20 Haziran 2016

[bisikletle]Türkiye: Güney (Çay-Akşehir)

23 Mayıs 2016, Pazartesi / Çay – Akşehir, 50 km. (14. gün)

Gece soğuk oldu odanın içi. Polar, çorap, kalın battaniye ile uyudum. Sabah erken uyandım. Hava yağışlı, dağın üzerinde sis var, görünmüyor bile.

Kahvaltıda Tuba Bey ile vedalaştık. Afyon’a devam etti. Koltukta oturuyor, tüm hava tahmin sitelerini tarıyorum. Kimi yağış gösteriyor, kimi saatlere göre göstermiyor. 11 gibi duruyor yağmur. İçimde bir heyecan. Gerçi böyle beklemek de adamı tembelleştiriyor. Dün sabah her şeyi toplayıp hazır olmuştum, sonra tekrar dağıtmak zorunda kaldım. Artık 4 çanta var, işler biraz daha kolay. En önemlileri üstte, sonra gelenler altta, teknik malzemeler ön çantalarda gibisinden paylaştırdım. Tabii ne nerede iyi bilmek lazım, yoksa çantadan çantaya dolanıp duruyorsun.

12.30 gibi artık yola çıkmam gerektiğine karar veriyorum. Yağış yok, olursa da yolda olur, artık yapacak bir şey yok. Yağmurun içine başlanmıyor da yolda tuttu mu bir şekilde çözüm bulunuyor. Saat 13’de pedalları döndürüyorum. Off harika. Çantaların yağmurluklarını taktım. Kendiminkilerini de arka bagaja lastikledim. Gerektiğinde hemen üzerime geçireceğim. Yağmur pantolonu olarak yanlışlıkla Firuzan’ınkini almışım, o nedenle bacakları koruyamayacağım. Akşehir 50 km uzaklıkta. Hızla döndürüyorum pedalları, [e] desteğini de açtım, oyalanmadan, vakit kaybetmeden Akşehir’e ulaşmam lazım. Yolum çok rahat, hafif bir çıkış sonrası dümdüz devam ediyor ve hafif hafif de iniyor. Rüzgar arkadan esmekte. İşlek bir yol, benzinciler, dinleme tesisleri, köyler, kasabalar geride kalıyor.

Burası kiraz diyarı, sağ sol ağaçlarla dolu, üstleri de yüklü. Yağmur telaşım olmasa göz hakkımı almak için duracağım ama...Yol kenarında kurulmuş tezgahlar, kiraz dışında başka meyveler ve yiyecekler de satıyorlar.

Sultandağı’na giriyorum. Merak ettim. Çaydan daha büyük sanırım, hatta daha bakımlı ve varlıklı gibi görünüyor. Burası da ilçe ama ÖE’si yok. Yollar parke, hoplaya zıplaya durumları. Sultandağı neredeyse yolun yarısı.

Buraya kadar asfalt pek de ahım şahım değildi. Yolda bir dalga vardı. Güvenlik şeridinde yolu kollayarak sürmek gerekiyordu. Ama şimdi yol kaymaklaştı. Yeni döşenmiş herhalde, yağ gibi kayıyor. Bu da bana daha kuvvetli basmama imkan tanıyor. Düz yolda 40-45 km’leri gösteriyor ekran. Yüksek bir ortalama ile gidiyorum, durmaksızın. Önümde gökyüzü açık görünüyor. Zaman zaman güneş bulutların arasından sıcaklığını yolluyor. Bugün kıyafetler neredeyse kışlık. Uzun pantolon, polar yelek ve kollu ceket üzerimde, kafada baf, kulaklar örtülü. İlerisi açık ama sağdan, dağların üzerinden kara bulutlar yavaş yavaş yaklaşıyor. Gelmeden yetişsem Akşehir’e.

