30 Ağustos 2010

[bisikletle]Türkiye: Ardahan - Boğatepe - Kars

29 Temmuz 2010, Perşembe / Ardahan - Boğatepe

Uyanma saatimiz 6 buçuk. Çantaları toplamış otelin kahvaltı salonundayız. Haşlanmış yumurta, biraz ekmek, peynir, domates ve çaydan sonra yanımıza da yolluk kaşar-ekmek hazırlayıp 7:30 da bisikletlerin üzerindeyiz. Ardahan’dan ayrılırken çeşmeden mataralarımızı da doldurup ana yola çıkıyoruz.

1,5 saat kadar gittikten sonra yol boyunca sağımızda akan nehrin karşısında bir mola: Isırgan otları arasında, bir kayanın üzerinde yanımızdaki sandviçleri bir güzel temizliyoruz. Bu kadar kısa zamanda bu nasıl iştah böyle?!

Yoldan ot yüklü at arabaları ve traktörler geçiyor. Devam ediyoruz pedallamaya. Çok işlek olmasa da yine de giden gelen oluyor. Yer yer yamalar ve delikler çıkıyor önümüze. Yol bazen iniyor, bazense çıkıyoruz, fazla sert değil %4 kadar. Rüzgarsa hep karşıdan esti, güneybatı yönünden. Nehir ise kıvrıla kıvrıla takipte bizi.

Hava açık ve güneşli. Önümüzden geçip giden traktörün üzerindeki kadın ve çocuklar sağda nehre inmiş yıkanıyorlar. Adamlarsa yol kenarında nöbetteler.

Yolda bekleyen iki kişi kibrit istiyor. Olmadığından durmayıp geçiyorum yanlarından. Sigara içmiyorum ki!

Sonunda düz bir yola kavuşuyoruz. Sel suları bir yeri fena tahrip etmiş, drenaj açılmış. Göle’ye yaklaşıyoruz, 2030 m rakımdayız. Sağımızda tarlalarda ot biçiliyor. Kalabalık bir leylek topluluğu da aralarından yemeklerini çıkartıyorlar.

Yol bir T ayırıma geliyor. Soldan Kars’a gidiliyor. Biz sağdan Göle’ye niyetliyiz.






 




 


 


Göle’ye girişte ilk göze çarpan Orman İşletmesi, sonra da tamirciler, sağlı sollu. Ardından bakkal çakkal durumları ve hükümet konağı.

Öğretmenevini soruyor Firuzan. İleride soldaymış. Ama öncesinde bir de otel bakalım diye girdiğimiz sokaktaki Damla Otel’e uğruyoruz. İki kişi, O.K. 40- TL, indirimle 35-. Oda Firuzan’ın teftişinden geçiyor. Temiz ancak çok küçük.

Şimdi de öğretmenevini görelim. Ben teftişe çıkıyorum. Giriş ve merdivenler pek iç açıcı değil. Resepsiyon 2. katta. Oktay Bey’i soruyorum. Telefonla aramış, rezervasyon yaptırmıştık. Yerinde başkası var ama, önemli değil. 2 kişi 25- TL. Odanın durumu içler acısı. Kapısı kırık, tuvaleti pis. Geri dönüp Firuzan’a rapor veriyorum. Bir ikinci odaya da o bakıyor. Aynı durum. Dökülüyor öğretmenevi. Hüzün veren bir durum. Bunu mu layık görüyorlar öğretmenlerimize? Unutmadan, neredeyse odaların tamamı da dolu...

Çıkıyoruz ve lokanta ararken Göle Sofrası’nı görüyoruz. Aklımıza Vural Öztürk geliyor hemen, Çıldır’da tanışmıştık. Velespitleri önüne park edip, sofrasına yerleşiyoruz. İki mercimek çorbası (2x2,5), 1 az pilav (1,5) ve ortaya yoğurt = 9- TL. Birer çay içip doğru belediyenin yolunu tutuyoruz. Başkan yok. Hesap işleri sorumlusu Gülay Hanım’ın odasında beklerken civar köylerden gelmiş Zorba Bey’in elindeki Almanca yazının tercümesini yapıyoruz. Bazen çok ilginç rastlantılar oluyor yaşamda. Bu Almanca işi gibi. Tercüme ettirecek yer ararken, bizim çıkagelmemiz.

