15 Mayıs 2013

[bisikletle]Türkiye: İstanbul – Edirne – Gelibolu – Bandırma (1)

Kuşlarla birlikte biz de göç edelim istedik. Geçen sene sonbaharda yapmak isteyip seller yüzünden yapamadığımız Trakya turunu ilkbaharda gerçekleştirmek üzere hazırlığımızı yaptık: rotalar, haritalar, kalınacak görülecek yerler, eş dost adresleri, bisikletlerin bakımları, üst baş gibi.

İstanbul’dan çıkıp Kırklareli üzerinden Edirne, Meriç boyu. Enez, Gelibolu, Karabiga ve Bandırma’da son bulan, yaklaşık 800 küsur kilometre tutacak bir rota.

Hani yolda yağınca bir şekliyle uyum sağlıyorsun da yağmurlu günde nedense tura başlanmıyor. Biz de yağışların dinmesini bekleyip çarşamba günü için karar verdik.

İstanbul – Edirne

17 Nisan 2013, Çarşamba / İstanbul - Karacaköy

6.45 gibi zil çaldı. 7 idi yataktan çıktığımız. Sabah hava kapalı. İnsanın hareket edesi olmuyor. Bir de acaba yağmurlu mu olacak şüphesi hızımızı kesti. Sürekli meteo kanallarına bakıp yağmayacağına ikna olunca toparlandık. 9’da Kızıltoprak’a arabayla hareket edip otoparka geldik. İndirme yükleme işini de halledip 10.10 vapuruyla Karaköy’e çıktık.

Topkapı yolu çok kalabalık. Sıkıntılı bir yol. T4 hattıyla Habibler’e gideceğiz. Tramvayın başlangıç noktasını bulmak zor oldu. 1453 yakınında ama kime sorduysak İstanbullu çıkmadı. Bisikletlere bilet alındı. Habibler öncesi Mescid-i Selam durağında indik (T4 buraya kadar gidiyor), saatler 12’yi gösteriyor. Bir hayli geç. Buradan pedallamaya başladık. Rüzgarlı bir gün, karşıdan esmekte. Habibler’e kadar yol makul bir kalabalıkta. Sonrasında otoyol, güvenlik şeridi var. Kolay oldu. Arnavutköy yönüne gidiyoruz. Solumuz ormanlık. Arabalar vızır vızır geçmekte. Arnavutköy’de verilen ihtiyaç molası, benzincideyiz. Bu ilçe kalabalık. Kilitli pedallara alışmaya çalışıyorum. Soldan iniyoruz Çilingir yönüne. Uzun bir iniş sonrası gelen, çalışmanın olduğu yol. Feci bir toz. Daracık bir geçiş. Mecburen inip itiyoruz burasını. Arabalar da amansız gelmekte. Üstelik çıkış da var. Yüklü bisiklet, çekiniyorum. Kilitli pedal acemiliği daha geçmedi. Mutlaka bir düşersin denildi. Düşmek de istemiyorum.

Arnavutköy sonrası etraf yeşil, huzur verici bir boşluk. Rüzgar sürekli karşıdan esmekte. En iyi durumda yandan. Sıkça PTT kargo aracı geçiyor . Merakımızı daha sonra göreceğimiz dağıtım merkezi geçiştirdi. Yoksa, vay be iyi çalışıyor bu bölgede PTT demiştim.

13.40, Çilingir’de çay+kahvaltı molası. 28 km yazdı sayaç. Eskiden uğradığımız kahveye yerleştik. Çaylar 50 krş. Onların fiyatıyla halen 500. Eski parada kalmışlar. Oturanlarla sohbet. 20 dakika yetti buraya.

Çilingir sonrası damperli kamyon trafiği başlıyor. Tek artısı, mesafeli geçiyorlar yanımızdan. Ama hayli hızlılar. Biraz ürkütücü bir araç. Saat 3 de Yassıören’i geçtiğimize kadran 38,8 km gösteriyor. Buradan sola, batıya döndüğümüzde nihayet rüzgar yönünü değiştiriyor ve arkadan esmeye başlıyor. Öff, amma rüzgar yedik sabahtan beri.

Kızılcaali, Örcünlü ve Kestanelik’e kadar geldik. Yolda çok çalışma var. Yer yer yeni yapılan yolu açmışlar. Sonra eskiye bağlanıyorsun. Bir türlü bitemedi burası. Köprüler falan bittiğinde çevrenin bakir tabiatı da bozulacak elbette.

Yolda üç köpek ile dostluk kuruyor Firuzan. Yanımızdaki iki dilim ekmekle biraz besledik. İki yavru çok şirin. Peşimizden gelmesinler diye hızla uzaklaşmak zorunda kalıyoruz.

Kestanelik’te üç yol ayırımı var, sol Çatalca, düz Saray. Biz sağdan Ormanlı-Karacabey yönüne saptık. Kestanelik 50 km tuttu. Bu sefer Hanımeli Restoran’da durmayıp yanındaki kahvede (Erciyes Şenel Kıraathanesi) mola veriyoruz. Sahibi Mustafa Bey ile kısa bir sohbet. Kayserili, 8-9 sene önce buraya yerleşmiş. Çay-soda eşliğinde yumurtaları yedik. Çay 50, soda 75. Karşıdaki kamyondan çilek alarak senenin ilk çileğini de tatmış olduk. Çok da lezizdiler.
































































Kestanelik sonrası gene karşı rüzgarla mücadele halindeyiz. Yol tırmanış. Üstelik de Dağyenice köyünün içinden başlayan bozuk yol bitmek bilmedi. Zor oldu, çok geride kaldım. Bazen “öff be in de yürü” dedim ama diğer yanım “pes etme” dedi. Güzel bir bölge. Solumuz engin bir yeşillik. Fakat yol bitmiyor bir türlü. Geçen gelişimizden bu kadar uzun olduğunu hatırlamıyorum.