Dereçine Kirazlıbahçe Dinlenme Tesisleri, yolun karşısında. U dönüşü atmak lazım, ulaşmak için. Devam ediyorum. Yönüm güneydoğu, rüzgar arkadan esmekte. Yolda domuz çıkabilir uyarı levhaları var. Hiç duyulmadık benzin istasyonları, JoOil(?). Ulupınar Mahallesi’nde bir başka dinlenme tesisi; Şapcı. Gene karşı yolda. Solumda, uzağımda Akşehir Gölü, su yüzeyindeki parlamadan anlıyorum. Yakınında değilim. Bilirsiniz, Nasrettin Hoca’nın “Ya tutarsa!” deyip maya çaldığı göldür bu. (33,5 km/14.15)

Akşehir Gölü, Eber Gölü gibi, Sultan dağları ile Emir dağı arasındaki çöküntü alanında yer alır.

Kapalı bir havzada bulunduğundan dışarıya akıntısı yoktur. Buna karşın suları çok az tuzludur. Kıyılardan göle karışan tatlı su kaynaklarının bolluğu, kıyılarda suyun tatlılaşmasını sağlar. Tuzluluk orta kesimlerde ve kuzeydoğuda daha belirginleşir.

Gölün geçmişte Taşköprü çayı vasıtasıyla Eber Gölü ile olan bağlantısı, Eber gölü çıkışına DSİ'nce inşa edilen regülatör ve sulama kanalları ile kesilmiştir.

Sığ bir göl olup, derinliği 2 ile 4 m arasında değişmektedir. Gölün güneydoğusundaki yaklaşık 10 km’lik kıyı şeridi dışında kalan tüm kıyıları seyrek fakat geniş sazlıklarla kaplıdır. Akarsu deltalarında söğüt toplulukları mevcuttur.

Gölün flora ve faunası, Eber gölüyle benzerlik göstermektedir. Eber gölü seviyesinde olmasa bile, yine de ekolojik olarak bol gıdalı (eutrophic) göl sınıfına girmektedir. Sazan ve turna gibi ticari önemi olan balıkların yanı sıra beş balık türü daha bulunmaktadır.

Akşehir Gölü de ornitolojik önemi büyük olan göllerimizden biridir. Eber gölünde üreyen, beslenen ve konaklayan bütün kuş türlerine burada da rastlanır.

İşte Akşehir levhası nihayet gözüktü. Şehir Merkezi sağı gösteriyor, saptım. Bir iki kişiye ÖE’yi soruyorum. Tarif üzerine, göbekten sol ve dümdüz. İşte levhası, eski cezaevinden sola dön ve önündeyim.

Yerimi ayırtmıştım. Resepsiyona gidip Melek Hanım’ı soruyorum. Başı bağlı bir kadın geliyor, kaydımı alıyor, post makinesinden 42 TL çekiyor, oda kapatırsan bunu alıyorlar. 105 noyu ayırmış. Kayıt doldururken aracınız var mı sorusuna evet diyorum. Plakayı soruyor, yoktur diyorum. Biraz hayretle bakıyor. Bisikletle geldim deyince yüzü gülüyor. Bisiye yer konusu biraz soruna dönüşmeye başlar gibi olsa da, sonradan gelen bir memur oldukça iyi niyetli ve samimi konuşması ile beni biraz sakinleştiriyor. Bazı ÖE’ler, hatta çoğu, nereye koyabilirim dediğimde hemen ilgilenip en uygun yeri gösterirler. Bazıları da bisiklete gerekli ihtimamı göstermeyip kenara köşeye, hatta dışarıya koymaya kalkışınca tüylerim dikenleşir, girişmeye hazırlanırım. Aklıma Edirne’deki DSİ geldi şimdi. Resepsiyondaki kapının önünde dursun demez mi? Bre adam bu motor mu da kapının önünde duracak? İçeride yer göster. Neyse sonunda fırçalanınca hizaya geldi ve aldı içeriye.

Oda güzel, temiz, şimdiye kadar bu turda gördüğüm en yüksek standartlı ÖE. Su sıcak, hemen altına girip nerdeyse çıkmak istemiyorum.





Tıkınmak ve dolanmak için çıkıyorum. Yörem Lokantası’nda türlü+az pilav+az yoğurt+salata=15 TL. Şef bir de çilek ikram ediyor. Sonra dolanıyorum Akşehir’de. Halkbank’ı sorarken eski Akşehir’e geldim. Yolda bazı otellerden fiyat da aldım. ÖE’den daha ucuz, daha pahalı yerler de var. Ama odaları görmedim.

