herkes bir şeyler anlatıyor; bisikletler, yolculuklar, insanlar, deneyimler, rotalar, yerel yöneticiler...

Çaylar-kahveler içildikten sonra Tuzla’ya doğru tekrar hareket ediyoruz. Bu gezileriyle bağış topladıklarını öğreniyorum. Buna çok rastlıyoruz. Pek çok bisikletçi bir hayır kurumu için pedal çeviriyor. Bu da bisikletin ne kadar sosyal ve insancıl bir yanının olduğunu gösteriyor. Bisikletçi, enerjisinin boşa gitmesini istemiyor. Tekerim bir şeyin yararına dönsün diyor.

Lisa ve Jules’un yüzleri gülüyor. Belli ki mutlular. Belki yolculuğun onda birini geride bıraktılar ama; İstanbul, özellikle sahil yolu çok keyifli. Denize bu kadar yakın olmak müthiş bir duygu. Bundan sonra daha çok karadan devam edecek yolculukları. Deniz havasını bolca içimize çekiyoruz. Rüzgar bugün kuvvetli. Yer yer de karşımızdan esiyor. 26 km/sa olacağını okumuştum sabah. Kuzeydoğu yönünden. Bizden hızlı.

Tuzla’ya geniş bir yay çizerek giriyoruz. Hatboyu Caddesi boyunca Piyade okulunun önünden geçip sahile doğru dönüyoruz. Solda yılların Marmados Sitesi. Önünü doldurmaya başlamışlar. Sahili genişletiyor, siteyi bitiriyorlar. Aynen Maltepe-Kartal'da yaptıkları gibi, yalılıktan çıkarıyorlar. Yat limanı inşaatıymış!

Öğlen yemeği için Haluk’un tanıdığı-bildiği ‘Filizler Köftecisi’ne yerleşiyoruz. Herkes açlığına göre köfte, salata, zeytinyağlı, çorba gibisinden yiyeceklerle karnını doyuruyor. Arkasından içilen çay veya kahveyle de tamamlıyor.

Bol bol buraya kadar olan yolculuklarında yaşadıklarını dinliyoruz. Hoş şeylerin yanında nahoş şeyler de var. Özellikle de bir tanesi bizim ülkemizde. Neyse ki geride bırakmışlar ve üzerinde durmuyorlar. Ama kadın olarak burada ve önlerindeki coğrafyada hareket etmek kolay değil. Ataerkil toplulukların bakışları çok farklı. Dertleri, sıkıntıları başka.

Tuzla’dan ayrılmadan önce sahilde kısa bir tur atıp, tarihi fırından çay için kurabiye alıp, birer de dondurma yedikten sonra dönüşe geçiyoruz. Yol üzerindeki Kanlıca yoğurtçusuna uğramadan edemezdik. Birer ayran ve ev için alınan tereyağı ve yumurtaları yüklenip Organik Ürün Çarşısı’nı da teftiş ettikten sonra Kartal’a kadar geliyoruz.

Bu arada Tuzla’daki organik pazar çok güzel hazırlanmış. 6 bölümden oluşuyor. Yiyecek-içeceklerin dışında temizlik-bakım, oyunca-tekstil, hafif bir yemek yiyebileceğiniz kafeteryası da var. Tavsiye olunur.

Ramazan nedeniyle sahil yolu tertemiz. Ne mangal kokusu ne manyamış bir kalabalık mevcut. Ortalık sakin, birkaç uzanıp iftarı bekleyenler dışında kimsecikler yok. Normal zamanda buradan geçmek istemiyor insan. Yanık et kokusu ve halısını getirmiş, tezgahını açmış insanların işgali altında. Bisiklet yolu onların, zil çalsan bozuk atıyor, çalmasan bebesi tekerin altına koşuyor. Bu göçebe geni çıkmayacak içimizden!

Selçuk basıp gitti. Ne oldu anlayamadık! Ulaşamadık da telefondan. Herhalde sıkıştı.

Kartal’da kurabiyeler eşliğinde verilen çay molasında muhabbetin eksikliklerini tamamlıyoruz. Bambu bisikletin incelikleri, imalatı, temini gibi konular, yolculuğun devamı, sonrası için düşünülenler... telefonlar, iletişim bilgileri karşılıklı alınıyor-veriliyor.











