23 Eylül 2013

[bisikletle]Türkiye: Göller Bölgesi (2)

Turun ilk etabı ‘Salda-Burdur Gölleri’ni tamamladık, şimdi ikinci etap ‘Eğirdir-Beyşehir Gölleri’ni pedallayacağız.

Eğirdir ve Beyşehir Gölleri

11 Ağustos 2013, Pazar / Kılıç – Eğirdir Gölü

Sabah erken yola çıkma kararı almıştık. Öğlen sıcağında binmeyip bir yerde dinlenmek üzere.

6’da uyanıyorum. Gece kaldığımız yer bir odaya serdiğimiz halı üzerine attığımız mat ve tulum oldu. İşçiler kalıyormuş. 2 yaylı somya ve bir halı vardı. Dağınık bir WC. Neyse, bisikletçiyiz her şartta yatarız. Eşyaları havalanması için balkona gerdiğimiz ipe asmıştık. Ayakkabıları da dışarıya koymuştuk. Firuzan uyduruk WC’de bir duş bile aldı. Böyle işleri kolay yapıyor. Ben tembellikten üşeniyorum.

Gece yandaki okulun bahçesinde süren nişan törenini, şarkılar ve çatapat gürültüsü, arkasından kasabada bir yukarı bir aşağı giden bir arabanın bangır bangır çaldığı müzik ile devam etti. Kafayı yemişler, minnacık alanda dibine kadar aç, üstelik saat gece yarısını çoktan geçmiş.

Hazırlanıp muhtarın kahvesine oturmamız 7. Biraz atıştırıp yola çıkmamız 7 buçuk. Dünden Firuzan’ın mide halen nane, bir tek susamlı kraker yedi, Eti’nin var ya.

Sabah serinliğinde çıkmak çok güzel (27,9 ˚C, R: 982 m). Kasabaya (Kılıç) veda ederek ayrılıyoruz. Yol bizi Isparta otoyoluna çıkarmalı. 5 km kadar denilmişti. Güneş gölgelerimizi yatay olarak yolun kenarına uzatmakta. Bazen yan yana giderek ikili bir görüntü veriyoruz. Videoya da alıyorum bu durumu.

Otoyola çıktık, hafif yokuş aşağı. Bir yığın tesis var iki tarafta. Kahvaltı-yemek mümkün. Hatta buralarda belki çadır kurmak da mümkün.

Satıcılar tezgahlarını kurmaktalar. İncir özellikle bol. Şeftali, armut gibi meyveler dizili vaziyette alıcısını bekliyor.

Fazla zorlanmadan ilerliyoruz. Araba trafiği bir hayli. Ama geniş bir güvenlik şeridi var. S. Demirel Havalimanı sağımızda. Soldan Yunus Emre Türbesi’ne gidiliyor. Gümüşgün ayırımını geçip, Burdur sapağını da geçip Isparta yönüne dönüyoruz. Asfalt şimdi kaymak oldu. İşte asfalt dediğin budur, bisiklet yağ gibi kayıyor. Geniş güvenlik şeridi adeta bisiklet yolu. Fazla da trafiği yok buranın. %1 gibi bir de iniş var. Daha ne istersin ki. Lay lay lom gidiyoruz. Yunus Emre’nin türbesi varmış Gönen’de, 5 km içeride. Ama gir-çık yapmamak için devam ediyoruz. Sağda dev bir çimento fabrikası. Nasıl bir canavar, tozlu, soluk bir renkte dikilmiş.

Eğirdir’e Isparta üzerinden gitmeyeceğiz. Anayoldan sola Senirce’ye saparsak 15 km kadar yolu kısaltabiliriz. Ama acaba asfalt mı? Google’dan pek belli olmuyor. Google gördüğü her yolu işaretliyor. Orman müdahale yollarını da işaretlemiş, bizi bir hayli yanılgıya düşürmüştü bir tarihte.

Sağdaki benzinciye hem yol sormak hem de birer meşrubat içmek için giriyoruz (9.30, 28,9 ˚C, 26,3 km, R: 974 m). Mataralar su dolu ama buz gibi su kısa sürede ısınıyor. Tadı da değişiyor. Hani öyle kana kana içesin gelmiyor.