Arastaymış burası. Tadilattalar. Girişte ayakkabı satıcıları, sonra helvacılar geliyor. İlkini ve 2’ncisini pas geçiyorum. Vitrinde irmik helvasını görünce 3’üncüye giriyorum. Az biraz helva yerken sahibiyle muhabbet başlıyor. Helva buranın özelliğiymiş. Peynir de yapıyorlarmış. Meşhur Helvacı Öksüzler, Muharrem Bey, samimi, konuşkan. Hacı Bekir’i anlatıyorum ona. Bilmiyormuş, Koska’yı duymuş. Ohoo, Koska seri üretim, Hacı Bekir neredeyse 240 senelik. Burada irmik helvasının kilosu 5 TL, sade tahin helvası 12 TL. Nereleri gezeyim diye sorduğumda bana arkalara girmemi, Eski Akşehir’i görmemi öneriyor. Hazır laf açılmışken Doğanhisar’ı soruyorum, nasıldır, nerede kalınır vs. Hemen orada oturan bir esnaf tanıdığını arıyor. Ama gelen haber pek umut verici değil. Otel motel yok, pansiyonlar varmış öğrenciler için, ama durumlarına ilişkin pek de olumlu laf etmiyor. Yani sürprizle karşılaşacağım anlaşılan.

Eski yerleşimi dolaşıyorum. Devlet veya belediye restore etmeye başlamış evleri, zanaatkarlar yerleşmiş. Bir sahaf ile konuşuyorum. Hemen karşısında Etnografya Müzesi, ama saati geçtiğinden kapalı. Daha ileride Akşehir Evi diye bir yer varmış, oraya gitmemi öneriyor ve elime bir broşür sıkıştırıyor.


Burası Ulu Cami Mahallesi, camiye giriyorum. Elimdeki belediye broşüründe “cami güneyden kuzeye doğru genişleyen harim ile kuzey duvarı boyunca uzanan son cemaat yeri ve bunun önündeki, yamuk planlı avludan ibarettir. Çini mozaik tekniğinin uygulandığı mihrabı, kesme taşlarla örtülü kare kaideden sonra gelen, çinili sekizgen pabuç üzerine silindirik formlu tuğla minaresi ile Selçuklu eseri özelliklerini gösterir. Yapının tek kitabesi minarede yer alır. Minare kitabesine dayanılarak yapının, 1213 tarihinde veya birkaç yıl önce inşa edildiği kabul edilmektedir” denilmekte.

Yürümeye devam. Kız çocukları laf atıyorlar, “vat iz yur neym?”. Pek oralı olmuyorum. Hafiften çiselemeye başladı. Dam altına sığınıyorum, Akşehir Evi nerede acaba?

Akşehir Evi’nde de bir konaklama imkanı var. Butik otel tarzı bir yer, Hasan Muallim Konukevi. Bir sade kahve eşliğinde (2,5 TL) yağmurun dinmesini bekledim. Şimdi ÖE’nin dönüş yolundayım. Hoşuma gitti buraları.

Yarın Atatürk Müzesi, Etnografya Müzesi, Nasrettin Hoca Türbesi, Kapalı Cezaevi gibi yerleri gezmeyi düşünüyorum. Yani bir gün daha kalacağım. Doğanhisar Belediyesi’ni de arayıp kalma durumunu sormayı unutmayayım.
Nasıl bir ilçe ki oteli yok?!!

O.K. tek 120-/çift 150-










O.K. tek 30-/çift 60-
O.K. tek 60-/çift 110-



O.K. tek 40-/çift 70-
O.K. tek 70-/çift 130-/150-










Çay-Sultandağı–Akşehir

Tur tarihi: 23 Mayıs 2016
Kat edilen mesafe: 50,76 km.
Ortalama hız: 25,3 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 2 sa. 0 dk., dışarıda geçen süre 2 sa. 4 dk.  
En yüksek sıcaklık 24 ˚C, en düşük 12 ˚C, ortalama 15,7 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 251 m, kaybı (iniş) 252 m.
En düşük irtifa 979 m., en yüksek 1069 m.