 











Haluk deneme sürüşünden çok etkileniyor. Neredeyse basıp kaçacak bisikletle. Çok rahat, her pozisyonda sürmek mümkün diyor. Sanırım kafasına koydu, bambu aramaya çıkacak. Ama iyi kurutulması gerekirmiş kullanım öncesi diyor Lisa. Güneş veya fırında. Zaman zaman da yağlamak. 25 yıl gibi de bir garanti veriyormuş Amerika’daki üretici ‘BambooBikeStudio’. Birleştirilmesi de gayet kolay (Vimeo). Kadronun kit olarak Amerika satış fiyatı 700 dolar. Ülkenize postalanmasını isterseniz 575 dolar + posta masrafı. O da Avrupa için, ki Türkiye Avrupa’ya dahil 200 dolar. Yani 775 dolara şahane bir kadro sahibi oluyorsunuz. Gümrük sıkıntı çıkarır mı acaba? 


Bambunun özelliğine gelince; çeliğe göre çok daha fazla çekme direnci, inanılmaz sert ama çukur ve yarıkların oluşturduğu darbe ve tıkırtılara karşı daha toleranslı. En önemli yanı ise hazır bir şekilde doğada bulunması, çabuk yetişmesi. 3 yıl gibi kısa bir sürede kullanıma uygun hale geliyor. Kesitine baktığımızda iç katmanların yumuşak ve bükülür, dışa doğru ise daha sık ve sertleşen bir doku gösterdiğini görürüz. Öyle bir malzeme ki, bükülmeyen, neredeyse kırılmayan ama buna karşılık çok hafif.
Kaynak Bambusfahrrad

Bir Afrika ülkesi olan Gana’da ülke ekonomisine önemli katkısı olan ciddi projeler yürütülmekte. Bambu bisikletler ulaşım ve yük taşımacılığı sorununa çözüm kazandırdığı gibi aynı zamanda önemli bir ihraç kalemi oluşturmakta. Küçük atölyelere iş olanağı sağlamakta.

Bu bambu olayı burada bitmiyor. Bir yıl önce ‘temiz su’ desteği için dünya turuna çıkmış bir bambu bisiklet var, elden ele dolaşan. Almanya’dan başlayıp, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Macaristan, Romanya, Bulgaristan üzerinden Türkiye’ye ve Fidan Kayaoğlu tarafından İran’a ulaştırılacak olan. Ancak internet sayfasına (GlobalBikeTrotting) baktığımda 5 Mart sonrası (Kırıkkale) görülmemekte. Acaba ne oldu bisiklete?


Bostancı dostlarımızdan ayrılma noktası. Güzel bir günü paylaştık. Sağlam bir dostluk kurduk. Şimdi Lisa ve Jules’a güle güle deme vakti. Yolları açık, talihleri parlak olsun. Maceralarını takip etmek isterseniz siteleri BambooOdyssey’e göz atın. Daha fazlasını bulacaksınız.



Tur tarihi: 21 Temmuz 2013
Kat edilen mesafe: 74,02 km.
Ortalama hız: 14,7 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 5 sa. 3 dk., dışarıda geçen süre 9 sa. 53 dk.
En yüksek sıcaklık 40 ˚C, en düşük 24 ˚C, ortalama 31 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 667 m, kaybı (iniş) 667 m.

Garmin bilgileri Tuzla-Bambu



17 Temmuz 2013

Bakırköy Belediyesi BotanikPark

10 gün önce bir pazar günü Bakırköy’de yeni açılmış olan BotanikPark’a gittik. Şehrin göbeğinde yaratılmış yeşil alan. Kimileri ağaçları sökerken çevreci olanlar da dikiyor. Bakırköy Belediyesi ve Başkanı’na teşekkür ederiz, bize bunları kazandırdığı için.

Ancak parka girmek istediğimizde güvenlik görevlilerinin bisikletle yasak olduğunu söylemeleri bizi şaşırtmış ve hayrete düşürmüştü. En çevreci araca izin mi yoktu?

Merak ettik ve Başkan’a sorduk. Bizzat telefonla bizi arayarak, böyle bir talimatının bulunmadığını, güvenlikçilerin işgüzarlığı olduğunu, ilk iş 1 bisiklet genişliğinde yolun işaretlenerek ayrılacağını bildirdiler.

Kendilerine buradan samimiyetine teşekkür eder, ilk fırsatta bu yeni yolları kullanmak üzere geleceğimizi bildirmek isteriz.