Çaylar, sohbetler derken, başkan da geliyor ve bizi kabul ediyor, samimi ve sıcak bir karşılamayla. Gezimizin sebebini dinliyor, ilgisini çekiyor. Her türlü yardıma hazır olduğunu öğrenmek bizi mutlu ediyor. Bir müddet daha Göle ile ilgili konuştuktan sonra izin isteyip yanından ayrılıyoruz.

Kalma işini nasıl yapalım diye düşünürken Orman İdaresi’ni de denemek için şehir girişine dönüyoruz. Öncesinde gördüğümüz manavdan nefis domates (1- TL), hıyar (1- TL), iki elma (2- TL) ve 250 gr acı biber (1,5 TL) almayı da ihmal etmeyerek.

O da ne, Firuzan’ın bagajının tek vidası yok. Zaten sürekli gevşiyordu. Sonunda düşmüş. Buna bir yerden vida bulmamız gerek şimdi. Az ileride, önünde bisikletlerin durduğu bir dükkan var. Belki orada orijinal bir şey buluruz. Şansımıza tamirci çok bilgili (Ergül). Bu sırada çevredeki insanlara yolculuğumuzdan bahsediyoruz. Gezi boyunca hep anlattık, bisikleti, geziyi ve arkamızdan gelecek olanları. Her seferinde ilgiyle ve merakla karşılandı. “Gelin buralara, bekliyoruz tüm bisikletçileri” denildi, hem de nasıl da içten, candan...

Orman İdaresi’nin kapısında tanıştığımız bir yetkili, tamirat nedeniyle maalesef kalamayacağımızı söyleyince, biz de Göle’den devam etmeye karar veriyoruz. Boğatepe, 25-30 km mesafedeymiş. Daha zamanımız var, neden olmasın.

İlhan Koçulu’yu telefonla arayıp köyde buluşmak üzere sözleştik. Kendisi Kars’taymış ve bize kardeşi Haydar Bey’in evine gitmemizi söylüyor. Kalma işi, de bu şekilde halledilmiş oldu.







 
 


 


Göle çıkışında iki genci bisikletle geldiğimize inandıramıyoruz. “Yok” diyorlar “Arabayla taşıdınız bunları”. Olur mu öyle iş demeye kalmadan sağdan içeri giren taksiden “Hello kırolar” diye bağırıyor şoför. Saate şöyle bir bakıyorum: 14:45. 25 km olsa olsa 2 - 2,5 saat çeker. Ama rampa varsa yandık.

Yolumuzun manzarası “harikulade”. Sağımızda orman ve ırmak, solumuz çayır, kayalık ve yamaçlar. Bir inip bir çıkıyoruz. Köylere girmeden. Eski Demirkapı, bir Kürt köyü. Irmak kenarında bulaşık yıkayan kadınlar. Ortalıkta koşan bebeler. Durmadığımıza sonradan pişmanız. Herhalde çok keyifli olurdu.

Sağda işçi çadırları beliriyor, yol kenarında. Taş kırıyorlar, hummalı bir çalışma var. Az geçip bir mola veriyoruz. Enerji takviyesi: cevizli sucuk ve elmayla. Tabii ihtiyaç da gideriliyor hazır durmuşken.

Evet, bu konuda hep hatalı bilgi verirler. Mutlaka sizin de başınıza gelmiştir. Yolumuz 25 değil 40 km’ymiş. Bu da bize fazla gelmeye başladı, uzadı. Acaba bilseydik, gene de çıkar mıydık?