Uludağ’ın yeni bir numarası var, yeni olmasa da biz nedense turlarda rastlıyoruz. Frutti Extra. Kapağı dönerek açılıyor. Mandalina ve armutlusunu bir dikişte indiriyorum mideye. Biraz da sandalyelerin üzerinde oturmak iyi geliyor. 2 saattir sele üzerindeyiz. Pozisyon değiştirmek gerek. Neyse benzinci de bize kestirme yolu öneriyor ama “Senirce köyünden sonra ‘karayoldur” diyor. Yani toprak demek istiyor.

Senirce’deyiz (10.00, 28,6 ˚C, 28,1 km, R: 964 m). Girişteki kahveye oturuyoruz. Selamlaşmalar, durumun izahı ve çaylar. Şu Oralet cinsinden içecekler var ya, işte nane limon, kuşburnu gibi..., bir limon ısmarlıyorum. Firu ayran istiyor ama olmadığından çaya dönüyor. Kahveyi işleten bir kadın. Durum Firu’nun çok hoşuna gidiyor. Kadının toplumda erkek gibi yer alması, arka planda kalmaması çok önemli. Çayları ısmarlıyorlar, yol tarifini de veriyorlar: “Demiryoluna paralel gidin, anayola çıkarsınız. Yaklaşık 10 km.”

Yol toprak-stabilize karışımı. Fena değil, gidiliyor. Düz, yokuş yok. 7,6 km sonra anayola çıkıyoruz (11.10, 35,2 ˚C). Harita çıktısı elimizde, sola dönmeliyiz bu Eğirdir yoluysa. Çok eminiz ve sola dönüyoruz. Çift şerit, duble yol. Ortası ağaçlı. Hoş bir rota. Basıyoruz pedallara. Solda bir antik kent Sidera, işareti var. Ve de bugünkü köyü, Bayat. Hadi girelim, bir dinleniriz. 100 m girip köyün camisine varıyoruz. Ama köy bu kadar. Minnacık. Bir cami ve etrafında birkaç ev. Kahve mahve yok. Ehh geldik bari şu çeşmede tazelenelim. Yüzümüzü gözümüzü yıkayıp bir ağacın gölgesindeki banka oturup-nefeslenip buradan ayrılıyoruz.

Yola devam, acaba şurada mı mola versek burada mı? Saat daha ancak 11’i geçiyor. Biraz daha dayanalım sıcağa, ilerleyelim. Derken bir yol ayırımı: sol Atabey, sağ İslamköy. Aaaa yanlış yoldayız!!! İslamköy’ün altından gidiyordu rotamız. Bayağı yolu yanlış geldik. 

Sinirleniyorum ve kendime kızıyorum. Niye sormadın, bu kadar emin nasıl olur da saparsın. Firuzan her zamanki gibi iyimserliğini koruyor, “olsun, belki güzel bir şeyler göreceğiz” diye moral veriyor.

Gelmekte olan bir resmi plakalı arabayı durdurup yolu soruyorum. İslamköy’den Eğirdir yoluna geçiş asfalt mı, uzun mu...? Şoför “geri dönmektense buradan gidin, çok fazla değişmez. Asfalttır” diyor.

Dokuzuncunun köyüne giriş çok güzel. Ağaçlarla bezenmiş gidişi-gelişi ayrı bir bulvardan giriş yapıyoruz. Elbette Demirel Bulvarı. Bir tak var, üzerinde İslamköy yazıyor. Uzun bir yol, köy hemen gelir sanırdım. Ortalık sakin, fazla insan yok sokakta. Temiz bir köy. Medeni görünüyor. Öyle de olmalı. Demirel uzun yıllar ülkede söz sahibi oldu. Herhalde burayı da toparlamıştır.

Meydanda yeşillikler arasında bir kahve (12.05, 37 ˚C, 44,3 km, R: 979 m). Ortasında havuz ve fıskiye. Ağacın altındaki masaya yerleşip içecekleri ısmarlayıp, yandaki marketten susamlı kraker ve meyve suyu alıyoruz. Etrafı dinliyor ve gözlüyoruz, birer tur tavla atıyoruz (3-0 FiruzanSpor galip), kestiriyoruz, özetle 3 saatimizi burada geçiriyoruz. Dinlenip kendimize geldiğimize karar verdiğimizde tekrar yola koyulduk. Köy çıkışında Demirel Külliyesi’ni ziyaret edip, doğduğu evi görüp İslamköy’den ayrılıyoruz (15.10, 31,2 ˚C).