1 Eylül 2013, bugün parka tekrar gittik ve bisikletlerimizle girebildik. Başkan sözünü tutmuş. Tekrar kendisine teşekkür ederiz.
Begin forwarded message:
From: Mustafa Dorsay
Subject: Re: botanik park
Date: 15 Temmuz 2013 19:12:11 GMT+03:00
To: tulay.sezer@bakirkoy.bel.tr, bilgel.corlu@bakirkoy.bel.tr, basinyayinmdr@bakirkoy.bel.tr

Bugüne kadar yanıt alamadım. Elinize geçmedi düşüncesiyle tekrar yolluyorum. Konuya ilişkin bilgi talep ediyorum.
Saygılarla,
./..


On 9 Tem 2013, at 16:28, Mustafa Dorsay <mdorsay@gmail.com> wrote:

Sayın
Ateş Ünal Erzen
Bakırköy Belediye Başkanı
7 Temmuz Pazar günü yeni açtığınız Botanik Park’ı ziyaret etmek istedik. Pendik’ten, Ümraniye’den, Sarıyer’den, Beşiktaş’tan kalkıp pedal basarak geldik. Amacımız bisikletlerimizle buralara gelip şehre yeşil alan-park nasıl da kazandırılırmış görmek.
Çok güzel bir çalışma, bunu bize sağladığınız için teşekkür ederiz. Eminiz ki zaman içinde daha da güzelleşecek, dolacaktır yeşille.
Ancak anlam veremediğimiz bir durumla karşılaştık. Bisikletle girmek istediğimizde bize yasak denildi. Başkan izin vermiyor, kesin talimatı var. Peki iterek girelim. O da yasak. İçeride bisiklet görmek istemiyor.
Anlayamadık, dünyanın en çevreci aracını parka sokmuyorsunuz. Neden? Neden bisikletleri de düşünüp uygun yollar yapmadınız? Orası bir yarış pisti olmayacak elbette. Sakince dolaşan bisikletlerin ne zararı olabilir? Hadi bisikletlerin kullanılmasını istemiyorsunuz. O zaman binilmesin ama iterek girebilelim.
Bu güzelim alana bisiklet alınmıyor ama mesire yerine çevrilmesine izin veriliyor. Şimdiden piknikçiler gelmiş. Yakında mangalcılar da gelirse şaşmam.
Bisiklet yasağının nedenini öğrenmek istiyorum. Ve bu yasağın kaldırılmasını rica ediyorum.
Saygılarla,

Mustafa Dorsay
İstanbul
09.07.2013


Poyraz - AnadoluFeneri, Bir Güzelliğin Katliamı

Garipçe’yi görmüş, yapılan katliamın karşısında çaresizlikten kahrolmuştuk. Poyraz da aynı vahşetten nasibini alıyor. Bir daha göremeyeceğimiz güzelliklere veda etmek üzere gezimizi bu bölgeye yaptık.

Sabah 9, Beşiktaş’tan Serhan ve Emre ile Sarıyer’e pedal basmaya başlıyoruz. 10.30’da Poyraz’a kalkacak gemiye yetişmek üzere.

Yolumuz sabah keyfîyle geçiyor. Çok sayıda bisikletçi de bizim gibi düşünmüş ve erkenden yollara çıkmış. Tekli çiftli gruplar halinde.

Dalıp giderim bisikletin üstünde. Bu şehirde yaşanmış olanları düşünürüm. Zaman içinde yolculuk olabilse. Bisikletle eskilere doğru gidebilsek... hangi zamanda olmak istersiniz? Okumuştum, İstanbul'un pek çok dilde farklı isimleri var. Grekçe: Vizantion. Latince: Bizantium, Antoninya, Alma Roma, Nova Roma. Rumca: Konstantinopolis, İstinpolin, Megali Polis, Kalipolis. Slavca: Çargrad,Konstantingrad. Vikingçe: Miklagord. Ermenice: Vizant, Stimbol, Esdambol, Eskomboli. Arapça: Bizantiya, el-Mahsura, Kustantina el-uzma. Selçuklular zamanında: Konstantiniyye, Mahrusa-i Konstantiniyye, Stambul. Osmanlıca: Dersaadet, Deraliyye, Mahrusa-i Saltanat, İstanbul, İslambol, Darü's-saltanat-ı Aliyye, Asitane-i Aliyye, Darü'l-Hilafetü'l Aliye, Payitaht-ı Saltanat, Dergah-ı Mualla, Südde-i Saadet.  