Nihayet Terkos gölünün suları göründü. Beraberinde leylekler ve diğer kuşlar. Bu sıra göç mevsimi. Buraları kuş cenneti.

Ormanlı’yı (18.35 / 70,6 km) geçip 6-7 km sonraki Karacaköy’e devam. Damperli kamyonlara da devam. Yolda gene iki köpek yavrusu Firuzan’ı duygulandırıyor. Birileri bırakmış dedi çoban. Asfalt buraya kadar kaba idi. Köye yaklaşınca düzeldi. Saat olmuş 7, km sayacı ise 76 diyor.

Doktorlar sitesini soruyoruz, Ali’nin evini. Tarifle bulduk. Ali bize odamızı gösteriyor. Sonra da bahçeyi gezdiriyor. Onda da beş köpek yavrusu var.

Üzerimizdeki tozu bir duşla atıp Ali’nin sofrasında yerimizi alıyoruz. Mükemmel hazırlanmış. Makarna, soslu. Pırasa yemeği, acılı. Patlıcan ezme. Kendi yaptığı yoğurt ve şalgam suyu. Sonra portakal çiçeği reçeli tattık ki ilk defa yemiş olduk. Keçi peyniri. Bahçeden taze sarmısak ve gene ilk tattığımız Japon ayvası ekşisi. Bunu salatada kullandı Ali. Çok değişik bir tat kattı.

Sohbet sohbet gece 12’yi buldurdu. Ali’den neler neler öğrendik bilemezsiniz. Şalgam nedir, nasıl suyu yapılır, organik tarım için kullanılan ilaçlar, domates yaprağının bu konudaki kullanımı, yumurta mantarı, meyan kökünün tadı, Japon ayvası, zencefilin çimlendirilmesi, karanfillerin tohumu, Adana’nın raconu ve daha fazlası.

Ali yıllardır turizm sektörüne hediye eşyalar üretti, ürettirdi ve pazarladı. Bu nedenle Türkiye’de gezmediği-dolaşmadığı nokta kalmadı. Şimdi Karacaköy’den yaşamın renklerini ve tadını izliyor. Temiz hava, sessizlik, huzur içinde. “Ara sıra İstanbul’a inmem gerekiyor, işimi bitirir bitirmez kaçıyorum” diyor.

Yorgunluk bizi artık uykuya çağırıyordu. Ali de sabah erken çıkacaktı. Yorgunluğa teslim olup rüyalara daldık.























































































Karacaköy
Eskiden bir Rum köyü olan Karacaköy’ün tarihi 1410’lu yıllara dayanmaktadır. İstanbul’un fethinden sonra ilk köye girme cesaretini kazanan Topal Osman Ağa ve Karaca Ahmet Paşa adlarındaki iki Türk sancaklarından Topal Osman Ağa köyün 3 km güneyinde bulunan Belgrat Köyü’nde Bizanslılar tarafından şehit edilmiş, diğer sancaktar Karaca Ahmet Paşa anısına beldeye Karacaköy ismi verilmiştir. Eski bir Rum köyü olan Karacaköy‘e, Bulgaristan’dan altı hane Türk’ün yerleşmesi ile Türkleşme başlamış. 1877 Plevne Savaşı’ndan sonra yine Bulgaristan’dan gelen Türk aileleri ile 50 haneye yaklaşan nüfusu ile bir Türk köyü haline gelmiştir. Bu göçmen olayı 1923 yılı Cumhuriyetin ilanına kadar devam etmiş ve Karacaköy beldesi 164 haneye ulaşmıştır. Yapılan Lozan Antlaşmasına uyularak Drama’ dan, Langaza’dan, Osaviç’ten 308 hane gelmiş ve Karacaköy’e yerleşmişlerdir. 

















İstanbul – Karacaköy


İstanbul- Topkapı-Habibler-Arnavutköy-Çilingir-Yassıören-Kızılcaali-Kestanelik-Ormanlı-Karacaköy

Garmin yol bilgileri İstanbul–Karacaköy

Tur tarihi: 17 Nisan 2013
Kat edilen mesafe 77,42 km.
Ortalama hız 12,5 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 6 sa. 12 dk., dışarıda geçen süre 9 sa. 24 dk.
En yüksek sıcaklık 19 ˚C, en düşük 9 ˚C, ortalama 12,5 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 1218 m, kaybı (iniş) 1192 m.



18 Nisan 2013, Perşembe / Karacaköy - Saray

Sabah 7 gibi kalkış. Ali çoktan çıkmıştı bile evden. Bizde vakitlice yola koyulalım diye hazırlanmaya başladık. Yumurta haşlıyoruz yol için. Biraz peynir ekmek atıştırıp çıktık. Gene de 8.40 olmuş. Hava güneşli. Bu da büyük moral veriyor. Atladık velespitlere Karacaköy’ün içinden uğurlandık, hello mello...

Sabahın sessizliği huzur verici. Kuş sesleri içinde ilerliyoruz. Kaba asfaltta dönen tekerlerimizin sesi de olmasa başka yabancı ses yok. Ormanlı’ya kadar düz yol. Ormanlı’da Ali ve Neşe’ye rastlıyoruz. Dönüyorlar. Çok iyi oldu bu. Dün fotograf çekememiştik o eksiği gideriyor ve bir kere daha vedalaşıyoruz.

Ormanlı’dan hafif hafif tırmanışlar başlıyor. Ziba levhasını geçtikten sonra Akalan yönüne dönüyor (sağ), Başak köyüne bir inişle giriyoruz. Kahvaltı için kahve bakındık ama görünürde yok. Devam o zaman diğer köye. Yol çıkışlı az inişli. Yükseliyoruz demek ki. 5 km sonra Kalfa köyü geliyor (10.20 / 19,9 km). Karnımız aç, sağdaki kahveye yerleşiyoruz. Oturanlarla selamlaşıp soframızı kurduk. Peynir yumurta (Ali’den değişik bir cins. Dışı hafif yeşil. Ama içi beyaz). “Patlat çayları”. Böyle denildi yan masadan. Biz de patlattırıyoruz. 1-2-3 çay ve doyduk. Gezgin Jandarma ekibi geliyor. Motorlular.  “Velkam tu törkiy”, “İstanbul’danız”, “Sizi turist sanmıştık”...  Gülüşmeler.