Birazdan Balçeşme Köyü sağımızda. Yol üzerinde iki çocukla dostluk kuruyoruz. Hasan ve Hüseyin, ikizler. Bizimle beraber koşuyorlar. Yol hafif rampalı, hızlı değiliz. “Nereye böyle?” - “Yaylaya”. Baba okulda kazancı, anne ise temizlikçi. Yolda yaylaya çıkan at arabalı köylüler. Selam ediyorlar bize. Bayağı da kalabalıklar.

Karşıdan gelen bir araç yanımızda duruyor. Yakup Bey kendini tanıtıp “İlhan Bey sizi bekliyor” diyor. Herhalde yolda tek bisikletli biziz. Ama daha yolumuz var. Etraf çok çok güzel. Yorgunluğu unutturuyor.

Boğatepe tabelasını arıyor gözlerimiz. Hadi artık çıksın önümüze. Bir sapak; acaba burası mı? 40 km çoktan bitti. Uzaklarda bir çoban var. Bağırarak konuşmak zorundayız. Varmışız. Sağdan, toprak yoldan içeriye sapıyoruz. Solda askeriye. Görünürde kimsecikler yok. İnşaat halinde bir köprü çıkıyor önümüze, üzerinden geçmek mümkün değil. Yolun devamını çocuklar tarif ediyor. Söyledikleri evin bahçesinden geçerken, sahiplerinin satmak ve buralardan Gelibolu’ya gitmek istediklerini öğreniyoruz. Herkes farklı; kimi gelmek kimi gitmek peşinde. Hayat hepimiz için aynı değil. Bize teklif ediyorlar ama “Biz geçiciyiz buralarda” diyoruz.

Küçük Boğatepe’ymiş burası. Büyüğüne gitmemiz gerekirmiş. Orası da az ötede. Toprak yoldan varmamız uzun sürmüyor ama. Sağdaki bakkalın önünde duran iki kişiden aldığımız tarif üzerine Haydar Koçulu’nun evini buluyoruz. Büyükçe bir arazi içinde. Solunda kocaman bir ağıl. Sağda solda tarım makineleri. İki azgın köpek (ama bağlılar) bizi gürültülü bir şekilde selamlıyorlar. Ev halkına gelişimizi duyurmak istercesine. Sonradan Firuzan bu azgınları uysallaştıracaktı.


 












Koçulu ailesince samimi bir şekilde karşılanmak içimizi ısıtıyor. Derhal sofraya buyur ediliyoruz. Yoldan geldik, aç olmalıydık. Sohbet, çay, peynir, bal, reçel, yağ ve nefis köy ekmeği ile başlıyoruz. İlhan Koçulu da az sonra geliyor. Bizi köyün esas girişinde bekliyormuş. Bizse diğer köyden girince işleri karıştırdık. Ama sonunda buluşup anne, gelin ve çocuklarla da tanışıyoruz. Uzun sohbetler sonucu köyün tarihi ve bugün yapılanlara ilişkin geniş bilgi ediniyoruz. Sonra üzerimizi değiştirip köy turu atıp komşuları Zümran Hanım ve Kazım Beylere gidiyoruz. Köy derneğinin (Boğatepe Çevre ve Yaşam Derneği-ÇEVDER) başkanlığını Zümran Hanım yürütüyor. Bize şifalı bitkileri kuruttukları odayı gösterip tek tek her biri hakkında ayrıntılı bilgiyle donatıyor. Ardından misafirevi ve müze yapılacak mekanı geziyoruz. Mandıralar da gezilip görüldükten sonra sofralarına davet ediliyoruz. Daha yeni yedik ama her şey o kadar lezzetli görünüyor ki, hayır diyemedik. Üç çeşit peynir; çeçil, taze kaşar ve imanlı taze peynir. Kendi pişirdiği ekmek, ceviz, kızılcık reçeli, zeytin, tam bizim sevdiğimiz şeyler. Evin küçüğü Cihangir helvayı çok seviyor. Gelip gidip masadan bir parçayı götürüyor. Bu şekilde buranın güzelliklerinden, her yaz çalışmaya gelen ve köy yaşamını merak eden Belçikalı ve Fransız turistlerden, bu durum karşısında köy halkının Fransızca öğrenmesinden ve daha pek çok şeyden konuşarak akşam ediyoruz. Adresler alınıp yanlarından ayrılıyoruz.
Yeni bir şey öğrendik bugün: imanlı peynir. Yağı alınmamış sütten yapılan peynir. Tersi imansız oluyor. Yani yağı alınmış.

