27 Haziran 2017

[bisikletle]Türkiye: Hititlerin İzinde (Elâzığ–Tunceli)

31 Mayıs 2017. Çarşamba / Elâzığ – Tunceli, 78 km (25. gün)

Uyanmam, hazırlanmam ve yola hazır olmam ile 8.40’da DSİ’den ayrılıyorum. Çıkmadan yanımdaki peynir ve pideden biraz mideye atarak açlığımı da yatıştırmıştım. Bugün Pertek yolcusuyum, fazla uzak değil, 30 km gibi. Hava açık, artık yelek inceldi. 25-27 derece olacağı söylenmekte. Ama saat 14 gibi bir sağanak, hatta yarın da olacağı tahmin ediliyor. Yağmura yakalanmadan hedefime ulaşabilmek için erken hareket ettim.

Fevzi Çakmak Mahallesi Ehlibeyt Cemevi geçildi. “Eşit yurttaşlık istiyoruz. İnancımız ayrımcılığa uğramasın, ibadethanelerimiz tanınsın, çocuklarımız asimile edilmesin, dergahlarımız geri verilsin istiyoruz” diyordu Pir Güzelgül mart ayında İstanbul’da gerçekleşen Alevi Bektaşi İnanç Kurulu’nda.

Elazığ sonrası bir tırmanış başlıyor. %6-7-8 gibi çıkıyorum. Elazığ geride kalmakta, evler uzaklaşıp küçülmekte. Solda (il dışı oluyor) Windyhill isminde bir otel tamamlanmak üzere. Rüzgarlı Tepe, Elâzığ ayağının altında. Acaba hangi düşünce ve sebeple burayı seçtiklerini düşündürüyor insanı.

Uzunca bir tırmanışla 1337 m’lere çıkmış oluyorum. Araçlar daha çok karşı yönden geliyorlar. Yol tek şerit. Asfalt iyi, 1. sınıf, kaymak değil ama. Güvenlik şeridi yok.

Şimdi çıktığımın inişi başlıyor. Güzel bir iniş, kanat takmış gibi uçuyorum. Arada sert dönüşleri geniş alamazsam frenlemek durumundayım. Ya bu disk frenleri de anlayamadım, sıktıktan sonra bırakınca zırt zırt sürtünme sesi geliyor. Sanki balatalar tam geri gelmiyor gibi.

Bir sürü ki ne sürü! 600 baş koyunu varmış, çobandan öğreniyorum. Yolu geçmekteler. Bu arabalar da öylesine sabırsız davranıyorlar ki, illaki ağır ağır içine girecek, hayvanı korkutup kaçırtacak. Bir dakika bile değil beklemesi gereken zaman. Lanet okuyasım geliyor içimden.

12 km kadar indim. Çok keyifliydi, hani neredeyse iskeleye kadar sürecekti. Hava da etraf da çok güzel. Fazla yüklü bir trafik yok. Bağlar var buralarda, uzaklarda düzenli diziler görmekteyim. 18,4. km, Şükrü Baran Bağları, 2 km içerde olduğunu gösteren tabela dikilmiş yol kenarına. Elazığ’da 68 yıllık Tekel şarapçılık tesisleri vardı özelleştirilmeden önce. Türkiye’nin belki de geçmiş kültürüyle bağlantısını oluşturan Boğazkere ve Öküzgözü üzümleri işlenirdi.

Kayra'nın şaraplarını yapan önolog Kaliforniyalı Daniel O'Donnell; Elazığ'da Şükrü Baran'ın bağını örnek gösteriyor. İtalya'daki Toscana bölgesini hatırlatan bağ için Kayra'nın üst şirketi Mey İçki'nin CEO'su Galip Yorgancıoğlu, 'Bu bağ muazzam. Öküzgözünün gerçek değeri bu bağda ortaya çıkıyor' dedi.

Tek bağ şarapçılığı. Tek bağdan üretim ile her bağın farklılaşan özellikleri üretilen şaraba yansır. Tek bağdan elde edilen şaraplar ve tek çeşit üzüm şarapları gerçek bir şarap yapım deneyimi sunuyor. 