Garmin yol bilgileri Çay–Akşehir

Tur bilgisi: 1022 m’de başlayıp 1022 m’de biten, ilk çeyrekte 1068 m’ye çıkan sonrasında düz devam ediyor. Sultandağı’na kadar dalgalı asfalt, sonrası kaymak.

Akşehir ÖE 0332-8136310

















Akşehir 


Yörem Lokantası, Akşehir




Arasta girişi, Akşehir


Arasta, Akşehir




Meşhur Helvacı Öksüzler, Akşehir





Sahaf, Akşehir


























Etnografya Müzesi, Akşehir 



Ulu Cami, Akşehir



Ulu Cami içi, Akşehir



Etnografya Müzesi, Akşehir 












Akşehir Evi




Akşehir Evi



Kapalı Cezaevi, Akşehir




Kapalı Cezaevi, Akşehir
























24 Mayıs 2016, Salı / Akşehir (15. gün)

Kahvaltı 9’da bitiyordu, ben 20 kala vardım salona. Fazla zengin olmayan bir ikramla karnımı doyurdum. Hava güneşli bugün, dün bazı çamaşırları yıkamış balkona asmıştım. Güneş bunları tüm gün boyunca kurutur artık. Şehir turuna çıkıyorum. İlk iş hocanın türbesini görmek. Mezarlığın içindeymiş. Çevresi açık, ama kapısında kilit var. Tam hocaya uygun yapılmış. Broşürde ”günümüze büyük değişiklikler geçirerek ulaşan türbe, iki bölümden oluşur. 14. yy’da yapılmış ve 6 yuvarlak sütün üzerine oturmuş iç bölüm. Sonradan dışa, 12 desteğe oturan revak görünümlü çokgen dış bölüm” denilmekte.

Nasreddin Hoca (d. 1208 - ö. 1284) Yaşadığı dönem, doğum ve ölüm yılları, tarihî kişiliği ve ailesi hakkındaki bilgiler tartışmalıdır. En önemli kanıtlar Akşehir’deki türbesi, soyundan geldikleri söylenen kişilere ait mezar taşı kitâbeleri ve adına kurulmuş olan vakıfla ilgili Fâtih Sultan Mehmed devrine ait bir arşiv belgesidir. Pertev Naili Boratav Nasrettin Hoca’nın Fatih zamanı devlet adamlarından İstanbul kadısı Hızır Bey’in atası olduğunu ve Sivrihisar’da yaşamış olduğunu belirtir. İbrahim Hakkı Konyalı ise Akşehirli olduğunu iddia eder. Azerbaycan Türkleri arasında da Hace Nasıreddin Tusi adlı efsanevi karakter vardır. Özbekler Nasrettin Hoca’nın Buharalı olduğuna inanır. Mikail Bayram Nasrettin Hoca’nın Ahilik teşkilatının kurucusu Ahi Evren ile aynı kişi olduğunu iddia eder. İtalya'nın Sicilya Adası halkı arasındaki fıkralarda devamlı ismi geçen "Giufà"" karakterinin de Nasreddin Hoca hikayelerinden alınmış olduğu bilinmektedir.

Sonra devam ediyorum, yolda bir beye bazı yerler sorarken sohbete dalıyor, beraber yürüyoruz. Ben de o tarafa gideceğim, gelin diyor. Yolda bana bazı yerleri gösterip izahat veriyor. Gülmece Parkı’na giriyoruz. Ne güzel düşünülmüş, tiyatro, sinema, karikatür alanında ünlülerin büstleri dizili. Parkın içinde Akşehir Kültür Merkezi de bulunuyor, sinema ve konferans salonları, restoran gibi yerler var içinde.

Çarşıya doğru yürümeye devam. Yol boyunca da kendisine ilişkin bilgiler öğreniyorum. Mehmet Bey emekli sınıf öğretmeni. 50 yıldır  Akşehir’de. Antalya doğumlu, Polatlı nüfusuna kayıtlı. Kültürlü bir bey. Akşehir’e ilişkin aydınlatıcı bilgiler veriyor. Akşehirli kendisine Konyalıyım demez, Akşehirliyim der diyor. İnsanlar demek ki sahip çıkıyorlar şehirlerine.