Boğaz’da da ters rüzgar olmazsa şaşarım. Ne zaman Bebek’ten geçsem Mısır Konsolosluğu’na kadar zorlanırım. Binaların araya girmesiyle biraz hafiflese de sonra gene sertleşir. Bugün de aynen öyle oluyor. Ama Sarıyer’e 1 saatte varıyoruz. Kalkışa zaman var. Kahvaltıyı Poyraz’da yapacağız. Orada bir şey bulamayız, üstelik de Ramazan, şuradan biraz börek fikri kabul görüyor. Hünkar’dan alınan 1 kg su böreği Emre’nin çantasında yer buluyor.

Sarıyer: Zamanında burada bulunan bir mezar yüzünden Mezar-Burnu denilmiş. Bu ad Sarıyer’in iskelesi olan Mesar’a çevrilmiş. Adını sınırları içerisinde gömülü "Sarı Baba" adında birinden aldığı söylentisi de var. Ancak semt eski eserlerde hep Sarıyer olarak geçmiş. Bu da bakır kapsayan ve sarı renkli görüntüye sahip bir yerin Sarı-Yar olarak anılmaya başlandığına ve zaman içerisinde Sarıyer biçimini aldığına bir gösterge olarak algılanmış.
Kaynak Emlakjet

Kalkışa çok var, bisileri duvara dayayıp bekleme salonunda zaman öldürüyoruz. Emre’den gazetecilik maceralarını dinlemek her zaman heyecan veriyor. Ne çok şey yaşamış şu Gezi olaylarında.

Yarım saatlik deniz yolculuğundan sonra Poyraz limanındayız. Seyir sırasında iki yakadaki köprü inşaatına yakından tanık oluyoruz. Hummalı bir çalışma sürüyor. 1,5 milyon ağaç kesileceğini okudum. İstanbul'un akciğerleri olan kuzeydeki ormanlar yok olacak. Bir gecede, açılış için asfalt döktüklerini söylüyor Serhan. Bile bile yok ediyorlar!

Ramazan nedeniyle kalabalık yok. Ortalık sakin. Lokantalardan bize “Buyrun, kahvaltımız da var” davetleri. Şöyle bir sahilin ucuna kadar basıp yukarıdaki çayhaneye yerleşmek üzere dönüp duvara vuruyoruz bisikletleri. 126 m’lik kısa rampa 33 m yüksekliğe çıkaracak. %23’ü görüyoruz tepesinde. Bacaklarının kesildiğini, tir tir titrediğini hissediyorsun. Tepe gözünün önünde ama ulaşmak için S çizmek bile fayda etmiyor. Burnu havaya kalkmasın diye tüm ağırlığını öne vermen gerek.

Neyse çay servisi var. Şöyle manzaralı masada yerimizi alıp gazete kağıdından örtümüze kahvaltılıklarımızı seriyoruz. Çay-ayran eşliğinde bir güzel dalıyoruz böreğin içine. Burası güzel bir yer, tepeden tüm liman görülüyor. Diğer kahve dışarıdan yiyecek getirilmesine izin vermiyor. Aşağıda bir uşak teknesini tamir etmekte. Kullandığı aletin çıkardığı ses kafa ütülüyor. Pazar pazar da olur mu?! Bunların pazarı yok diyor Serhan. Daim çalışırlar.

Muhtarlığın sitesinde Poyrazköy’le ilgili bilgi şöyle başlamış: Cumhuriyetten önceki tarih kesin olmamakla birlikte Boğazlar Gümrük Müdürü İshak Ağa’nın kayıtlarına göre; önceleri Cenevizliler oturmuş bu köyde, daha sonra da Bizanslılar. Burada yaşayanlar balıkçılık ve bağcılık yaparak geçinmişler. İshak Ağa kayıtlarında 1840'larda köyde 16 hane ve 64 insan yaşamaktaymış. Çoğunluğu Rum kökenli olmakla birlikte içlerinde bir kaç tane de Türk varmış. Aralarından biri resmi imam Mustafa Süer Poyrazköy’e bağlı Filburnu’nda askeri taburmuş. Bu tarihten itibaren Karadeniz kökenli vatandaşların köye yerleşerek çoğalmasıyla az sayıdaki Rum kökenliler köyü terk etmişler.
Tarihi itibariyle Poyraz kalesi, gözetleme kulesi, şimdiki camisi (tadilat görmüş) ve çeşmesi Osmanlı tarihçisi ve devlet adamı Cevdet Paşa “Osmanlı Devleti’nin 1774′ten sonra tarihini yazmakla görevli devlet adamı” kayıtlarına göre 1. Abdülhamid döneminde 1774 yılında Kaptan-ı Deryalığa atanan Cezayirli Hasan Paşa tarafından 1778 yıllarında Fransız mimar Baron de Tott’a yaptırılmış.
Kalesiyle, boğazların kontrolünü sağlamak, kulesiyle boğazlara giren çıkanı gözetlemek, camisiyle askerlerin dini vecibelerin yerine getirilmesini sağlamak, çeşmesiyle de burada bulunan askeri taburun temel ihtiyaçlarını karşılamak amaçlanmış.
Halihazırda bu tarihi kale metruk vaziyette olup halkın ziyaretine kapalı.