Solda araç bekleyen köylüye “al bir bisiklet yaya kalma rahat et” diye takılıyorum. “Güzel de bir yere çarparım ben“ diye cevap veriyor :)) Aralıklarla 2 zırhlı araç geçti karşı yönden. (24,5 km/10.05/%20 tükendi). Feribota daha gelmedim. Düşünüyorum acaba devam mı etsem Tunceli’ye?

Ve Keban Baraj Gölü’nün suları görünüyor. Burası Türkiye’nin Atatürk Baraj Gölü’nden sonra en büyük yapay gölü. Ortasında kalmış ada üzerindeki Pertek Kalesi. İleride bir tepe, buradan o da bir kale kalıntısına benziyor. Keban Barajı bazı şeyleri yutmuş. Su ürünleri çiftlikleri kurulu. Süleyman Demirel’in kısa adı ‘GAP’ olan Güneydoğu Anadolu Projesi kapsamında ‘7 Küpeli Gelin’ olarak nitelendirdiği Fırat Nehri üzerinde Elazığ’da Keban Barajı, Malatya ve Elazığ’da Karakaya Barajı, Adıyaman ve Şanlıurfa’da Atatürk Barajı, Şanlıurfa’nın Birecik İlçesi’nde Birecik Barajı ve Gaziantep’te Karkamış Barajı yapılmış, nehrin sularını taşıyan birbirine paralel toplam 52 kilometre uzunluğundaki 2 Şanlıurfa tüneli ile su Harran Ovası’na ulaştırılmıştı diye yazmakta Hürriyet. Ve feribot iskelesi görünüyor. Güvenlik kontrolünden geçiyorum. Kimliğime bakılıyor. 15 dk sonraki gemiyi beklerken bir çay ve bekleyen vatandaşlarla şakalı sohbetler. Hoş insanlar, samimi. Çaycı yüksek lisan yapıyormuş Elâzığ’da, üniversitede. Güler yüzlüler hepsi, birbirlerine takılıyorlar. Ne zaman bununla güvenliğe gelsek bizi geçirirler ona mutlaka kimlik sorarlar diyorlar şakayla karışık Sadri Alışık durumları.

Gemi eski bir çıkarma gemisi, yayadan para almıyorlar, benden de. En dibe sabitleyip güverteye çıkıyorum. Etrafı seyrederek 15-20 dk’lık yolculuk sonrası Pertek iskelesine yanaşıyoruz. Burada kaplıcalar ve içmeler var, termal otel, odalar, havuzlar, villalar yapılmış. Bir turizm faaliyeti başlamış veya zaten vardı.

Bolluk ve bereket sembolü olarak kaleye dikilen kuş heykeli, Pirtek olarak isimlendirilmiş ve yöreye de bu isim verilmiştir. Zamanla isim Pertek olarak değişime uğramıştır. 

Selçuklular ve Osmanlılar döneminde ilçe, çok canlı bir kültür ve sanat merkezi haline getirilmiştir. Kale, han, hamam, camiler, medreseler ve aşevlerinden oluşan bir külliyeye sahip olan Pertek aynı zamanda bir eğitim merkezi de olmuştur.

Bu tarafta da güvenlik önlemleri alınmış. Dev beton bloklar, hafif zırhlı araçlar. Çeşmede suyumu doldurup, Pertek hafif yüksekte, tırmanıyorum. Ancak saat çok erken. Ne edeceğim acaba Tunceli’ye mi devam etsem, bir 50 km daha çekilir mi gibisinden düşünceler sonucu, hadi bas oğlum, turun sonuna yaklaşıyorsun diyerek Tunceli ÖE’yi arayıp 3 geceye çıkartıyor, Pertek ÖE’yi de iptal ediyorum.

Bu işlemleri yaparken yanıma yanaşan bir araç içindekiler meraklı sorular sorarak sohbet açıyorlar. Polislermiş, siviller, İstanbul’da görev yapmış birisi, yakında Balıkesir’e tayini çıkmış, diğerinin de İstanbul’a. Hoş sohbetler, samimiler ve yapabilecekleri bir şey var mı diye de soruyorlar. Teşekkür ediyor ve hafiften başlayan tırmanışa geçiyorum. (31. km/11.20/%40 tükendi).