Akşehir Batı Cephesi Karargahı Müzesi’ndeyim. Çok etkileyici bir mekan. Fotoğraflar, silahlar, yazışmalar, krokiler, giysiler ve Atatürk’e ait pek çok özel eşya sergileniyor. Bina, 1905 tarihinde belediye binası olarak yaptırılmış. 1921’de Kurtuluş Savaşı’nın başlamasıyla Alagöz’deki Batı Cephesi Karargahı Akşehir’e taşınınca orduya tahsis edilmiş ve karargah görevini sürdürmüş. Büyük Taarruz Kararları’nın alındığı yer burası.








Müzeden edindiğim bir rehber harita ile devam gezmeye. Taş Medrese ve Müze’ye geldim. Ama müze (Sahip Ata Medresesi olarak bilinmekte) tadilatta (pek çok yer tadilatta, ciddi bir çalışma var Akşehir’de). Hava ısındı, üzerimdeki rüzgarlığı çıkartayım. Dolaşırken etrafı da inceliyor, insanlara bakıyorum. Başı kapalı kadından çok açık olanları görmek içimi rahatlatıyor.

Etnografya Müzesi de ayrı bir keyif. 3 katlı binada arkeolojik çağlar boyunca çeşitli objeler sergilenmekte. 1914 yılında Rüştü Bey tarafından konak olarak yaptırılan yapı simetrik tasarlanmış. Pazartesi dışında her gün geziliyor.

Tüm sokaklarda tadilat çalışması var. Binalar ahşapla giydiriliyor. Bittiğinde herhalde göze hoş gelecektir. Tahminim Beypazarı benzeri bir yer olacak.  Seyit Mahmut Hayrani Türbesi (1268), hemen yanındaki Ferruh Şah Mescidi, ki burası Timur’un Yıldırım Beyazıt’ı esir ettiği yer olarak düşünülüyor (Yıldırım Beyazid 8 Mart 1403’de 43 yaşındayken Akşehir’de neden olduğu hala bilinmeyen gizemli bir şekilde ölmüştür. İbni Arapşah eceliyle öldüğünü yazar. Bazı kaynaklara göre; Timur’un beraberinde Orta Asya’ya doğru Hazar Denizi kıyılarından geçerek götürülmek isteniyordu ve en yakınlarından uğradığı ihanete dayanamayan I. Beyazid hastalandığından bırakılarak tedavisi için geriye gönderildiyse de vefat etmiştir... denilmekte yanındaki levhada). Tarihi kilisenin durumu kötü, umarım en kısa zamanda ele alırlar, yoksa yıkılıp gidecek. Vakti zamanında Akşehir’de Rum ve Ermeniler de varmış. Akşehir deresinin suyu fazla değil ama akıyor. Küçük Ayasofya (1236) ve Güdük Minare (1227) mescitleri sonrası N.H Evi’ne giriyorum. 2006 yılına kadar sağlık ocağı olarak kullan bu ev Küçük ailesi tarafından belediyeye bağışlanmış ve bugün bir şirket tarafından toplu yemekler/toplantılar için kiraya veriliyor.

Muharrem Bey’in (Öksüzler Helvacısı) dükkanına doğru ağır ağır yürümekteyim. Kendisini kadayıf hazırlarken buluyorum. Kışın soğukta belki daha rahat, ama sıcakta, bir de ocağın ateşi eklenince... zor iş. İlk defa kadayıf hamurunun hazırlanışına tanık oldum. 2,20 çapında altında ateş yanan bakır tepsi döndürülüyor hızla ve üzerine pek çok deliği olan bir kaptan sıvı hamur akıtılıyor. Döndüğünde tepsi, ortadan dışa doğru kadayıf hamuru tel tel akıyor ve altta yanan ateş sayesinde kuruyor. Sonra tepsiden dışarıya alınıp bu işlem defalarca tekrarlanıyor.