Güzelmiş, değil mi?

Hava karardı ve soğudu. Üzerimizdeki uzun kollular az geliyor. Boğatepe rüzgarlı. Gökyüzü yıldız dolu. Eksik dolunay tepenin arkasından çıkmış bile.

Eve vardığımızda anne ve gelinler sofrayı kurmuş bizi bekliyorlar. Haşlanmış patates, cacık, çoban salata, fasulyeli türlü, yumurtalı ısırgan otu kavurması bazıları. İlhan Bey’in yengesi Solmaz Hanım hemen servisi yapıyor. Biz de yanımızdaki acı biberleri sofraya katarak tekrar karnımızı doyuruyoruz.

Bisikletçileri doyurmak da zordur derler. Kim demişse :)

Yorgunluk artık kendini belli etmeye başladı. Sabahın erken saatinden beri ayaktayız. Salonda çek-yatımız hazırlanmış bile. Fazla oyalanmadan yorganın altına girip gözlerimizi yumuyoruz.

Ardahan - Göle - Boğatepe
Uzaklık: 77,42 km
Süre: 6 h 20'
Ortalama hız: 12,1 km/h
Rakım: 1788 – 2235 m
Hava sıcaklığı: 18 – 37 °C


Garmin yol bilgileri için: Ardahan-Göle-Boğatepe


30 Temmuz 2010, Cuma / Boğatepe - Kars

Sabah 7’de ayaktayız. Kahvaltıya geçmeden eşyalarımızı topluyor, çantalarımızı hazır ediyoruz. Köyde elektrikler kesik. O nedenle Nigar Hanım inekleri eliyle sağıyor. İşleri epey çok. Sağılan taze süte maya karıştırıldıktan sonra uykuya bırakılıyor, peynir olsun diye. Ailenin erkekleri ot biçmek için toparlanıyorlar. Kahvaltı hazır: Çeçil, tereyağı, taze kaynatılmış süt, ekmek, bal, kızılcık reçeli (Haydar Bey çayı bununla içiyor, bize de tavsiye ediyor, hiç de fena değil). “Yağsız peynir ile tereyağı karıştırın, ekmeğin üzerine sürün” diyor. Onu da deniyoruz; enfes.

Erkeklerle vedalaşıp (onlar ot biçmeye gidiyorlar, kış için hazırlık) aile ile toplu fotoğraf çektiriyoruz. Solmaz Hanım’ın evini de görmek arzusundayız. Ev köprüyü geçince sağ kolda. Geniş bir bahçe içinde, kenarında eski bir yapı daha var. Her şey Ruslardan kalma. Evin oğlu bizi kapıda karşılıyor. Kahvaltı etmemize rağmen kurulu sofraya bir daha oturuyoruz. Solmaz Hanım’ın kızı daha uyanmamış. Bizler çay ile ikinci kahvaltımıza başlıyoruz: Sütle yapılmış omlet, otlu peynirli ev yapımı taze börek, bostandan reyhan ve dereotu. Yani nasıl anlatsam, nefis lezzetler. Her şey sanki bizim için düşünülmüş. İlhan Koçulu da bu arada uyanmış, bize katılıyor.