Etrafta mangal kömürü hazırlayan çokça. Dağ gibi dizili odunlar ateşlenmeyi bekleyen, tüten. Yol tırmanış. Dünden beri kurtulamadık. Devamlı in-çık. Ama daha çok çık. Zaten çıktığın onda biri zamanda iniyorsun. Haksızlık bu. Bir de kamyon trafiğinden kurtulamadık. Kocaman damperli kamyonlar bölgede dolanıp duruyorlar. Bu kadar hafriyat ne için? Havaalanı, 3. köprü yolları olsa gerek. Düşünsenize bir de kanal yapsalar bitti bu coğrafya. Yediler güzelim doğayı zaten.

Akalan’la (11.20 / 25,2 km) gene Saray yoluna, yani eski Edirne asfaltına çıkıyoruz. Rüzgar yine karşımızda. Zor ilerliyoruz. Hele rampada bitiriyor bizi. Bazen yandan öyle sert geliyor ki seleden atacak insanı. Yol tam bir yatık S. Yani in-çık. Sırasıyla İhsaniye (30,7 km)- Gümüşpınar (40,8 km)- Aydınlar (52,2 km) ve Binkılıç (57,6 km). Artık dayanma gücüm kalmadı. Binkılıç’ta bir mola. Börekçiden alınan peynirli ve patatesli poğaça ile çay bahçesine yerleşiyoruz. Arkadaşımız Taylan 3. sınıfta. Ama konuşkan, girişken şirin bir velet. Kahvedekiler kızdırıyorlar onu: ‘Taylan yaylan’. O da sinirli sinirli cevaplar veriyor. Bu hep olur değil mi? Küçükken benimle de ‘Mustafa mıstık...’ diye dalga geçerlerdi. Çaylar bu bölgede standart, 50 krş. Hava serin ama güneş de arada çıkıyor. Durunca nedense bir üşüme geliyor içimize. Saçak altından çıkıp güneşli masaya oturuyoruz. Biraz olsun ısındık. 3’er çay ve böreklerden sonra veda edip yoldayız gene (15.30).



























































Ali ve Neşe ile.




















































Safaalan’ı (65,8 km) geçtik, Saray’a 13 km var. Haydi diyor Firuzan son gayret. Onun moralı ile basıyorum pedallara. İnişler sonrası çıkışlar. O hızla yarısına varıyorum sonra bastır Ankara Gücü. İBB’nin de damperlileri bu yolda çalışıyor. Arkanızdan seslerini duyuyorsunuz. Sanki tren geçiyor yanınızdan. Gümbür gümbür. Neden bu kadar hızlı giderler bilinmez. Asfalt çok kötü. Sınıf 2 mi - 3 mü desem?!! Hani ziftin üzerine mıcırı dökmüşler, silindir şöyle bir ezmiş. Sonrasını arabalara bırakmışlar. Zaman içinde mıcırların bazı yerleri dökülünce ortada kel bölgeler çıkmış. İşte devamlı bir gir-çık durumları. Şöyle rahat kaymıyor tekerler. Bazen düzgün bölgeler ortada bulunuyor. Mecburen yolun ortasındasın. Bunu gören şoförler uyarmak için kornalarına basınca yüreğin hopluyor.

Bu arada bir fotografçı ikilisine konu mankeni de olduk. Bizi geçip duran arabadan inen iki kişi tripod vs hazırlığı yaptılar. Bir fotograf hazırlığı. Selamlaştık ama anlamadık ne olup bittiğini. Hızla rampayı indik. Sonra arkadan yetişip geçtiler ve gözden kayboldular. Biraz sonra gene gördük solda park etmiş, bu sefer hazırdılar. Resminizi çekiyoruz dediklerinde durumu anladık. Biz de sanki hiç yorulmamış, yeni yola çıkmış kadar rahat bir duruşla yan yana pedalladık. Ama pozumuz bitince ben gene gerilerde kaldım. Zor yetiştim Firu’ya. Zaten arada Firu tornistan bile yapıyordu benim için.

Sonunda Saray göründü (17.15 / 80,8 km). Bölgenin kalabalık yerleşimi. Merkeze kadar sürdük. Kas gevşetici için durduğumuz bir eczaneden otel sorduk. Üç tane saydılar ama Saray Otel’in fiyatının daha makul olacağını söylediler. Zaten daha önceki gelişimde de burada kalmıştım. 2 kişi 50 lira.

Odalara yerleştik. Bisileri merdiven altına koyduk. Bir duş, hafif dinlenme ve yemek. Pilav+2 kuru+yoğurt+kaymaklı kabak tatlısı=17 lira. Çaylar müesseseden.

Kısa bir şehir içi tur, yarın için kuruyemişler ve otele dönüş. Saat daha 9 ama dayanamayacağız, tumba yatak.


Saray
Tekirdağ ilindeki en eski yerleşme bölgelerinden Saray ilçesi sınırları içindeki Güneşkaya ve Güngörmez mağaralarında Paleolitik (Eski Taş Devri) ve Kalkolitik yerleşme izlerine rastlanmıştır.

İlçe, Bizans döneminde küçük bir yerleşme birimiydi. Osmanlılar döneminde ise Istıranca Dağlarının güney eteklerini izleyerek ikinci başkenti Edirne’yi İstanbul’a bağlayan yol üzerinde yer almasından önem kazanmıştır.