Külliye hoşumuza gitti. Sakin bir mimari, özgün bir kaplama malzemesi seçilmiş. Bahçe düzenlemesi hoş, bakımlı. Pazar nedeniyle müzesi kapalı. Bir kaç ziyaretçi bizim gibi dolaşmakta.








































Eğirdir yoluna kadar bir meyve bahçesi içinden geçmekteyiz ki sormayın. Şeftali, mürdüm eriği, elma, armut ağaçları her yerde. Durup göz hakkımızı alıyoruz. Şeftaliler tam olgunlaşmamış olsa da tatları yerinde. Cevizlere daha var. Kıyamet kadar, o zaman buralarda olmak lazım. Bir de incir ağacı bulsan yanında. Biz bir kere Yuvacık barajına çıkarken yolda bu iki ağacı yan yana bulmuştuk. Saatlerimizi geçirmiştik altında. Ceviz kır incir topla ceviz kır incir topla...

Rayları sökülmüş demiryolu geçidinden geçmekteyiz. Ülkemizde en çok eksikliğini hissettiğim iki şey var; deniz ve demiryolu. Tüm taşımacılık karayolundan yapılmakta. Halbuki deniz ve demiryolu hem daha ekonomik hem daha rahat bir ulaşım şekli. Yanlış politikaların kurbanıyız.

3-4 m genişlikte su kanalları bu çevrede. Bayağı da su akıyor içinden.


Anayola bağlanırken büyük bir soğuk hava deposu çıkıyor karşımıza. Karşısında da bir TIR’a şeftali yükleniyor, kasa kasa. Kokusu her yeri sarmış.


Önümüzde seyreden bir kamyonetin kasasında iki kova dolusu şeftali. Yanaşıp izinle içinden 2 olgununu seçiyorum. Amanım ne lezzet. Sulu ve tatlı. Çenemden aşağı akıyor suları.

Eğirdir 14 km diyor levha. Kenardan basıyoruz pedallara. Yolda çok trafik var. Sessizlik gitti gürültü geri geldi. Zor bir yol değil, bazen hafif bir çıkış yapıyor ama genelde düz. Rüzgar bize doğru esmekte. Sanki gitmiyor gibisin. Hâlbuki %-1 gibi de bir eğim var. Sağdaki dağlarda mermer ocakları açılmış. Dağı blok blok sökmüşler sanki. Korkunç bir manzara.

Motosiklet üzerinde 2 velet teğet geçerek korkutma sevdasındalar. Çok eğleniyorlar, dönüp arkalarına bakıyorlar. El kol hareketi ile ne düşündüğümü anlatmaya çalışıyorum.


Benzincide içilen bir Icetea ve Maltana (Ülker’den. Miller’in şişesine benzemiş) ile susuzluğa çare arayıp önümüzdeki tepeyi çıkınca artık yokuş aşağı göle ineceğimizi öğreniyoruz.

Sağda askeriye, jandarmadan sola sapın demişlerdi, Barla yönüne. Altınkum plajında kamping olanağı var. Şöyle bir bakalım derken bir boş oda anonsu yapılıyor ve 35 liraya geceliğini tutuyoruz (17.35, 33,1 ˚C, 66 km, R: 936 m).


Önce duş, sonra kirlilerin yıkanması ve sırada akşam yemeği var. Bisikletlere atlayıp yiyecek yer aramaya çıkıyoruz. Bulunduğumuz yerde yok, merkeze inmemiz gerekiyor. Yolda başlayan damlalar gittikçe sıklaşıyor. Üstümüze bir şey de almadık. Süratle merkezdeki Kemer Lokantası’na yerleşiyoruz. Yağmur da şiddetleniyor..


Firu mideden şikayetçi olduğundan 2 mercimek çorba+kuru+bulgur+2 cacık+fırın sütlaç+su=32 lira bırakıyoruz. Adetten olan çoban salata ve çay ikramları.


Yağmurun durmasıyla lokantadan ayrılıp bisiklet çantasına civata+somun arıyorum. Lokantada cıvata buldum da somunu yoktu. Dün fark ettik ki Deuter çantanın bagaja tutturulan askısının çantayla olan bağlantı perçini kopmuş. Öyle takınca 2. perçini de kopardı. Şimdi tutturmasam tamamen sökülecek. Perçin yerine vida ile sabitlemeyi düşünüyorum. Hiç hesapta olmayan bir durum. Her gezi yeni bir ihtiyacı öğretiyor.




