Bahçedeki diğer bina eski bir mandıra. İlhan Bey açıklamalarda bulunarak gezdiriyor. Bolca fotoğraf çekiyoruz, çoğu kendisi için. Burayı müzeye dönüştürmek istiyor. Mandıra neredeyse toprağa gömülü, taş ve ahşaptan yapılmış. Çatısında ot bitmiş, yaşayan çatı diyorlar. Bize peynir üretim normları, geleneksel yapım yöntemleri, AB kriterleri, iyi bir gravyer peynirinde olmazsa olmazlar, damak tadı ve fabrikasyon üretim konularında açıklayıcı bilgiler veriyor. Bir başka ifadeyle peynircilikle ilgili her şeyi yetkili ağızdan dinliyoruz. Geleceğe yönelik heyecan verici projeleri var İlhan Bey’in. Bu güne kadar yaptıklarına bakarsak bunları da gerçekleştireceğine inanıyoruz. Kendisine başarılarının devamını dileriz.

İlhan Koçulu, 100 yılı aşkın süredir mandıracılık yapan ailenin dördüncü kuşağıdır. Ailenin başlattığı, 19. yüzyıl sonlarında Kafkasya'da Alman kökenli ustalarla başlayan Gravyer ve Kaşar peynir üretimi Kars'ın Boğatepe köyünde devam etmektedir. Boğatepe köyü Kars'ın 40 km kuzeyinde 2700 m rakımda altı ay kış, diğer altı ayda ise kalan üç mevsimi zorlu ama keyifle yaşayan 65 haneden oluşan bir köyüdür. Okuma oranı yüzde 100'dür. Doğasında bulunan zenginlikler ve endemik bitki örtüsü ile büyük bir hazinedir. Yörede üretilen her türlü gıda maddesinin farklılığının ve mükemmelliğinin sebebi bu hazinedir. Boğatepe köyünde geleneksel tarzda 10'dan fazla çeşit peynir üretilmektedir. Kars Gravyeri, üretimde hiçbir katkıyı, bekletilmiş sütü ve eksik işçiliği kabul etmeyen özel ürünlerden biridir. Üretici ustalar ile peynir tekerlekleri arasında imalat ve olgunlaştırma sürecinde, anne-bebek duygusal ilişkisi kurulur. Aksi taktirde bunu başaramayan imalatçının ürünü, sevgisiz ve diyalogsuz büyütülmüş çocuğa benzer. Boğatepe köyünde doğanın en zengin çiçek ve ot türleri bulunuyor. Mayıs, haziran ve temmuz aylarında bu meralarda beslenen ineklerden sağılan taze sütler ile imal edilen peynirler lezzet, sağlık ve besleyicilik açısından emsalsiz. Peynire atılan tuz, Iğdır Tuzluca kayalarından özel olarak elde ediliyor. Bölgenin kimyasal girmeyen yaylalarında üretilen tahıl ürünleri ise, su değirmenlerinde katıksız olarak arpa, kırmızı buğday ve çavdar ununa (kepekli ve kepeksiz olarak) dönüşüyor. Ayrıca bir süredir yeniden üretimine ağırlık verilen Kavılca (çatal siyez veya gernik); besleyici ve onbin yıldır Anadolu'da ekimi yapılan atalardan kalma bir buğday. Kavılca bulguru lezzet ve sindirim kolaylığı açısından, Avrupa'nın da son yıllarda talebini arttırdığı çok özel bir ürün.

Eski mandıradan ayrılıp yol üzerindeki bir arkadaşının atölyesinde yaptığı tarım araçlarının maketlerine hayran kalıyoruz. Bir traktör kasası vardı ki, aslının bire bir kopyası, eksiksiz yapılmış. Usta işi. Daha sonra faal olan bir mandırada peynir üretim sürecini adım adım izliyor, taze kaşar tadıyoruz. Aslında böyle bakınca, her şey ne de kolay gözüküyor. Ama değildir elbette. Her işin kendi zorluğu vardır hep.

Artık ayrılma vakti. Eve dönüp bisikletleri almak isterken, öğle yemeğine de kalmamız isteniyor. Sofradaki bulgur pilavı, cacık, türlü, salata ve sonrasındaki meyve ikramını da kabul edip, mataraları da doldurduktan sonra şişik bir mideyle yola koyuluyoruz.