Etraf bir güzel ki sormayın, baraj gölü kah arkamda kah yanımda kalıyor. Yolun durumu kaymak asfalt. 6 km’dir eğim %7 gibi sürmekte. Rüzgar arkadan esmekte. Ama Elâzığ’daki bisikletçiler de, gemideki ve çaycıda bekleyenler de, yol çalışmasının çokça olduğunu söylemişlerdi. Evet bozuk bölümler geldi, toprak yol, geçenler tozutuyorlar. Solda asfaltlanmış ama açılmamış bölüme kaçıyorum. Birazdan asfalt bitiyor, altındaki zemin hazırlık bölümü geliyor. Burası sıkıştırılmış bir malzeme. Ama sert olmadığından teker iyi kayamıyor. Toprak yolda daha kolay ilerleniyor, neticede sert toprak. Öyle böyle zaman zaman yolun solundan giderek tırmanışım sürüyor. (37. km/11.50/%60 tükendi). Hava sıcak ama, burnumdan ter damlamakta. Bir fotoğraf almak için durduğumda siyah bir kaplumbağa VW içinden İngilizce konuşan sonra Türkçeye dönen, motorcu da olduğunu öğrendiğim Salih Bey’le tanışıyor, fotolar çekiyor, harita üzerinden gelinen yollar paylaşılıyor. Plastik cerrahi tıbbı malzemeler pazarlamaktaymış. Nişantaşı’nda yeri. Hemen iki isim soruyorum ve Dr. Zafer ve Dr. Orhan tanıdık çıkıyor.

Yol çalışması bölüm bölüm sürmekte, ekipler taş, kum gibi malzemeleri boşaltmakta, dizmekte, yaymakta... Bir hummalı çalışma sürüyor buralarda. Tabii hızı kesiyor, sarsıntı yaratıyor ama öyle veya böyle mesele geride kalıyor. 1526 metreye çıktım, 14 kilometreye yakın tırmandım, yüzde yedi ile. Şimdi bir iniş sonra küçük bir tırmanış daha varmış. Nihayetinde Tunceli’ye iniş olacak.

Eski yoldayım. Tek şerit, dalgalı, çatlak, yamalı yani köy yolu. Fakat daha güzel yakışıyor çevreye. Daha basit bir görünüm veriyor. Araçlar da ona göre hareket ediyorlar. Sıkça canlı hayvan taşıyan, boş mu dolu mu anlayamadığım TIR’lar geçmekte. Tunceli coğrafi yapısından ötürü, tarıma elverişli olamadığından, küçük-büyük baş hayvancılığın gelişmiş olduğu yazıyordu araştırmalarımda.

(50. km/13.00/%80 tükendi). Acıktım, yanımdaki 4 hurmayı indiriyorum mideye. Müthiş bir lezzeti var. Elazığ Kapalı Çarşısı’ndan almıştım. Fiyatı da müthiş ama, 50-TL/kg.

Ve hızlı bir iniş başlıyor, ama ne iniş ki sormayın. Yolun durumu kendini salıvermeye pek müsait değil, asfalt eskimiş, frenlemek gerekiyor, yoksa asfalt üzerindeki yapışık parçalar acayip sarsıyor ve ses çıkartıyor.

Demişlerdi bir tırmanışın daha olacak diye, onu da halledip artık Tunceli’ye kadar inersin. Aynen oluyor, uzaktaki mavilik yavaş yavaş yaklaşmakta ve büyümekte. Güzel peyzajlar çıkıyor önüme, duruyor fotolar alıyor, bazılarını Firu’ya yolluyor bazılarını ileride kullanmak üzere saklıyorum. Ama uzaktan da kara bulutlar yaklaşmakta. Adamların dediği gibi mi olacak, sağanak mı gelecek? Şimdi 20 km kalmış bir de üst baş değiştirmek hiç mi hiç istemiyorum. Uzakta şimşekler çakıyor. Bataryanın da sonu geldi, azaldıkça önlem olarak desteğini hafifletiyor. Tamamen bitmeden değiştiriyorum (67,4 km) ve High konumda hızla ÖE’ye ulaşmaya çalışıyorum. DSİ geliyor, alternatif olarak burası da olurdu ama çok dışarıda. Benzincide bir soda molası, ÖE merkezdeymiş, köprüden sonra soldan rampayı çık görürsün deniliyor. Buraya yağmaz diyor benzinci, orman kendine çeker. Umarım öyle olur, bir iki minik damla yüzüme düştü ama.