Oğullarının işlettiği, 10 metre ilerideki dededen kalma dükkana gidip tahin+köpük helvası tadıyorum (5 TL). Beraberinde taze pide ile. Yan masadaki beyden görüp, hemen istedim. Açgözlülük ;)) Böyle lezzet yok, tam bisikletlik, ye ve yola çık. 100 km rahat gidersin. Dükkanda başkaları da var. Aslen buralı olup Ümraniye’de dişçilik yapan İbrahim Bey ve hanımıyla, 69’da Hollanda’ya gitmiş emekli işçiyle güzel bir muhabbet sürmekte. Bol bol eskiler anlatılıyor, TR’deki sağlık hizmeti, diş tedavisi üzerine konuşuluyor.

ÖE’ye döndüm. Sabah aradığım Doğanhisar Belediyesi’ndeki Selçuk Beyi tekrar arıyor, yer konusunda bir gelişme olup olmadığını soruyorum. Olumsuz yanıt alınca rotada değişiklik yapıp, Şarkikaraağaç üzerinden Beyşehir’e gitmeye karar veriyorum. Daha önce Firuzan’la Şarkikaraağaç’ta kalmıştık, güzel de bir lokantası vardı. Bu sefer ÖE’de kalacağım, yerimi ayırttım bile, 30 TL.

ÖE’ye dönerken yol üzerindeki, Akademik Kulübü’nün girişimiyle ziyarete açılmış Eski Cezaevi’ne de girdim. Bir hayli fazla ilgi vardı mekana. Zindan denilen yer beni fazlasıyla etkiledi. 2 m2 yerde pencere yok, ışık girmiyor, bir gider ve bir lavabo, boylu boyuna uzanacak genişlik bile yok.

Doğanhisar nasıl bir yer aslında çok merak da ediyorum. Oteli, kalacağı yeri olmayan bir ilçe. Belediyenin bir misafirhanesi var, o da erkenden ayırtılmış. Böyle giderse kimse gelmez ilçeye.

Tekrar çıktım dolaşmaya. Devlet Hastanesi, Yeşil Vadi gibi dış mahalleleri minibüsle dolaşıp, merkezde farklı yolları adımlayarak, fotograf çekerek vakit geçmekte. Akşam üstü Muharrem Bey’in dükkanına son bir ziyaret. İrmik helvası ve sade kahveyle ağız tatlandırma. Burada her şey çok ucuz, helva 2, kahve 1 lira. Kapı önünde bolca sohbet, ülkenin başındaki olumsuzluklar karşısında duyulan endişe ve çaresizlik, Akşehir’in Konya’ya tabii olması, dün ve bugün farkları gibi konular. Muhabbet Sahaf Mehmet Bey’in de katılmasıyla daha da renkleniyor. Akşehir’de yamaç paraşütü de yapılıyor. THK ve Uluslararası Hava Sporları Federasyonu (FAI) tarafından tescillenmiş kategori 2 (Cat 2) ile uluslararası boyut kazanmış.

Migros’tan alınan yolluk ve Cumhuriyet gazetesi (nedense Migros bana aile yakınımı görmüşüm gibi bir duygu veriyor) ve dönüş yolumda gene dünkü lokanta, Yörem Mutfağı’na uğrayıp aynı mönüyü tekrarladıktan sonra yarınki yol hazırlığına başlamak üzere ÖE’deyim.

Nasreddin Hoca Türbesi, Akşehir




Gülmece Parkı, Akşehir


Batı Cephesi Karargahı Müzesi, Akşehir



















Şifa Hamamı, Akşehir


Şifa Hamamı, Akşehir


Batı Cephesi Karargahı Müzesi, Akşehir



Taş Medrese ve Müze, Akşehir





Etnografya Müzesi, Akşehir





















Seyit Mahmut Hayrani Türbesi, Akşehir






N.H Evi, Akşehir



Küçük Ayasofya Mescidi, Akşehir 


Küçük Ayasofya Mescidi, Akşehir 


Güdük Minare Cami, Akşehir 


Güdük Minare Cami, Akşehir 


Tahin + Köpük Helvası, Meşhur Helvacı Öksüzler, Akşehir


Kapalı Cezaevi, Akşehir






Kileci Mescidi, Akşehir 





İrmik Helvası, Meşhur Helvacı Öksüzler, Akşehir






Yörem Lokantası, Akşehir





































16. gün (devamı) Akşehir–Şarkikaraağaç – 12. gün (öncesi) Emirdağ–Çay