Kılıç – Eğirdir Gölü (Altınkum)

Kılıç-Senirce-Kuleönü-İslamköy-Eğirdir

Garmin yol bilgileri Kılıç-Eğirdir

Tur tarihi: 11 Ağustos 2013
Kat edilen mesafe: 65,95 km.
Ortalama hız: 13,7 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 4 sa. 48 dk., dışarıda geçen süre 9 sa. 53 dk. 
En yüksek sıcaklık 40 ˚C, en düşük 25 ˚C, ortalama 31,8 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 544 m, kaybı (iniş) 553 m.



12 Ağustos 2013, Pazartesi / Eğirdir

Yorulmuşuz sıcaktan. Firu’nun da mide durumları tam düzelmedi. Bir gün burada dinlenelim diyoruz. İdareye bungalovun durumunu soruyorum. Rezerve edilmiş maalesef, gelmezlerse olur diyorlar. Ama geliyorlar. Bu arada idaredeki dalgacı memure de bizi vakitlice haberdar etmediğinden kapımızda adamlar bekliyor, biz eşya topluyoruz :((

Çadırımızı boş bir alana kurduk. Önümüzdeki çadırda bir Alman aile, Aziz Pavlus yolunu yürümüşler. Ahbaplık yapıyoruz. Bey arkeolog, Dirk. Hanım din öğretmeni, Frederike. Oğul öğrenci, 12 yaşında, Jakob. Daha önce de gelmişler Türkiye’ye. Stuttgart yakınlarında oturuyorlarmış.

Günün sıcak bölümünü kamp alanında geçiyoruz. Oldukça kalabalık, bayram bitmesine rağmen. Yeni gelenlerle selamlaşıp, biraz ortalıkta dolanarak, büfeden alınan serinleticilerle geçiyor zaman. Hiç bu kadar teneke meşrubat içmemiştim. Hatta çoğunu ilk içiyorum. Icetea, Cappy gibi içeceklere hiç yer vermedim. Ama başka seçenek yok, ağzım tat istiyor.

Bisiklet yolculukları insanın elindekilerinin değerini anlamasına olanak kılıyor. Yokluğunda daha iyi anlıyorsun. Zaten saatlerce sürülen yol boyunca akıl hiç dinlenmiyor, aklına her şey geliyor insanın. Bir nevi hayatı sorgulama oluyor, meditasyon adeta. Bisiklet günlükleri doluyor.

Alman komşumuzla sohbetteyiz. Ona dilimin yettiği kadar ülkenin durumunu anlatmaya çalışıyorum; olanlar ve verilen tepkiler siyasi intikamın nerelere taşındığı, uzaktan göründüğü gibi olmadığını...

Saat akşamüstü 6 olmuş. Hadi merkeze inelim. Hem gezer hem karnımızı doyururuz. Atlıyoruz velespitlere ve 4 km kadar uzaktaki Eğirdir’e basıyoruz. İlk işimiz kapanmadan önce cıvataya bir somun bulmak. Malum, çantanın kopan diğer perçinini de onaracağım. Elektrikçide buluyorum aradığımı. Ardından dünkü Kemer restoranda aynı şeyleri yiyorum. Sadece ben, çünkü Firu halen tam düzelmedi. O sadece yoğurt yiyor, onu da lokantada bulamıyor, dükkan dükkan dolaşarak buluyor. Bayramda her şey tükenmiş ve yenileri daha gelmemiş. Çorba+Kuru+az pilav+cacık=17 lira, bence çok. Bu lokanta görünüşüne göre pahalı. Esnaf lokantası görünümündeki bir yerde 17 liraya karın doyurmak, 3,5 kap yemek için fazla.

Bir tur atıyoruz. Kiralık bisikletler burada çokça. Saati 4 lira. Hatta tandem bile var, saati 8 liradan. Yeşilada’ya doğru uzanıyoruz. Girişinde güzel bir park, gene mangal ocakları hazır edilmiş. Kıyısında bir gelin fotograf çektiriyor. Yeşil alanı mermer heykellerle donatmışlar. Sanatçı(-lar)nın ismi yazılmamış. Gerçi halk da pek saygılı davranmamış yapıtlara. 

Bazılarının üzerleri yazılarla karalanmış. Bolca lokanta var yarımadada. Çoğu balık ağırlıklı. Uygulama otelinin lokantasını unuttuk. Orada yiyebilirdik. Fiyatlarının makul olduğu söylenmişti. Bir de Altınkum’da otelleri varmış.