Hızla ve en yüksek destekle rampayı tırmanıp ÖE’yi bulup resepsiyondayım. Ohh be! 45-TL, O.K gecesi burada, nakit alıyorlar. Üzerimde vardı bu iş için ayırdığım. Çiçek Hanım bisi için köşeyi gösteriyor. Eşyaları 2. kata, penceresinin birisinin lokanta içine bakan 7 no’lu odaya yerleşiyorum. Yarın sizi daha rahat bir odaya alırız diyorlar. Duş sonrası biraz ayakları uzatmaca, 80 km tuttu bugünkü yol, sıcaktı da, yüzümden damla damla terler aktı. Sonra seneler önce bir turumuzda Didim’de tanıştığımız Tuncelili dostlarımızdan Öznur Hanım’a mesaj çekip geldiğimi duyuruyorum. Ve karnımı doyurmak için girdiğim 2 lokantada pek bir şey bulamayıp üçüncüde (Eylül) mercimek ç.+yoğurtlu patlıcan+az pilav+çoban s.+ayran+su=19 liraya tıka basa doyuyorum. Fazla bile geldi bu kadar yemek, patlayacak vaziyette biraz sokaklarda dolanırken Öznur Hanım arıyor ve çok yakında olduğundan buluşup kısa bir süre parkta oturup sonra da arabasıyla Munzur Suyu boyunca biraz sürüp Alevilerin kutsal saydıkları mum diktikleri bir yere gidip, bırakılan 1 lirayı alıp (karşılığında 1 lira bırakarak) ve nehir kenarı Dikilitaş Lokantası’nda bir kahve ve bira ile sohbeti sürdürüyoruz. Gerçi daha çok ben konuşuyorum. Hem adetlerini merak ediyor hem yaşam tarzlarını. Ancak şu apaçık belli ki çok daha açıklar, çok daha aydınlar, çok daha rahatlar. Sünnilerin sıkışmış, kapanmış halleri yok. Bunu sokakta, meydanlarda, parklarda da net bir biçimde görüyorsun. Her şeyden evvel, rahatlar, kendilerinden eminler, özellikle kadınları.








Bu arada Munzur Suyu boyunca giderken geçtiğimiz güvenlik noktasını kolayca tanıyorum. Daha 1 ay önce burada kendini patlatan bir teröristle çıkan çatışmanın videosu vardı.

Hafif bir yağmur var, damlalar arabanın camını ıslatmış. ÖE yakınında ayrılıyorum Öznur Hanım’dan. Bir markette çikolata ve kuruyemiş alıp ÖE’ye dönüyorum. Yarın 10’da Ovacık minibüsüne yer ayırttım, 1 saat sürüyormuş, 12 lira galiba. Gözeleri gezip akşam üstü döneceğim. Zamanın daha çok olsaydı bisikletle gitmek isterdim ama hafta sonu İstanbul’da olursan rahat edeceğim.


Peki kimlerdir Hititler? (23)

II. Şuppiluliuma. MÖ 1215 yılında IV. Tuthaliya’nın ölümünden sonra tahta III. Arnuvanda geçti. Ancak bir yıl geçmeden öldü ve yerine kardeşi Şuppiluliuma geçti. Ama Şuppiluliuma’nın tahtın yasal varisini çiğnemekle suçlandı. Şuppiluliuma bir varis olmadığını ve Arnuvanda’dan hamile bir kadın olmadığını söyleyerek bir haksızlık olmadığını belirtiyordu.

Kraliyet ailesi içinde bölünme giderek büyüyordu. Bu sebeple Şuppiluliuma herkesten bağlılık yemini etmesini ve sadece kendisini büyük kral olarak tanımlanmasını istiyordu.

Yurt içindeki istikrarsızlık, yurt dışına da yansımaya başlamıştı. Kragamış sözde Hitit uydu krallığıydı ancak Kargamış kralı Şuppiluliuma ile eşit konumda bir ortaktı.