Cengiz Han’ın soyundan gelen Kırım Hanları 18. Yüzyılda bu bölgede, özellikle de Saray dolaylarında sürgün hayat yaşamışlardır.

Saray, Fatih döneminden 19. Yüzyılın sonlarına kadar Edirne Vilayeti Kırkkilise (Kırklareli) Sancağı’nın Vize kazasına bağlı bir nahiye olarak yönetilmiş. 1916’da Kırkkilise sancağına bağlı bir kaza merkezi olmuştur.

Milli mücadele sırasında bütün bölge ile birlikte Yunan işgaline uğramıştır. 1920’de başlayan bu işgal Mudanya Mütarekesi ile 15 Ekim 1922'de İtalyanlara teslim edilen Saray, 1 Kasım 1922'de Yunan işgalinden kurtulmuştur.
Kaynak Vikipedi



Karacaköy – Saray


Karacaköy-Ormanlı-Başak-Kalfa-Akalan-Gümüşpınar-Safaalan-Saray

Garmin yol bilgileri Karacaköy–Saray

Tur tarihi: 18 Nisan 2013
Kat edilen mesafe 82,71 km.
Ortalama hız 13,1 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 6 sa. 18 dk., dışarıda geçen süre 9 sa. 1 dk.
En yüksek sıcaklık 17 ˚C, en düşük 12 ˚C, ortalama 13,7 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 1304 m, kaybı (iniş) 1199 m.




19 Nisan 2103, Cuma / Saray - Pınarhisar

Öyle yorulmuşuz ki 8 de ancak uyandık. Hazırlık mazırlık yola çıkmamız 10’u buldu. Bugün yağmurlu ve 9,8 °C. Çıkmakta kararsızım ama Firu ısrar ediyor, hadi günü kazanalım. Tamam diyorum ve çantalara, üstlerimize yağmurlukları geçirip Saray’dan ayrılıyoruz.

İnce ince yağıyor. Durum pek fena değil. Gözlük camları ıslanıyor. Yanımızdan arabalar yerdeki suları havalandırarak geçmekteler. Gene damperli kamyonlar yollarda. Rüzgar da sağdan esmekte. Ama gidiyoruz. Mutlu da ediyor beni. Vaz geçmektense devam etmek daha anlamlı. Kavacık köy sapağında damperli kamyonlar yoldan ayrılıyorlar. Meğerse ilerideki taşocağına çalışıyorlarmış. Ama yerlerini bu sefer çimento kamyonları alıyor. Tam da kurtulduk derken.

Çakılı köyünde kahvaltı için duruyoruz (10.55 / 9,4 km). Köy girişindeki muhteşem çınarı görmemek mümkün değil. 800 olabilir dediler yaşını. Üstümüzü başımızı çıkartıyoruz. Çay eşliğinde ve yan masa sohbetleriyle kahvaltımızı yapıyoruz. Dünden kalan yumurtalar simit eşliğinde mideyi buluyor. İlk çaylar ikram, yan masa komşumuzdan. Biraz yollardan, biraz köyden, az İstanbul’dan, trafik, bisiklete olan saygı gibi konular sohbetimizi oluşturuyor.

Bugün buranın pazarıymış. Durur mu Firuzan. Eşyaları, bisikleti falan kahvede bırakıp minik pazara dalıyoruz. Az çilek, hıyar, elma ve taze kaşar ile kahveye dönüyoruz. Çilekler anında tüketiliyor. Bu arada havada da düzelme var. Yağmur bir ara kesiliyor. Ama tekrar yağmak için hareket etmemizi bekliyor.

Yine yoldayız (11.45). Saray’a kadar olan iniş çıkış burada yok. Veya öyle dik ve uzun değil. Hafif dalgalı, yer yer düz giden yol bizi Vize’ye ulaştırıyor (12.25 / 17,6 km).

Burası yavaş (veya sakin de deniliyor) şehirmiş, girişe levhasını asmışlar. “Neresi yavaş” diyor Firuzan. Çimento kamyonları şehir içindeler. Ama yavaş geçiyorlar! Belki de bundan dolayı yavaş şehir olmuştur diye gülüyoruz. Girişte bir otel, Trak Otel: bilgi olsun diye fiyat sorduk; 2 kişi 100 TL (Oda Kahvaltı). 3 yıldızlıymış.

Vize’de Bizans dönemine ait pek çok kalıntı var. Kalesi var, camiye devşirilmiş kilisesi vs. Hadi gidelim görelim der Firuzan. Ama kaleye çıkmak lazım bisikletlerle. Pek de içimden gelmiyor şimdi tırmanmak. Şehir merkezinde Çanakkale savaşının sergisi var. Oraya giriyor ve 100 sene önce dedelerimizin hangi şartlarla mücadele ettiklerini tekrar hatırlayarak duygulanıyoruz. Yokluk içinde kazanılan zaferler. Bugün? Her şeyi sat. Sonra garip projeleri çılgın diye sunmaya çalış. Söylenecek laf kalmadı.

Öğretmen lokaline gitmeden sergi çıkışı eskiden Polonya’ya şoförlük yapmış bir Vizeli ile sohbetler edip onun demir perde dönemine ait anılarını dinliyoruz. Yolların durumu, kapıda verilen rüşvetler vs. Bugün AB üyesi bu ülke zamanında neler neler yaşamış. İki blok arasında sıkışıp kalmış.

Öğretmen evinde sade kahvelerimizi artık görünen güneş ışınları altında yudumluyoruz (13.25 / 20,5 °C). Yandaki konfeksiyon atölyesinin hanım işçileri de bahçede sigaralarını tüttürmekteler. Çaycı bize kaleye çıkmamızı tavsiye ediyor. Biz de bisileri orada bırakıp dik merdivenleri tırmanıp restore edilmiş, güzelleştirilmiş kale bölgesini geziyoruz.

