14 Eylül 2017

Kapımın Önünden Geçsin...


Tembellik aslında tam bir hareketsizlik durumu değil, “dengesiz yapmalar” bütünüdür. Tembeller, yapılması gereken bir şey dururken, yapılmaması gereken şeyleri yapmaya başlarlar. Çünkü yapılması gereken işi yapmak istemediğinden ya tembellik yaparak o işi erteleyecek, ya da biraz olsun yapmayı sevdiği başka bir işle uğraşarak o durumu atlatacaktır. Yâni tembel aslen, “yapılması gereken işi yapmayan”dır denilmiş. Farsça olan “tembel” kelimesi; “iş görmeyi, çalışmayı sevmeyen, çaba göstermekten, sıkıntıdan kaçan kimse, haylaz” diye geçer TDK sözlüğünde. Biz de tembel olmayan arkadaşlarla sezonun ilk turunda buluştuk; Serhan, Haluk, Levent, Nurhan, Ömer, Ümit ve Gültekin ile. Havalar halen sıcak. Rüzgar da yok. Beşiktaş’tan başladık Sarıyer’e doğru pedallamaya. Artık öylesine çok bisikletli var ki. Hızlı gidenler, grup olarak pedallayanlar, tek dolaşanlar, geçerken birbirini selamlayanlar... Sanırsınız İstanbul bir bisiklet kenti. Ama değil tabii. Bisikletli olarak bu metropolde cambazlık hünerlerimiz ve korkusuzluğumuz olmasa binmek mümkün değil. Bir yabancı geldiğinde gözleri fal taşı gibi açılıyor, trafiği gördüğünde.












Gültekin bugün çok hızlı, tutmayın beni durumlarında. İki ay önce talihsiz bir şekilde ayağı kayıp bileğini kırmış(tı). Sıkıntıyı geride bırakmış ama gene de dikkat etmeli. Bir de önümüzdeki hafta yurtdışı turuna çıkacağını düşünürsek. Ömer yeni bir bisikletle geldi, karbon bir Giant. Çok şık bir şey. Disk frenler falan. Yakışmış. Bunu hafif olduğundan rahatlıkla sırtlayıp eve çıkarabiliyorum diyor. Ehh, karbon almak için iyi bir neden. Serhan zaten eski yarışçılardan. Levent de artık öyle. Gerçi arada aynalar-kapılar önlerine çıkıp yoldan çıksalar da. Haluk müthiş kuvvetli pedal basıyor. Sanki bisikletinde motor var. Yoksa sele borusuna gizlice yerleştirdi mi? Nurhan ise uzundur yoktu. Meğer iletiler ulaşmıyormuş. Sebebini bulduk ama. Şimdi her pazar birlikte olacağız. Ümit her daim geç kalıyor. Sanırım uyanma sorunu var. Ama neticede yetişiyor, biraz bekletse de. Ancak dikkat, gömebilir. Vukuatı çok.

Çayırbaşı, her zaman mola verdiğimiz kahvedeyiz. Çaycının kardeşiymiş bugün bakan. Bizi tanımadığından masa-sandalye çıkarma konusunda biraz nazlanıyor. Şikayet etmişler kahveyi bu konuda. Ama yandaki lokanta da onların, orayı kullanarak güzelce yerleşiyoruz. Kahvaltı etmemiş olanlar aldıkları/getirdikleriyle karın doyurmaktalar. Çaylar boşalıp doluyor. Sohbet, gırgır, fıkralar bolca. Uzun zaman oldu, koca yaz görüşmedik. Anlatılacak çok şey birikmiş.

Kabus gibi bir haber var: Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Ahmet Arslan, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından 2011'de kamuoyuna "çılgın proje" olarak açıklanan Kanal İstanbul Projesi'nin güzergahının netleştirilmesi ve kesitlerinin ortaya konulması için etüt proje sözleşmesinin imzalandığını söyledi. Aklım almıyor, bunda nasıl ısrar ediyorlar. Sadece İstanbul için değil tüm Marmara için bir felaket. CHP İstanbul Milletvekili Gülay Yedekci, yaptığı yazılı açıklamada, “Tüm yatırımların İstanbul'da planlanması şehri bir cazibe ve göç merkezi haline getirmektedir. İstanbul nüfus yoğunluğu, trafiği, altyapı yetersizliği, gürültü ve hava kirliliği sebepleriyle giderek yaşanmaz bir kent haline dönüşmektedir. Yatırım merkezi olarak istihdam ihtiyacına göre Anadolu'nun farklı şehirleri düşünülmelidir. Güneydoğu'da, Doğu'da, Trakya'da, Akdeniz ve Karadeniz bölgelerinde yatırıma ihtiyaç vardır” demekte. Biliyor musunuz İstanbul’un yeşil alan oranını? %2,2 :(( Londra %30, Nev York %27, Moskova %54. Yani beton içinde oturuyoruz. Son seller, portakal büyüklüğünde yağan dolular... ne çabuk unutuluyor. Bu fotoğrafta görünen beyaz kellik 3. Havalimanının nasıl bir tahribata sebep olduğunu göstermekte.