Hava kararmakta. Üstüm de ince. Biraz yiyecek alıp kampa dönüş yolundayız. Yarın erkenden yol almak düşüncesi ile eşyalarımızı kabaca toplayıp yatıyoruz.

Uykuya dalmadan önce aklıma Eğirdir ismine ilişkin okuduğum efsane geliyor: Zamanın birinde Eğirdir de yaşayan bir bey, eşi ve çocuklarıyla birlikte Sivri Dağı eteklerinde avlanmaya çıkar. Bey orada bir geyik görür, okunu gerer ve geyiğe atar. Ancak ok geyiğe değil, arkada bulunan kayaya saplanır. İşte tam bu noktadan sular fışkırmaya ve çoğalarak akmaya başlar. Beyin çocuğu bu suya kapılır ve boğularak ölür. Bey hanımının yanına feryat ederek koşar ve çocuğun boğularak öldüğünü bildirir. Hanım dalmış, elindeki ten keresiyle yün eğirmektedir. Bey daha da bir isyankâr tavırla; Hanım, hanım çocuğu su aldı götürdü, sen hala elindekini eğirir durursun. EĞİRDUR bakalım. der. Böylece Eğirdir ismi ilk defa söylenmiş ve bu yöreye verilmiş bir isim olarak kalmıştır.



13 Ağustos 2013, Salı / Eğirdir Gölü (Altınkum) – Taşevi

6’da kalk, çadırı topla, tıraş ol, eşyaları yerleştir, yiyecekleri kutula, aletleri şarjdan çıkar, kimlikleri unutma... ikimiz de harıl harıl çalışıyoruz.

Gece biraz gürültülüydü. Bebeler durmadılar, sürekli koşuşturup durdular. Bizim çadır da yürüyüş yoluna yakın olduğundan sanki başımızın ucundaydı her şey.  Sıcaktan dolayı çadırın kapılarını açık bıraktık. Gece çıkan rüzgar göl üzerinde bayağı bir hareketlenme yarattı. Ben yaprak sesi sanıyordum ama Firu dalga sesi olduğunu söyledi.

Kampın diğer ucunda bizim gibi hazırlık yapan 2 bisikletçi daha var. Bir çift. Onlar da bizi fark ediyorlar. Çıkışta el sallıyoruz ve yanlarına gidiyoruz. Fransızlar, Antalya’dan çıkmışlar Ürgüp Kapadokya’ya gidiyorlar. Kısaca tanışıp ayrılıyoruz.

Yolumuz hafif hafif çıkıp iniyor. Biraz daha dikleşip düzeliyor (ilk %12, sonra 5-6 gibi sert olmayan). Geriye baktığımızda Eğirdir, kamp yeri artık minnacık gözükmekte. Değişik elma ağaçları var. Sanki kavak ağacına aşılanmış. Hiç bildiğimiz gibi değil. Bir askeri cemse geçiyor, içi komanda dolu. Herhalde eğitime gidiyorlar. El sallıyoruz Mehmetçikler’e. Bu cemse isminin de nereden geldiğini öğrendiğimde güle kaldım. GMC, GeneralMorotorsCo. Amerika’nın araç üretici firması. İngilizce okunuşu ‘ci-em-si’, olmuş ‘cemse’.

Ara sıra geçen arabalar dışında ortalık sakin. 8 km sonra Bedre plajı. Sağa giriş gösteren yola sapıyoruz. Biraz sahipsiz bir görünümü var. Ortalıkta çöpler uçuşuyor. Kamp kurulurmuş diye okumuştum ama pek de öyle bir hava yok. Kıyıya paralel Eğirdir yönüne doğru az pedallıyoruz. Terk edilmiş yıkık dökük binalar, bir çocuk bahçesi, musluğu kapatılmamış bir çeşme. Doğru yerde miyiz değil miyiz şaşkınlığı içinde geçen bir kamyonetten öğreniyoruz ki hafta sonu doluyormuş.

Çalıların dibinde 3-5 köpek yavrusu oynaşmakta. Firu hemen yanımızdaki ekmekleri paylaştırıyor. Arkadan 2 tane ve anne de çıkıyor. 7 adet yavru, çok şekerler. Korkak-ürkek hareketlerle oynaşıp duruyorlar. Anne temkinli, yavrularını gözlüyor. Kulağında bir şişlik. Muhtemel apse olmuş diyor Firu.