İlhan Bey bize köyden çıkışın (köprü geçişe kapalıymış) ve yolun tarifini veriyor. Bir hatıra resmi alıp vedalaşıyoruz. Bu kadar kısa zamanda bu değerli insanlarla kurduğumuz dostluk burada sonlanıyor. Tekrar bir araya gelebilmek için adresler, telefonlar paylaşılıyor.

Köyün içinden geçerek ana yola bağlandık. %6’lık bir çıkışla tırmanıyoruz. Kars’a 40 km’lik yolumuz var. 2700 metrelerden ineceğiz. Sağımızda küçük bir gölet. Hava tertemiz. Göz alabildiğine bir düzlük etraf. Az sonra yanımızdan geçen kamyonetten İlhan Koçulu bize el sallıyor. “Kars’ta görüşmek üzere” diye bağırıyor. Evet biz varana kadar, o çoktan gitmiş olacak. Belçika’dan gelecek bir grup turisti karşılamaya gidiyor.

Bir süre daha çıkıyoruz. Sağımızda daha büyük bir gölle karşılaşıyoruz, Aygır Gölü: 1800-2380 m yükseklikte ve 2948 ha yüzölçüme sahip, volkanik kayaçlar üzerinde oluşmuş bir lav seti gölü. Kar suları ve dibindeki kaynak sularından beslenir. En derin yeri 30 m’dir. Ülkemizde sadece Kuzeydoğu Anadolu’daki yüksek rakımlı derin göllerde üreyen kadife ördek (Melanitta fusca) nedeniyle ÖDA (Önemli Doğa Alanı) statüsündedir. Göl çevresinde yapılan aşırı otlatma az miktardaki bitki örtüsünün zarar görmesine neden olabilir. Bunun yanında alanın çevresinin ağaçlandırılmasının planlanması alanın doğal habitatını olumsuz etkileyebilir denilmekte.
Daha fazla bilgi için: Aygır Gölü









 

 

 





Aygır Gölü sonrası artık yolumuz inişe geçti. Uçarak benzinciye kadar geliyoruz. Burası bir üç yol ağzı. Soldan Susuz üzerinden Ardahan’a gidiliyor. Biz ise sağdan Kars’a yöneliyoruz. Ama öncesinde benzincide ihtiyaç molası vererek. Firuzan’ın kısa bir sohbete girdiği vatandaş da Büyük Boğatepeli.

Yolda inşaat var. Şu yeni yapılan Kars-Ardahan duble yol. Toz toprak içinde ortalık. Biz de nasibimizi alıyoruz, ama dayanamayıp soldaki bitmiş ama açılmamış bölüme kaçıyoruz. Biraz nefes alabiliyoruz bu sayede. Yoldaki taze asfalt parçaları tekerden sıçrayıp oramıza buramıza yapışıyor. Sağdaki bölümde gidenlerin kimseye aldırdıkları yok. Tam gaz, ortalığı toza boğarak sürüyorlar araçlarını.

Neyse ki sonu geliyor bu derdin ve yol ayırımından sağdan devam ederek bir demir köprü üzerinden geçip tırmanışa başlıyoruz. Yolun daralması ve trafiğin artmasından ve çık babam çık durumlarından şikayetçiyiz. Sonunda ulaştığımız düzlükte bir petrol bayii var, Uspet. Yanında da otel. Mola yerimiz oluyor burası. Yanımızdaki elma ve cevizli sucukla gücümüzü tazeleyip, petrolden bizi merak eden gençle sohbete giriyoruz. Hikayemizi anlatıyor ve onunkini dinliyoruz. Otel üç yıldızdan, iki yıldıza inmiş. Anlaşılan böyle dağ başındaki otelin amaçları eğlendirmek olmalı. Kağızman elmasını öğreniyoruz kendisinden. Çok az yetiştiğinden hiç bir zaman dışarıya çıkamıyor, yerinde tükeniyormuş. Halk dilinde beyaz elma olarak bilinip, sadece bir tarafı kızarırmış. Çok merak ettim doğrusu tadını.