Dün


Bugün
























Hazır buralara kadar gelmişken Gültekin Exuma’ya olan ödemesini yapmak üzere uğruyor, biz de biraz giysilere göz atıyoruz. Kendi ürünlerini çok makul fiyatlara satmaktalar. Bir şeyler almadan önce mutlaka buraya da bakın.

Belgrad Ormanı’na çıkış kapısından giriyoruz. Bu saatte gelen olmaz sanıyordum ama ne çok araba çıkmak istiyor. Daha erken halbuki. Yoksa çok mu kalabalık orman?!!

Falih Rıfkı Atay Milli Parkından Ayvat Bendi tarafına sapıyoruz. Sapmamızla da bir güzel tırmanmaya başlıyoruz. Bir hayli uzun ve dik. Sinekler kafamızın etrafında uçuşuyorlar. Terimizle birlikte çıkanlar iştahlarını açmış olmalı. Kafanı sallıyorsun gitmiyorlar, elinle kovuyorsun geri geliyorlar. Terleme yoluyla vücuttan amonyak, protein, şeker, potasyum ve bikarbonatın yanı sıra çinko, bakır, demir, nikel, kadmiyum, kurşun ve manganez gibi eser metaller atılıyor. Demek bunlardan biri onları etrafımıza çekiyor.

Ceylan Üretme İstasyonu önünde çekilen bir foto sonrası artık tırmanış mırmanış yok önümüzde. Güzelce çıkış kapısına kadar iniyoruz. Yol biraz dangıl dungul olsa da inmek kadar güzel ne olabilir?

Ormancıların bakım istasyonu, araç parkı olarak kullandıkları solumuzdaki araziye (Orman İşletme Şefliği) izinle giriyor, çeşmesinden suyumuzu dolduruyoruz. Kağıthane Deresi’nin bir kolu olan Ayvat Deresi de buradan akmakta.

Artık dönüş yolundayız. Kemerburgaz’da yolu bir kazı kapatmış. Dolanarak devam etmek zorundayız. Son molamız Kahve Dünyası’nda. Burası güzel bir yer. Herkes iştahına göre siparişler veriyor; kahve, çay, kek, dondurma... Eskiden biraz ağır işlerdi servis. Düzelmiş gibi görünüyor. Ümit’in bisiklet maceraları bir hayli renkli. Keyifle ve hayretle dinliyoruz.

Cendere yolu, taa Kağıthane’ye kadar tam anlamıyla bir “cendere” olmuş (bir şeyi sıkmak, ezmek gibi işlerde kullanılan düzenek). Geçen damperliler ve çimento kamyonları, yolun bozuk kısmından kalkan tozlar, hızla giden sürücüler, inşaat, inşaat, inşaat... İstanbul’da keyifle bisiklet sürmek mümkün değil. Yaşadığın stres, yuttuğun toz insanı hasta ediyor. Uzun yolda böyle sıkıntılar yaşamıyorsun. Tertemiz havada, kaygı-korku yaşamadan güzelce pedallıyorsun.

Opet’te bir ihtiyaç molası ardından çılgın trafiği yararak ilerledikten sonra, tünel öncesi Ömer ayrılıyor. Tünel sonrası Ümit ve Levent, biz de (Haluk’la birlikte) Serhan ve Nurhan’ı geride bırakıp, Beşiktaş’ta hızla vapura yetişiyoruz.

Daha eve kadar 15 km yolumuz var. Artık sıkıldım pedallamaktan.

Son dakika. Protokole girdim diye sevinenlerin dikkatine: “Protokol" dilimize eski Latince ve Yunancadan geçme bir sözcük. Daha doğrusu "Proto" ve "Kolos" sözcüklerinin birleşmesinden türemiş bir bileşik kelime. Lügat anlamıyla "Proto" birinci demek. "Kolos" ise, insan poposunun çoğulu oluyor. Hadi tam karşılığını söyleyelim: "Götler" demek. Sözcük anlamlarını birleştirdiğimizde ise deyimin tam karşılığı: "Önde Gelen Götler" olarak karşımıza çıkıyor. "Kolos" sözcüğünün zamanla çoğul eki olan (os) deyimden atılmış, geriye "Protokol" yani "Önde gelen göt" lafı kalmış. Herhalde toplum içinde yükselip de protokole giren bazılarının zamanla "Götünün Kalkması" da bundan olsa gerek... denilmekte.

Haydoy bağışları için teşekkürler.











Kapımın Önünden Geçsin...: (Dudullu-Kadıköy)-Beşiktaş-Çayırbaşı-Belgrad Ormanı-Kemerburgaz-Cendere-Kağıthane-(tünel) Dolmabahçe-Beşiktaş-(Kadıköy-Dudullu)

Tur tarihi: 10 Eylül 2017
Kat edilen mesafe: 92,46 km.
Ortalama hız: 14,7 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 6 sa. 16 dk., dışarıda geçen süre 7 sa. 18 dk.
En yüksek sıcaklık 37 ˚C, en düşük 22 ˚C, ortalama 29,9 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 1047 m, kaybı (iniş) 1054 m.
En düşük irtifa 0 m., en yüksek 180 m.

Garmin yol bilgileri KapımınÖnündenGeçsin

Relive yol bilgileri KapımınÖnündenGeçsin