Kale bekçisi çekirdek çıtlatmanın verdiği çevre kirliliği konusundaki görüşleriyle hayrete düşürüyor: “Hiç anlayamadım. Oturduğun yeri çekirdekle pislet. Hiç de rahatsız olma”.





























Küçük Ayasofya Kilisesi: VI. Yüzyılda Bizans İmparatoru Jüstinyen döneminde Dionysos mabedinin temelleri üzerine bazilika planında yapılmıştır. Üç apsisi vardır. İçerisinde üçer sütunlu, iki sütun dizisi sonraki yıllarda payelere dönüştürülmüştür. Ayrıca Azizelik mertebesiyle Hristiyanlık dini içinde sonsuza dek uzanan bir yer edinen Azize Maria'nın mezarının bulunduğu kabul edilen yer olan Yapının Bizans döneminde fresklerle bezeli olduğu, günümüze kadar gelen izlerden anlaşılmaktadır. Güney nefte ki Deesis kompozisyonu oldukça harap olmuş Naos'un güneybatısında ne olduğu anlaşılmayan başka bir fresk izi ile karşılaşılmıştır. Bunun yanı sıra Ermeni bir asilzadenin kızı olan ve Nicephoros Drunganion isimli Vize askeri birliğinin komutanı ile evlenen Vizeli Maria'nın fresk izine rastlanmıştır. Yapı Osmanlı hakimiyeti sırasında Gazi Süleyman Paşa tarafından camiye dönüştürülmüştür. Yakın geçmişe kadar kullanılan yapı 1997 yılında Kırklareli Müzesi ile Trakya Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi bölümü öğrencileri tarafından temizlenmiş ve bakımı yapılmıştır.



Vize kalesi: İlk inşasının M.Ö. 72-76 yıllarında olduğu tahmin edilmektedir. Daha sonra Bizans döneminde Jüstinyen (527-565 yıllarında) tarafından tekrar ihya edilmiştir. Muntazam kesme iri taşların üst üste yerleştirilmesi ve aralarına sağlam bir harçla bağlanması suretiyle yapılmıştır. Temeldeki iri kitleler 50-80 ile 100-150 cm. arasındadır. Şehrin kuzeyindeki sur bedenlerinde muntazam kesilmiş mavimtırak taşlar da kullanılmıştır. Bu yapının Geç Bizans döneminde (Paleoglar Devri) yeniden yapıldığı anlaşılmaktadır. Kale iç ve dış kale olmak üzere iki kısımdan meydana gelmiştir. Yüksek burç ile güneybatısında dere kenarında bulunan burcun yapımına XII. yüzyıl sonu Commenler devrinde başlanmış, Paleoglar devrinde tamamlanmıştır. Halen eski Vize şehri surlarının batı ve güney kısmı ayaktadır. Güney surları 3-4 metre yüksekliğine kadar korunabilmiş büyük taş bloklarla yapılmıştır. Yapı şekilleri birbirinin aynı olup kapı uzunluğu dört metredir.



Kilise ve kale dönüşü üç öğrenci ile kısa bir mavra atıp velespitlere atlayıp tekrar yola koyuluyoruz. Hava artık güneşli. Nasıl bir moral. Üstlerimiz sıcak gelmeye başladı. Hafiften eksiltmeye başlıyoruz.

Yol keyifli, kırıcı bir rampa yok. Çevre çok güzel. Tepedeki bulutlar muhteşem. Esen rüzgar otları deniz gibi dalgalandırmakta. Pazarlı’da kısa bir rampa. Firu’nun vitesi kontrolsüz değişmekte. Çatır çutur sesler geliyor arkamdan. Bazen sizin adınıza bisiklet mi düşünüyor dersiniz. Ama hafifleteceğine sertleştirmesi domuzdan yana olduğunu gösteriyor.

Çimento kamyonları sağdaki fabrika yönünde doğru girmekteler. Sonra öğrendik ki 5 bin tonmuş kapasitesi, 20 bin tona çıkacakmış. Çok mücadele etmiş yöre halkı ama paranın-çıkarın karşısında daha fazla direnememişler.

Pazarlı tırmanışı bir tepede, buraya Tavşantepe diyorlarmış, son buluyor. Önceki gelişimde çektirdiğim bir fotonun tekrarı için ağaca tırmanıyorum. Bu arada arkamızda duran arabadan inen bey de çevrenin resimlerini çekiyor. “Buraları sizin mi de çekiyorsunuz” lafını atıyorum. Tanışıyoruz; Nazmi Bey. Soğucak köyünden. İstanbul’da oturmakta, Sultangazi’de. 

Buralarda büyümüş, çocuklarını üniversitede okutmuş. Köyün kalkınması için çalışmış ve halen de çalışmakta. Bize bu toprakların geçmişini anlatıyor, Balkan savaşında buradaki katliamı, “Toprağın altı şehit dolu” diyor. Bulgarlarla büyük çarpışmalar yaşanmış. Osmanlı büyük kayıplar vermiş. Evet, bu topraklar için ne çok can verildi. Kendisi Makedon göçmeni, aile zamanında bu topraklara yerleşmiş. Güzel bir sohbet ne yazık ki yola çıkma nedeniyle sona ermekte. Saatler biraz daha geç olsaydı davetini kabul ederdik ama Kırklareli yapamayacağız, bari Pınarhisar’ı bulalım bu gün diyerek ayrılıyoruz Nazmi Bey’den. 

Soğucak köyüne ilişkin ayrıntılı bilgi için tıklayın

Poyralı’ya uçarak giriyor ve aynı hızla çıkıyoruz. Petrol Ofis’te üstümüzü hafifletmek için durduğumuzda çalışanın kahve ikramını kabul edip, biraz kuruyemiş ve Sait Bey’le sohbete başlıyoruz. O da Soğucak köyünden. Samimi konuşkan bir kişiliği var. Biraz çevrenin çimentocular tarafından nasıl bozulduğunu, PO’nun araç tanıtma sisteminden, gece sadece ambulans araçlarının ve jandarmanın yakıt alabildiği gibi mevzuları değerlendirip ayrılıyoruz.