İlginç bir durum ise burada bulunan 3 plajdan birisinin sadece ‘kadınlara mahsus’ olması. Plajın güvenli olduğu vurgulanıyor. Karadenizli hemşerilerimizin aklı çok olunca işler de böyle oluyor, anlaşılan!
1 saatten fazla zaman geçirdiğimiz kahvenin kedileri etrafımızda. Börek kokusu onlara da cazip gelmiş. Biri Firuzan’ın önünde, diğeri Emre’nin kucağında. Rahatı öyle de yerinde ki uyumaya başladı bile. Kahveci “alıştırmayın, sonra masalara dadanıyorlar” diye şikayet ediyor.
Çay-ayran aynı fiyat, birer buçuk lira. Hesabımızı ödeyip, ihtiyaçları giderip fenere gitmek üzere ayrılıyoruz. Gene bir rampa. Bir yere kadar itip sonra biniyorum. Serhan da peşimde. Emre ve Firu pedalla çıkıyorlar.


















Ramazanın sakinliği de bir başka güzel. Fazla kimse yok dolanan. Normalde pazar ana baba günü olurdu buraları.

Yolu yeni asfaltlamışlar, genişlemiş de. Çok keyifli bir bölge burası. Sağınızda boğaz, solunuz orman. Böğürtlenler olmak üzere. Hatta bazılarını tadıyoruz bile. Tepeye ulaşıp kavşaktan sola Anadolu Feneri’ne dönüyoruz. Yol hafifliyor, hatta inmeye başlıyor. Kaymak asfaltın üzerinde bıraktık bisikletleri yer çekimine. İşte bu güzelliğin içine hançer gibi saplanmış köprü inşaatının tepesinden geçiyoruz. Ağaçlar kesilmiş, sanki saç kıran gibi ortalık kelleşmiş. İleri geri çalışan iş makinesinin düdüğü duyuluyor. Çalıların arasından sarı rengini görebiliyorum. Kesilmiş ağaçları yana çekiyor. Bir kamyon doldurmuş kasasını ilerlemekte. Facia bir durum. Gelin de görün. 1 yıl sonra buradan geçemeyeceksiniz. Son şansınız!

AnadoluFeneri’nde su borusu döşenmekte. Köy meydanı kazılmış, kepçe kamyona hafriyat yüklemekte. Toz toprak ortalık. Bir de gürültü.

Fenere çıkmak için bisikletleri cami duvarına dayadık. Derken bir salak şoförün 2 kediyi ezip geçtiğini görmek herkesi üzüyor. Bir aptal da çıkıp “bunlardan çok var” demez mi?!!! Senden de çok var...

Anadolu Feneri, sabit silindir kristalinin içindeki 1000 w’lık ampul, kristalin çevresinde elektrik motoruyla dönen bir paravan sayesinde yanıp sönüyor, elektrik kesintilerinde bütangaz ile desteklenir. İlk günkü gibi korunan ve açık havalarda 16 deniz mili açıklığı görebilen fener, İstanbul'un Karadeniz'e açılan kapılarından birinde Karadeniz'den gelip Boğaz'a girecek gemilere rehberlik eder.

Fener ilk olarak 1834 yılında kurulmuş. Kırım savaşı sırasında Fransız ve İngiliz gemilerinin boğazın ve Karadeniz’in girişlerini görebilmeleri için yapılmasına karar verilen fener 15 Mayıs 1856'de Fransızlar tarafından karşı sahildeki fenerle beraber kule kısmı yapılarak işletilmeye başlanmış. 1933'de Fransızlara verilen 100 senelik işletme imtiyazı iptal edilmiş ve tamamen Türklere geçmiş.