Bölgede muhteşem ceviz ağaçları var. Ama öyle böyle değil. Çınar ağacı büyüklüğünde. Üstleri dopdolu. Zamanı gelince acayip olacaktır buraları.

Göle paralel giden yolumuz hafif çıkıyor daha fazla iniyor. Çok keyifli bir yol. Ama fazla, hatta hiç çeşme yok. Su burada biraz sıkıntı. Yeterince yanınızda taşıyın. Taşıdığın da ısınıyor ama hiç yoktan iyidir. Gökçe köyünün altından geçiyor yolumuz. Girmeye üşeniyoruz. Acaba çayevi var mıydı? Buralarda her köyde yok.

12,6 km sonra DSİ’nin pompa istasyonu geliyor. Belki kamp kurma izni alınabilirdi.

Bağören’e geldik. Antik adıyla İlama. Kıyıda muhteşem evler, villalar. Ankaralı zenginlere ait diyor köylü. Çok güzel yer kapmışlar, imrenmemek elde değil. Kahve soruyoruz köylüye, bir tek Barla’da bulursunuz diyor. Orası buranın en büyük kasabasıymış. Bir de Said Nursi’nin 1925-35 yıllarında sürgün edildiği yermiş. Son zamanlarda çok popülerleşmiş. Ziyaretçisi çoğalmış. Sabahtan beri gördüğümüz tek çeşmeden suyumuzu doldurmaya çalışırken koşu yapmakta olan bir bey bize yardımcı olmaya çalışıyor. Barla belediyelik, sapağında benzinlik varmış. Çay veya gözleme yemek istersek 1,5 km içerdeki köye girmemiz gerektiğini ifade ediyor. Girin görün, çok ziyaretçisi var, belki de yakında Konya’nın durumuna gelir. Neden ki? Nurcu’ların ziyareti çoğalıyormuş gün geçtikçe. Abdullah Bey Ankaralı, kayınpederi buralı, güzel bir evi varmış, havuzlu falan. Dinlenmeye geliyorlarmış.

Parke bir yoldan Barla’ya tırmanıyoruz. Çay ve gözleme kulağa hoş geldi. Bir daha ne zaman geliriz. Görelim bakalım nasıl yermiş burası. Eski bir Rum köyü olduğunu söylemişti Abdullah Bey. Antik adı Parlais. Olmuş Barla. Kocapınar da deniliyormuş. Dik bir rampası var. Ortasında kesiliyorum. Nereden çıktı Nursi de şimdi. Beni hiç ilgilendirmeyen bir konu. Bakıyorum Firu tepeye varmış bile. Ha gayret oğlum, bi yüklen daha.

Bu hızla biraz fazla çıkmışız (977 m’den 1072 m’ye). Geri dönüp caminin karşısından Said Nursi’nin evine gittiğini gösteren levhadan sapıyoruz. Gözlemeler de oradaymış. Bir küçük meydana geldik. Devamı araçlara kapalı. Meydandan devam eden bir dar yol üzerinde birkaç gözlemeci, sonra hacı yağları, şifa yağları olduğu yazılan küçük şişeciklerin satıldığı tezgahlar, Nursi’li hatıralıklar. İşte tipik turistik eşyaların satıldığı 3-5 dükkan. Eyüp Sultan benzeri tezgâhlar yani. Önlerinde kapanmış hanımlar, herkes bir huşu içinde. Nursi’nin oturmuş olduğu ev ziyaret ediliyor (10.15, 32,4 ˚C, 23,4 km, R: 1070 m). Altındaki çeşmeden bilek kalınlığında bir su akmakta. Biz de suyumuzu oradan dolduruyoruz. Hanımın birisi içtiği suya “aynen zemzem suyu gibi” diyor. Ben de “zaten buradan gidiyormuş” diyorum. Biraz şaşırıyor. Herhalde beklemiyordu ihraç edildiğini.

Tezgah sahibi bir gençle konuşuyoruz, “nasıl işler?”. “Şahane, başbakan sağ olsun, acayip ziyaretçi var”. Bu konular zaten her yerde kazandırıyor. En çok da siyasette.

Gözlememizi mezarlığın oradaki gözlemecide, Altınbaşak’ta yememizi öneriyor ‘hala’. Cabbar bir kadın. Daha gelir gelmez kapıyor adamı, pazarlama sağlam. Muhtemelen kendisine veya yakınına aittir orası da.