1 km sonra Erenler köyünden geçerken solumuzda sekizgen bir yapı dikkat çekiyor. Ahmet Baba türbesiymiş.

Çok geçmeden Pınarhisar levhası görünüyor (16.45 / 42,6 km / 17,2 °C). Hedefe ulaşmanın keyfiyle ilçeye giriyoruz. Bu gece buradayız ama nerede kalacağız? Vatandaşın birine soruyoruz. Bize, ilçede sadece 2 otel olduğunu, merkezde olanın adresini tarif ediyor. Güzel, “gel bir de belediyeye gidelim soralım” diyorum Firuzan’a.

Belediyedeyiz ve sıcak bir karşılama ile zabıtadan ilçe girişindeki Rüya Motel’in daha iyi ve uygun olduğunu öğreniyoruz. Hatta memur bey arayıp adımıza rezervasyon bile yaptırıyor. Sonra bir başka bölümde, fen işleri, tanıştığımız Hasan Bey ile AB projeleri, müze binası, arıcılık, İstanbul Bebek hatıralarını (kendisi aslen Bebekli, evlilik ve iş icabı buraya yerleşmiş) birer bardak çayla dinliyoruz. Bu arada Bebek’te oturduğu adres Firuzan’ın en yakın arkadaşı Ferda’nın da dedesinin adresi çıkınca birden daha da ısınıyor sohbet ama misafiri ile görüşmesini böldüğümüzden daha fazla rahatsızlık vermemek üzere veda ediyoruz.

Benzincinin üzerindeki Rüya Motel’de 2 kişi 60 lira olarak pazarlık edip eşyalarımızı odaya yerleştirip merkeze dönüyoruz. Biraz görelim, biraz doyalım...

Pınarhisar’da bisikletli görmek çok güzel bir duygu. Hepsiyle selamlaşıyoruz. Bisiklet kardeşliği adına. Peynircilik burada önemli bir iş kolu. Bir dükkana girip eski kaşar alıyoruz, kilosu 25 lira. Ama dükkandaki diğer ürünler de öyle iştah açıcı ki, pekmez (çeşit çeşit), tahin, yumurta, yoğurt, zeytin... yerimiz olsa hepsinden alırdık. Yörem Lokantası’nda karnımızı doyuruyoruz. Pilav+2 bezelye+koyun yoğurdu+kaymaklı ekmek kadayıf=22 lira. Çaylar müesseseden.

Otele dönüp (19.00 / 12,8 °C) üzerimizdeki tozu akıtıp, biraz TV’deki garip istasyonlara gülüp, yarınki ve sonraki günlerin rotalarını internetten etüt edip yatmam 12’yi buluyor. İyi geceler.



















Erenler Köyü Binbir Oklu Ahmet Baba Türbesi


Binbir Oklu Ahmet Baba, Osmanlının Balkanlar’a geçiş döneminde ilk akıncı kumandanlarındandır. 1369 yılında Pınarhisar’ın fethi sırasında şehit düşmüş türbesi de buraya Erenler Köyüne, 14. yüzyılın ikinci yarısında yapılmıştır. Türbe sekiz köşeli, her cephesinde sivri kemerleri bulunan, kapı büyüklüğünde yedi penceresi olan bir yapıdır. Duvarlar kalın, muntazam kesme taş kaplamalıdır. Kubbe sekiz köşeli tambur üzerine oturtulmuş, üzeri kurşun kaplıdır.




























Pınarhisar'ın ilk çağlara uzanan bir geçmişi vardır. O devirlerde soğuk ve sıcak kaynak suları ile ünlüydü.
Pınarhisar, Doğu Roma İmparatorluğu sınırları içerisinde M.S. 425 yılında zamanın Semendirek Tekfuru tarafından kurulmuş, Latincede kaynak anlamına gelen Virisis adını almıştır.
1877-78 yıllarında çıkan Osmanlı-Rus savaşında Pınarhisar işgale uğrayan yerler arasındadır. 1912 yılında Bulgarlar Pınarhisar'ı işgal etmiştir. Fahrettin Altay Komutasındaki Aşiret Süvari Alayı 21 Temmuz 1913'de Pınarhisar'ı düşmanlardan geri almıştır.
Milli Mücadelenin başladığı 1919 yılından itibaren Mustafa Kemal Paşa’ya destek verenlerin arasında Pınarhisar da gelmektedir. Pınarhisar Müdafaa-i Hukuk Heyeti Başkanı Bahaeddin Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın 23 Nisan 1920'de kurduğu Türkiye Büyük Millet Meclisine bağlılık bildirmiştir 25 Temmuz 1920'de bu kez Yunanlılar Pınarhisar'ı işgal etmiş, Pınarhisar 8 Kasım 1922 tarihinde düşmandan geri alınmıştır.
Pınarhisar, Kırklareli'ne bağlı bir bucak iken 1911 yılında ilçe olmuş ancak 1915 tarihinde tekrar bucak haline getirilmiştir. 01.03.1953 tarihinde yeniden ilçe statüsüne kavuşmuştur.



















Saray – Pınarhisar


Saray-Vize-Poyralı-Pınarhisar

Garmin yol bilgileri Saray–Pınarhisar

Tur tarihi: 19 Nisan 2013
Kat edilen mesafe 51,51 km.
Ortalama hız 14,1 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 3 sa. 38 dk., dışarıda geçen süre 9 sa. 2 dk.
En yüksek sıcaklık 26 ˚C, en düşük 9 ˚C, ortalama 15 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 441 m, kaybı (iniş) 410 m.