Yanı sıra Kars-Ardahan-Iğdır’ın gelişmesi ve gelişememesinin nedenlerini bize özetledikten sonra Kars Kalesi’ne bir kere çıkanın mutlaka tekrar Kars’a geleceğine inanıldığını anlatıyor. Demek ki bir daha geleceğiz, iki kere çıkmıştık çünkü :)

Yol artık düz ve rahat. Bu şekilde Kars’a, yeni otogarın önünden giriyoruz. Buraları bildiğimiz yerler. Bilet araştırması sırasında gelmiştik. Hatta Ani’ye bu kavşaktan ayrılmıştık.

Tekrar Kars Tren Garı’nın önündeyiz. Hemen Md. Yrd. Alaattin Bey’e uğruyor, dönüş biletimizin durumunu soruyoruz. Yerler dolmuş, ek vagon bekleniyor durumları. Ramazan öncesi trafik yoğunlaşmış ülkede. Saat 18 olmuş. Biraz sonra Doğu Ekspresi de hareket ediyor. Bir yığın asker var trende. Tam teçhizatlılar, çakı gibiler hepsi. Herhalde bir yere kaydırılıyorlar.

İlhan Bey bize Büyük Anadolu Oteli’ni önermişti ama Alaattin Bey duymamış. O nedenle şimdi hazır buradayken gene 3 no’lu misafir odasına yerleşiyoruz. Eşyaları bırakıp, Kars merkeze karın doyurmaya çıkıyoruz. Yol üzerinde pestil ve cevizli sucuk alarak Kristal Restoran’a gidiyoruz. Eski dostlar gibi karşılanmak çok hoş bir duygu. “Hoş geldiniz, nerelere gittiniz?” Anlatacak o kadar çok şeyimiz var ki. Koca bir daire çizmiştik. Ama önce yemek siparişi verdik: iki çorba, taze fasulye, salata, süzme yoğurt, acılı ezme, acı biber turşusu, doğranmış beyaz kuru soğan. Üzerine çayla bir de kadayıf. Ohh, şimdi sohbete geçebilirdik Tahsin Bey’le. Uzun uzun konuştuk. Biz yolumuzdakileri anlattık, sonra Kars, lokantacılık, onun zamanındaki sağ-sol çatışması... bol bol siyaset anlayacağınız.

 
 




Ne tesadüf ki, B. Anadolu Oteli hemen Kristal’in karşısındaymış. Bu güzel rastlantı yüzümüzü güldürüyor. İdare odasında İlhan Koçulu. Ohh, ne ala Mualla. Karpuz eşliğinde muhabbete başlıyoruz. Organik tarım sertifikası uzmanı bir bey de bize katılıyor. Ortak tanıdıkların sayısı çoğalıyor. Dünya küçük. Bir ara da odalara bir göz attık; 2 kişi 40- TL.

Uykumuzun gelmesiyle otelden ayrılıp misafirhaneye doğru yürüyoruz. Solmaz Hanım da, buralardaki His Mobilya’nın üzerinde oturuyormuş. Yoldaki bakkaldan alınan bir sodayla midemizi rahatlatıp yarınki yolumuz için çantaları hazır edip yatay duruma geçiyoruz. Sabah 7’den beri ayaktayız. Gezimizin üçüncü ayağı Iğdır var önümüzde.

Boğatepe - Kars
Uzaklık: 46,8 km
Süre: 3 h 12'
Ortalama hız: 14,6 km/h
Rakım: 2350 - 1672 m
Hava sıcaklığı: 28 – 37 °C
Gezinin devamı: Kars-Digor-Tuzluca-Iğdır, öncesi: Ardahan-Çevre köyler