Altınbaşak gözlemecisinde siparişleri bekliyoruz. 2,5 liraya patatesli/peynirli. Çay 50 krş, ayran 1 lira. Firu perhizde olduğundan bir tane istiyorum. Ana kız işletiyorlar ( Azime ve Sevim Hanım). Lezzetli her şeyleri. Ayranı yoğurttan kendileri yapmış, çayı bolca içiyoruz. 6 liraya çıkıyoruz. Bize yolluk birer elma da veriyorlar (11.35). Oturduğumuz yerin karşısında Üsküdar Belediyesi’ne ait bir bank görmek şaşırtıyor.

İnişi çıkıştan daha keyifli elbette, motosikleti bile geçiyorum. Benzincide giderilen ihtiyaçlar, WC, krik krak, İslamköy ekmeği ve devam pedallamaya. Unutmadan, bu benzincide bir pansiyon var, Barla Turkuaz. Lokanta da. 






















Eğirdir Gölü, deniz seviyesinden 917 m yükseklikte ve yüzölçümü 479 km²’dir. Gölün ortalama derinliği 14 m ve en derin yeri yaklaşık 16,5 m’dir. Göl kayma oluşum sonucunda meydana gelmiştir.
Gölün kuzey güney uzunluğu yaklaşık 50 km ve doğu batı uzunluğu 15 km kadardır. Eğirdir gölü, Hoyran boğazı ile, iki parçaya ayrılır: Kuzeydeki kısım Hoyran ve güneydeki kısım Eğirdir Gölü olarak anılır. Boğazın batısında Barla Dağı, doğusunda Akdağ bulunur. Gölün çevresi genellikle dik dağlarla çevrilidir. Doğusunda, Gelendost, kuzey batısında Uluborlu ovası ve güneyindeki Boğazova düzlük kısımlardır.
Eğirdir gölü, dip suları ve çevredeki derelerden gelen sularla beslenmektedir. Bunların en önemlileri Gelendost tarafından gelen Gelendost Çayı, Hoyran Ovasından inen Değirmen Çayı, Yalvaç’tan gelen Ak Çay ve Uluborlu yönünden gelen Pupa Çayı’dır. Dip su kaynaklarının zengin olması ve dipten gelen suların toprak taşımaması, gölün uzun ömürlü olması için önemli bir neden olarak gösterilmektedir..
Gölün suyu, güney ucundan 22 km güneyindeki Kovada Gölü’ne akmaktadır. Kovada Gölü’nün suyu Çandır Gölü’ne ve oradan da Aksu Irmağı ile Akdeniz’e akmaktadır. Eğirdir Gölü ile Kovada Gölü arasında kalan Boğazova 1952-55 yılları arasında sıtma ile mücadele kapsamında kurutularak verimli araziye dönüştürülmüştür. Bu çalışmalar kapsamında, gölün güneyindeki Köprübaşı’na su seviyesini düzenleyici kapaklar yerleştirilmiştir. Bu kapaklar gölün su seviyesini ayarlamakta kullanılmaktadır. Kovada Gölüne doğru giden suyun belli bir kısmı, Kovada-I ve Kovada-II hidroelektrik santrallarını beslemektedir.
Eğirdir Gölü’nün suyu tatlıdır. Bu nedenle, çevresinin içme ve sulama suyunu sağlamaktadır.
1955 öncesinde sazan (çapak), sıraz, kavinne, eğrez, kındıra, kelten gibi balıkların yaşadığı gölde, 1955 yılında sudak balığı aşılaması yapılmasının sonucu olarak, sazan dışındaki balıkların nesli azalmıştır. Göle 1966 yılında kerevit, 1994′te havuz balığı, 1996′da kadife balığı ve 2002 yılında gümüş balığı bırakılmıştır. 1980′li yıllarda sudak balığında kanibalizm başlamış ve sayıları giderek azalmıştır. 1985 yılında kerevitlerde mantar hastalığı başlamış ve bunun sonucu olarak kerevit nüfusu da azalmıştır.
1955 öncesinde berrak olan gölün suyu, balık türlerinin değiştirilmesinin sonucu olarak, aşırı derecede otlanma nedeniyle bu özelliğini kaybetmiştir. Göldeki otlanmayı gidermek ve sudak balığına yem olması amacıyla bu kez 1994′de havuz balığı aşılaması yapılmıştır. Yeni aşılamanın da gölün doğal dengelerini bozduğu söylenmektedir.
Eğirdir Gölü’nün çevresi yüksek dağlarla çevrilidir. Eğirdir yarımadasının üstüne rastlayan Sivri Dağı (ya da tepesi) (1749 m) ve Barla Dağı (2799 m) bölgenin önemli yüksek tepeleridir. Dağların göle bakan yamaçları XX. yüzyılın başında ardıç ve sedir ağaçları ile kaplı iken, savaşlar ve bilinçsiz kesimler nedeniyle bu ağaçlar yok olmuş; yerlerini makilere bırakmıştır. Ancak, yine de gölün çevresinde çok zengin ve seçkin ağaç türleri bulunmaktadır. Yukarı Gökdere’deki, kasnak meşeleri, Kızıldağ’daki sedir ağaçları koruma altındadır.





