20 Nisan 2013, Cumartesi / Pınarhisar - Edirne

Sabah fazla oyalanmadan çıktık, 8.20. Hava güzeldi-güneşli. Akşam otel bir hayli gürültülü geçti. Kalan öğrenciler yüksek sesle konuştukları gibi bir de koşarak dolaştılar koridorda. Zaten motel de kartondan yapılmış gibi. Her şey oynuyor. Banyo minnacık. Havalandırma sanki gemi motoru gibi çalışıyor.

Pınarhisar’ın bugün pazarı varmış. Esnaf tezgahını kurmakta. Mahalle arasından gördük.
Askeriyenin önünden geçip Kırklareli yolundayız. Yol fazla yorucu değil ama bugün de rüzgar var, ve de karşıdan. Bilemedin sağından. Bir tükürüyorsun 5 m uçuyor. Batıya doğru gidiyoruz. Güneş arkamızda gölgemizi kovalıyoruz.

Kahvaltı edecek köy arıyoruz. 6 km sonra Kaynarca geliyor ama köy anayoldan içerde. Girmeden devam ediyoruz. Bugün yolumuz uzun. Önümüzde Kırklareli var, sonra da Süloğlu’na devam niyetindeyiz. Hava 13,6 derece. Isınıyor artık. Sağda kocaman bir çimento fabrikası (Limak), kamyonlar dizilmiş mal bekliyorlar. İşte trafiği dolduranlar bunlar.

Karnım açıktı. Etrafta da köy yok. Ne edelim yolda bir kenara çekip yanımızdaki peynir ekmekle yetindik. Saat 9, km de 9,22. Rüzgarın olmadığı bir tepedeyiz. Arabalar önümüzden geçmekte. Aklıma Suriye çölü geldi. Aynen orada da yol kenarında karnımızı doyurmuştuk. Hava da kuşlar uçuyor. Bir yırtıcı kuş asılı vaziyette avını gözlemekte.

Biraz tembellik sonrası tekrar pedallıyoruz. Saat 9.30 u gösteriyor. Yarım saat sonra Üsküpdere geliyor karşımıza (17 km). Hava daha da ısındı, 15,2 derece. Yol şöyle böyle. Önceki günlere göre biraz daha iyi bir asfalt. Ama Kırklareli’ne 10 km kala duble yol başlıyor. Kaymak asfalt ve güvenlik şeridi. Ohh be, biraz rahatladık. Ne de güzelmiş güvenli yolda pedal basmak.

Saat 11’de Kırklareli tabelasını görüyoruz. 28 km’yi geride bıraktık. Hava artık 18 derece oldu. Isındık, hatta fazla bile.

Burada şehir içi trafiğiyle boğuşuyorsun. Deli şoförlere dikkat etmek gerek. Yüklü olunca bisiklet, fazla manevra da yapamıyorsun. Bir de bu turda ilk defa kullandığım kilitli pedallar var. Onlara da yeni yeni alışıyorum.

Adamın canı da çay istedi mi gözü başka şey görmüyor. Merkez parktaki çay bahçesine yerleşiyoruz. Aldığımız simitleri kaşarla ve de hıyarlarla siliyoruz. Çaylar 75 burada. 6 tane götürdük. 

Bu arada taksilerin arasından kafasına tepsiyi koymuş, bisikletle dolaşıp simit satan adam gözlerimizi yuvalarından çıkardı. Biz de kendimizi birşey sanıyoruz. Hiç istifini bozmadan kıvrılıp geçti, direklerin arasından parka girdi, “simitciii” diye bağırarak devam etti. Yetişemedik, videosunu çekmek lazımdı. Alelacele çekilmiş bir fotosu var ancak altta.
















































































Saat 12, yarım saatlik bir çay molası sonrası Kırklareli’nden ayrılıyoruz. Sıcaklık 20 dereceyi geçti. Taksicilerden alınan Süloğlu yol tarifi, Süzülmüş Kardeşler’den alınan kaşar ve lor sonrası çantalarımızdaki peynirlerle yollardayız.

Düz rahat bir yol. Kayıp gidiyoruz. Ama içimdeki polar yelek artık fazla geliyor-çıkartıyorum. Ohh be, rahatladım. Havadaki bulutlar çok etkileyici bir görüntü veriyor. Kuzeyden de karaları görünmeye başladı. Meteo pazar için yağış gösteriyor. Herhalde bunlar getirecek yağmuru.

Arabalar vızır vızır geçmekte. Ne de meraklılar sürate. Yani şöyle sakin kullananı görmedim. Sanki Niki Lauda hepsi.

Taksicilere göre İnece’den sapmalıydık, Süloğlu için. Fakat yolda karar değiştiriyoruz. Biraz şaştık öngördüğümüz programdan. Kırklareli’ne bir gün sonra gelmek Lalapaşa’yı ertesi güne kaydırdı. Süloğlu’nda da otel motel yokmuş. Cumartesi belediyede de kimseyi bulamazsın. Gecelemek soruna dönüşecek. Firu “Edirne, 55 km’yi havada yaparız” diyor. Tamam mı? Tamam. Hadi ver elini Edirne. Rotamızı çevirdik.

12.50 gibi İnece’nin rampasını tırmanıyoruz. Sabahtan beri ilk ciddi tırmanış. 45 km’yi geride bıraktık. Acaba Edirne’ye ne kaldı?

Küçük bir köyden geçiyoruz, Ürünlü .Yol kenarında bir kahve (13.35 / 54,8 km). Bir kısa mola diye duvara dayayıp köylülerin davetine oturuyoruz.  Masadakilerin ikramı çay ve soda eşliğinde sohbete başladık. Nereden gelirsin, nereye gidersin gibi beylik sorular sonrası, memleket meseleleri, kurbanlıklar, ceviz , meviz, yan masa da dahil olunca neredeyse 50 dakikayı ayırıyoruz buraya. Biri aynen Ben Kingsley’e benziyor.

