2 Kasım 2016

Tepeören, Keşf-i Seyir

İstanbul’un köprüleri, havaalanları, bağlantı yolları, inşaatları... dolaştığımız bölgeleri kısıtlamaya başladı. Eskiden gidilen yerler artık yoğun damperli trafiğinden gidilmez oldu. Bu da bizi yeni rotalar aramaya zorluyor. Başka nereden gideriz, nasıl yaparız şeklinde. Bu pazar Pendik-S. Gökçen yolunun kapanması nedeniyle farklı yolları denemek üzere bir keşif gezisi yaptık Tepeören’e.

Bostancı’dan Serhan, Haldun, Levent, Kamil, Haluk, Ali ve Esin ile yola çıktık. Bugün Firuzan dahil olamadı. Serhan’ın daha önce gittiği yolu pedallayacağız. Pendik’te ilk molamız sonrası Tuzla İçmeler’den Aydınlı’ya çıktık. İçmeler’e kadar düz olan yol burada az tırmanmaya başlıyor. Biraz trafiği var ama pek sıkıntı vermedi. Aydınlı geride bırakıldıktan sonra Orhanlı Sanayii Bölgesi’ni geçip, burada bir bölümünde yol çalışması vardı, Tepeören’in içine çıkmamız gerekirken az dışına geldik. Öğle molası Tepeören’de. Bir hayli fazla lokanta var burada. Bizim yerleştiğimiz Öz Hacıbey Kebapçısı hepimize hitap ediyordu. Açıkta oturduk, içeride ısınıp sonra üşümemek için. Karşımızdaki börekçinin camında akan ışıklı yazı “Küt Böreği” daha önce gelişimde de dikkatimi çekmişti. Kürt Böreğini duymuştum, üstüne pudra şekeri ekilen. Bu neydi ki? Yoksa artık “Kürt” yazılamıyor mu? Bu konuda farklı yorumlar var. Birçok kişinin Kürt böreği olarak andığı küt böreği şekil itibariyle diğer böreklerden farklıdır ve küt böreği isminin de buradan geldiği söylenmektedir. Kimine göre kat kat olduğu için; kimine göre ise, küt küt kesildiği için ismine küt böreği adı verilmiştir. Hatta bazı kişiler yerken çıkardığı kütür kütür seslerden dolayı küt böreği dendiğini iddia eder diyen olduğu gibi İstanbul'la özdeşleşmiş, İstanbul'un yemek literatürüne girmiş bir yiyecek çeşidi. Zengini de fakiri de bu lezzetin meraklısı, hatta müdavimi olanların sayısı azımsanmayacak kadar fazla. Çıtır çıtır onlarca kattan oluşan görüntüsü, altın sarısı rengi ve üzerine dökülen pudra şekeriyle bambaşka bir tat sunan sade börek ya da diğer adıyla Kürt böreği... diyen de var. Böreğin mucidinin ise Sarı Mehmet olduğu söylenmekte. Mazisi yüzyıllar öncesine dayanan Kürt böreğinin hikayesi Osmanlı yıllarında başlıyor. Osmanlının doğu illerinden İstanbul'a çalışmak için gelen ve çoğunlukla hamallık yapan işçilerin arasında gücü diğerleri kadar fazla olmayan, kilolarca ağırlıktaki çuvalları taşıyamayan ve hatta birkaç kez yüküyle birlikte denize düştüğünde arkadaşları tarafından kurtarılan Sarı Mehmet, Kürt böreğinin mucidi.

Yük taşımada başarısız olunca arkadaşları arasında Rengo diye çağırılan Sarı Mehmet başka bir iş yapmaya karar verir. Un alıp bir hamur açan ve içine koyduğu yağ ile bunu pişiren Sarı Mehmet, yaptığı yiyeceği ilk olarak arkadaşlarına satar. Tadının beğenilip, arkadaşları arasında çokça satılması ile işi büyütür ve bir dükkan kiralar. Zamanla işçilerin yanı sıra vatandaşlara da börek satmaya başlar Sarı Mehmet. Vatandaşlar yapan kişinin adını bilmedikleri için 'Kürt'ün böreği, Kürt'ten aldık' gibi söylemlerle yiyeceğin de adını koymuş olurlar: Kürt böreği.

Kat kat, küt küt, kütür kütür... yok daha neler? Niye Kürt diyemiyoruz? Bizler Kürtlerden korkuyor muyuz? Niye bir uzlaşı yolu bulamıyoruz? "Kürt diye bir şey yoktur, dağ Türkleri karda yürürken kart-kurt diye ses çıkarır bu nedenle onlara Kürt denir" cümlesi uzun sure Kürt sorunu karşısında devletin resmi ideolojisinin özeti olmuştu.

Uzun yıllar Güneydoğu meselesi askerin üzerine aldığı ve sivil bürokrasiye söz hakkı tanımadığı bir alandı. Olay bir kaç çapulcunun çıkarttığı ve birkaç yıl içinde başı ezilecek bir isyan olarak kamu oyuna sunuldu. Bu vizyonsuzluk, bilgisizlik ve aldırmazlığın ülkemizde nelere mal olduğu hepimizin malumu diyor araştırmacı yazar Haydar Kotil. Gerçi sivil bürokrasi de daha iyisini yap(a)madı. Bu kadar insan öldü ve ölmeye devam ediyor. TR bir korku ülkesi oldu. Her an bir yerde bomba patlayacak diye tedirginiz. Konuşmaktan korkuyoruz. Yazmak yasak. Böyle mi gireceğiz 2023’e?

Tepeören sonrası yolumuz genelde yokuş aşağı geçti. Eski Ankara Asfaltı’ndan Kocaeli İl sınırına girdik. Bu bölüm dümdüz. Etrafta bir hayli yüksek gerilim hattı var, bölgeyi besleyen. Şekerpınar’a doğru yokuş aşağı adeta uçuyor bisikletler. Gelen kavşaktan, Sinan taklidi olmayan Deva Ulu Camii’den sağ yapıp ve gelen yonca yaprağından, bisiklete giriş yasak olmasına rağmen Çayırova’ya doğru hızla kaydık. Ali’yi bu noktada kaybettik sonra Tuzla’da tekrar bulduk (önden basıp gitmenin sıkıntısı). Çayırova Arçelik tesislerinden Tuzla yönüne sapıp bir süre E5 üzerinde güvenlik şeridini takiben sürüp Piyade Okulu’na yöneldik. Bundan sonrası zaten Tuzla ve malum dönüş yolu.

Deva Ulu Camii










Bostancı’dan Bostancı’ya 80 km’lik bir rota çıktı. Fazla bayan rampaları olmayan ama gene de Tepeören’e kadar yükselen sonra da inen bir yol. İleri günlerde bu rotayı tekrar pedallarız artık.

Haydoy bağışları için teşekkürler.


Tepeören, Keşf-i Seyir: (Dudullu)-Bostancı-Pendilk-Aydınlı-Tepeören-Şekerpınar-Çayırova-Tuzla-Pendik-Bostancı-(Dudullu)

Tur tarihi: 30 Ekim 2016
Kat edilen mesafe: 108,8 km.

















































Foto ve video katkıları için Haldun, Levent ve Ali’ye teşekkürler.