Ugarit kralı Amurapi, Mısır’ın yeni firavunu Merenptah’a yazdığı mektupta, Amurapi’nin atalarının Mısır vasalı olduğu yazıyordu. Daha sonra Amurapi evli olduğu Şuppiluliuma’nın kızından boşanmak istedi ve onu kovdu. Ancak Şuppiluliuma Ugarit kralına muhtaç olduğundan bir şey yapamadı.

O sıralarda II. Şuppiluliuma’nın imparatorluğunda bir kıtlık yaşanıyordu. Merenptah, Hattuşa’ya bol miktarda tahıl gönderdi. Hititler Ugarit’ten 450 ton tahılın taşınması için gemilerin hazır edilmesini istiyordu.

Akdeniz’in kuzeyinde korsanlık yapan Sikila Adamları bu tahıl sevkiyatı için bir tehdit oluşturuyordu ancak çıkan savaşı Hititler kazandı ve tehlikeyi bir ölçüde frenledi.

II. Şuppiluliuma Viyanavanda, Tamina, Masa, Lukka ve İkuna ülkerini fethetti. Yapılan bu sefer, başına buyrukdavranan bir vasalı hizaya getirmek değildi. Bu bir iç savaştı. Şuppiluliuma bu zaferle imparatorluğun kontrolünü yitirmemişti ama sadece yıkılmasını ertelemişti.

II. Şuppiluliuma döneminde Hattuşa’da bolca yapı kompleksi inşa edildi. Ancak yeni inşa edilen iki yapı ise, çok farklı olayların habercisiydi. Kral Kapısı’ndan Aslanlı Kapı’ya kadar, kentin güney kısmı tamamen, ikinci bir surla çevrilmişti. Sfenksli Kapı’nın bulunduğu tepeye yapılan bu surlarla kapının önü kesilmiş ve bu görkemli yapı işlevsizleştirilmişti. Eski görüntünün önünü kapatan bir yapıyla birlikte tahıl ambarlarına artık korunaklı bir yoldan ve bir kapıdan ulaşılıyordu. Bu şekilde sadece dışarıdan değil, sanki halkın tahıl ambarlarından uzak tutmak istermiş gibi, kentin içinden de tahıl ambarına giriş güçleşmişti. Kısa bir süre önce görkemli bir görüntüsü olan kent, kendi halkına yönelik savunma önlemleriyle donatılan bir kent olmuştu.

II. Şuppilulima, yönetim kadrosuyla beraber sarayı başka bir kente taşımışlardır. Hattuşa’yı yıkılmak üzere başıboş bırakmış ve kaderine terk edilmiştir.










Elazığ - Tunceli
Tur tarihi: 31 Mayıs 2017
Kat edilen mesafe: 78,63 km.
Ortalama hız: 17,1 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 4 sa. 35 dk., dışarıda geçen süre 5 sa. 49 dk. 
En yüksek sıcaklık 35 ˚C, en düşük 20 ˚C, ortalama 28,3 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 1743 m, kaybı (iniş) 1851 m.
En düşük irtifa 821 m., en yüksek 1552 m.

Garmin yol bilgisi Elazığ-Tunceli

Tunceli ÖE 0428-2121194




Haydi bakalım; tırmanış




RüzgarlıTepe oteli bu oluyor




Neredeyse feribota kadar iniş başlıyor


Böylesine büyük sürü görmedim





Su havzası göründü bile







Biri belediyenin diğeri özel şirket feribotları




Yayalardan ücret almıyorlar, bisikletten de almadılar




Baraj gölünün ortasında kalmış antik kalıntı


Karşısı Pertek



Kaplıcalar




Ve tırmanış başlıyor





Yol çalışması tırmanışı zorlaştırıyor





Yüksel yüksel, baraj gölü uzaklarda kaldı


Bitmeyen yol çalışması




1526 m’ye çıktım, 14 km’ye yakın tırmandım


Eski yol başladı, dar ama keyifli









Şimdi Tunceli’ye doğru inilecek



Ufukta Tunceli




Hava kapadı, yağmadan varabilsem!







Kontrol noktasına yaklaşıyorum

Tunceli    






Eylül Lokantası




Munzur




Munzur coşkulu akmakta


Dileğin biraz yavaş olacak, ama sonu aydınlık

Tunceli by Night    


































































26. gün (devamı) Tunceli II