İşin güzel yanı tanımadığın bir yığın insanla tanışıp sohbet ediyorsun. Biz de bunu anlatmaya çalıştık masadakilere. Bisikletin nasıl bir işe yaradığını.

Saat 3’de Hasköy’den geçiyoruz (65 km). Süloğlu’na buradan da gidiliyor. Süloğlu ve Lalapaşa Edirne’nin iki ilçesi. Küçük yerlermiş ama çok istedik görmeyi-olmadı. Başka sefere artık.

70 km oldu, Söğütlüdere’deyiz (15.30). Hava biraz kapadı ve serinlemeye başladı (19,4 °C). Rüzgar da çıktı gene. Yönümüz batıya döndü gene.

İskender köyünde (16.20 / 81,4 km / 17,1 °C) bir soda molası kısa sürüyor, 10 dakika sonra gene yoldayız.

Saat 5’i gösterdiğinde Edirne’ye girmiştik. Geride 85 km bırakmışız. Şimdi hızlı şoförlerin arasından kalacak yer peşine düşmemiz gerek. DSİ de yer yok, Spor Müdürlüğü yatakhanesi dolu. Öğretmen evini es geçtik. Bu gibi yerler tutulmuş, anladık. Otel peşine gittik. Yoldaki vatandaştan alınan pratik bilgi ile Balta Otel 100 lira. Daha ucuzu olur belki diye daha merkeze hareket ediyoruz. Bu arada Selimiye Camisi’nin muhteşem güzelliği önünde zaferimizin fotografını çekiyoruz.

































Ercan, Ali, Yüksel ve Süleyman beylerle.















































Sinan'ın Kaleminden Selimiye Camii
"Bütün dünya halkının "Olabilirlik ölçülerinin dışındadır." demelerinin bir nedeni şudur: Ayasofya kubbesi gibi büyük bir kubbe İslam Devleti'nde yapılmamıştır diye, kâfirlerin mimar geçinenleri "Müslümanlara karşı galebemiz vardır." derlerdi. Yanlış görüşlerince, o kadar büyük bir kubbeyi durdurmak son derece zordur. "Benzerini yapmak mümkün olsa yaparlardı." dedikleri, bu zavallının yüreğinde bir ukde olup kalmıştı. Sözü edilen cami binasında çalışıp çabalayarak, ihsan sahibi Allah'ın yardımıyla, Sultan Selim Han'ın zamanında; kudret gösterip bu yüce kubbeyi Ayasofya kubbesinden altı zira daha yüksek ve çevresini dört zira daha geniş yaptım."

"Caminin dört minaresini, kubbenin dört tarafına oturttum. Her birine üçer şerefe yaptım. İki minaresinin üçer merdiveni vardır, çıkanlar birbirini görmezler. İlk merdiven birinci şerefeye, ikinci merdiven ilk iki şerefeye, sonuncu merdivense her üç şerefeye çıkar.

Edirne'de benim camiimden evvel en büyük cami Üç Şerefeli idi. Minaresi azametli ise de kuleye benziyordu, gayet kalındı. Sultan Selim Camiinin minareleri ise hem naziktir, hem de üçer yolları vardır ki, bu kadar ince minarede üç yol yapmanın gayet müşkül olduğunu aklı başında olanlar anlar."

Kaynak Edirne Gezi Rehberi



Küçük otellerin bulunduğu bir sokakta (Maarif Cd.) birkaç otele girip fiyat alıyoruz. Biri 60 diyor ama tuvaleti dışarda. Diğeri 130 diyor, fazla pahalı. Bir tane bulduk, adını unuttum otelin, 80’e ama o da soyadlarımız aynı olmadığından kabul etmedi. Yıl 2013 ve Edirne’nin hali. Hiçbir gelişme olmamış. Mersin-tersin durumları. Ama dünya her şeye rağmen dönüyor. Nasıl demişler ‘eppur si muove’.

Sultan Otel de 120 deyince Balta’ya kaldık. Bayılacağız 100’lüğü bir geceliğine.

Git gellerle 98,2 km’yi bulduk (18.45). Günün yorgunluğu suyun altında çözülüp aktı. Sıcak su adalelerimi rahatlatıyor. Biraz da ayakları havaya dikince kaldı acıkan mideleri doyurmak. Çıktık yakında bir yerlere bakınmaya. Nefis bir peynirci dükkanı gördük, envaiçeşit. İstanbul’da olsa keşke bu dükkanlar. Abonesi olurduk.

Tarif üzerine Karagöz Lokantası’nda tencere yemeklerinin sonuna yetişiyoruz. Tezgâhtaki hanım da cana yakın, hoş sohbet. Laflaya laflaya karnımızı doyurduk. Kuru+az pilav+2 az çorba+yoğurtlu havuç kızartma+az yoğurt=15 lira. Çaylar müesseseden. Bize yakınlardaki görülecek yerlere ilişkin bilgi de veriyor. Zamanımız olsaydı da hepsini gezseydik. Yola çıktın mı ilerlemek istiyorsun. Zaman da öyle bolca değil. Firu’nun sorumlulukları var. İşler üzerine kaldı.

Otele dönüyoruz. Ben gezi notlarını yazarken Firu çoktan gözlerini kapamış.

Pınarhisar - Edirne


Pınarhisar-Üsküpdere-Kırklareli-İnece-Ürünlü-Hasköy-İskender-Edirne

Garmin yol bilgileri Pınarhisar-Edirne

Tur tarihi: 20 Nisan 2013

Kat edilen mesafe 98,21 km.

Ortalama hız 15,2 km/sa.

Bisiklete biniş süresi 6 sa. 26 dk., dışarıda geçen süre 10 sa. 12 dk.

En yüksek sıcaklık 27 ˚C, en düşük 12 ˚C, ortalama 18,6 ˚C

İrtifa kazancı (çıkış) 911 m, kaybı (iniş) 1074 m.


Gezinin devamı Edirne-Gelibolu