Beyaz taştan yapılmış fenerin boyu 20 metredir. Yalnızca Beykoz'a dönük yüzünün dar kısmı karanlıkta kalır. Anadolu feneri orijinal halini koruyan nadir fenerlerden biri. Bir tek fenerin kristalini döndüren motor ve ampul sonradan eklenmiş. Denizden 75 m yükseklikteki fener, saniyede bir beyaz ışık veriyor, 18 saniye bekliyor.
Kaynak Vikipedi

O dev fenerin gölgesinde boğazı izlemek, gelip geçen gemilere bakmak bizi dinlendiriyor. Neredeyse rehavet çökecek. Ama midelerde başlayan hareketlilik bizi kalanları yemeye yöneltiyor. Köy meydanındaki kahveye yerleşiyoruz. Çay-soda eşliğinde kalanları afiyetle indiriyoruz. Burada da her şey aynı fiyat, 1,5 TL. Anlaşılan bölge anlaşmış bu konuda.

Boru çalışması nedeniyle WC’de su akmıyor. Tek yer köyün meydan çeşmesi. Yüzümüzü gözümüzü yıkayıp, suları da tazeleyip dönüş yoluna giriyoruz. İstikamet Kaynarca.

Buraları tam bisikletlik. Yeşilliklerin içinden giden yolun sağında solunda tek tür evler, piknik alanları. Arada geçen belediye otobüsü. Havası sıcak ama. Güneş altında terletiyor.

Kaynarca sonrası yol bir çatala geliyor. Soldan M.Şevketpaşa yönüne. Sağdansa Beykoz. Daha önce soldan gitmiştim, 2 tane sıkı rampa olduğunu biliyorum. Dedim ki arkadaşlara sağda rampa yok. Onay gördü ve sağdan devam ettik pedallamaya. Ama burada da varmış. Şöyle 3 km kadar çıktık. Tek iyi yanı ağaçların verdiği gölgeden tırmanmak. Güneşten kurtulduk. Ama ona rağmen alnımdan damla damla ter aktı. Bir de acı oluyor, gözünü yakıyor adamın.

Tepenin ardından güzel bir inişle Dereseki’ne geliyoruz. Soldaki çeşmede suyumuzu doldururken, bir gençle kurulan ahbaplıkta Muğla’da çekilen bir cin filmi için Bülent Bey’in evini kullandıklarını öğrenmek, bize dünyanın ne kadar küçük olduğunu tekrar gösteriyor.

Beykoz: Beykoz İstanbul’un fethinden çok önce 1402 yıllarında Yıldırım Beyazıt tarafından Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katılıyor. Bundan sonra Amikos olan adı Beykoz'a dönüştürülüyor. Kocaeli beylerinin ikametgahına ayrılan Beykoz; “Bey” hecesini bu yöneticilerden, “Koz” hecesini de Farsçada köy anlamına gelen “Koz” kelimesinden almıştır. Beylerin Köyü, Beykoz. 
Kaynak Emlakjet

Yolun sonrası malum; Akbaba-Beykoz ve Üsküdar’a kadar giden sahil yolu. Boğazın trafiğinde yapılan slalomlar. Araba araba, bitmiyor. Küçük bir bank molası dışında söktük seleleri bastık pedallara. Arkadaşlar Beşiktaş’a geçmek üzere Üsküdar’da ayrıldılar. Bizse bu sefer Kadıköy’e girmeden FB stadının arkasından sürüyoruz bisikletleri.





























Poyraz – AnadoluFeneri Turu

Rota: [Kızıltoprak-Kadıköy-Beşiktaş]-Beşiktaş-Sarıyer-(gemi) Poyraz-Anadolu Feneri-Kaynarca-Dereseki-Akbaba-Beykoz-Üsküdar-[Kadıköy-Kızıltoprak]

Tur tarihi: 14 Temmuz 2013
Kat edilen mesafe: 78,30 km.
Ortalama hız: 15,4 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 5 sa. 4 dk., dışarıda geçen süre 10 sa. 57 dk. 
En yüksek sıcaklık 34 ˚C, en düşük 25 ˚C, ortalama 29,2 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 1608 m, kaybı (iniş) 1608 m.

Garmin bilgileri Poyraz-Anadolufeneri
Foto katkıları için Emre’ye teşekkürler.