Parlais, Barla kasabasındadır. Roma kolonisi olarak kurulmuştur. Burada MÖ. 1. yy’da para basılmıştır. Şehir MÖ. 25. yılında İmparator Augustus tarafından Galatia eyaletine bağlanmıştır. Kent, Romalılar zamanında ordu üssü olarak kullanılmıştır. Yüzeyde fazla kalıntı yoktur. MÖ. 25 yılında Galatia Eyaleti’ne dahil edilen şehrin adı “Colonia Julia Augusta Parlais”dir.

Barla, Isparta ili, Eğirdir ilçesine bağlı, Eğirdir’in 25 km kuzeybatısında, Eğirdir gölüne 18 km kıyı şeridi olan, 3.052 nüfuslu, 104 km² yüzölçümlü yerleşim yeri.
Kuruluş tarihi tam olarak bilinmemektedir. MÖ 1. yüzyılda kasabada para basıldığı kaynaklardan tespit edilmiştir. Antik coğrafyacı Batlamyus tarafından bildirilen en eski adı Parlais'tir.
Antik kenti ilk arayan kişi 1833 yılında F.V.J Arundel olmuştur. Antik kentin yeri hakkında çeşitli araştırmacılar farklı teklifler getirmiştir. 1914'ten itibaren aralıklarla Mütareke yıllarına kadar Pamphylia ve Psidia’da kısa sürelerle incelemeler yapan B. Pace Barla’ya da uğramış ve buranın Parlais olduğunu ileri sürmüştür. L. Lobert'in Eğirdir gölünün batısında Bedre köyü yakınında bulunan sınır yazıtı ve Barla’da bulduğu yazıtlarla Barla’nın Parlais olduğu anlaşılmıştır.
Barla’nın 1,5 km kuzey batısındaki yamaçta ve tepede akropol olduğu düşünülmektedir. Bunu doğrulayan üç kil ineli ve Semerdam’lı bir kaya mezarı bulunmaktadır. Kasaba ve çevresi ağır bir tahribata uğraması sebebiyle kalıntıların taş yığınından öte bir bilgi vermesi imkânsızdır. Genç devir kalıntıları günümüze gelebilmiştir. Roma İmparatorluğundan kalan eserler bir Roma köprüsü ve iki kaya mezarıdır.
Barla, 1376 yılında Osmanlı yönetimine geçti. Lozan mübadelesine kadar Rumlarla Türkler iç içe yaşadılar. Rumlardan kalan Aya Georgios kilisesi, Osmanlılardan kalan 2 köprü, Çeşnigir Paşa Cami, iki hamam ve tarihi çeşmeler ile dört ulu çınar ilgi çekicidir.
Said Nursî, cumhuriyetin ilk yıllarında bir süre bu köye sürgüne gönderildi.
Barla 1953 yılında belediye oldu. İlköğretim, sağlık ocağı, kütüphane, PTT, jandarma, TEİAŞ resmi kurumları mevcuttur. Su ürünleri kooperatifi ve Tarım Kredi Kooperatifi de kurulmuştur.
Kasaba yedi mahalleden oluşmaktadır. Halkın geçim kaynakları tarım, özellikle elma, kiraz, erik, kayısı gibi meyveler ve hayvancılıktır. Balıkçılık ve sebzecilik te tercih edilir. Ayrıca ormanlık olan yerlerden kerestelik tomruk çıkarılmaktadır.
Yaylaları ve suları meşhurdur. Tarımsal sulama amaçlı bir göletten Barla ve Bağören köyü müşterek faydalanmaktadır.
Yazın turizm nedeniyle nüfus artar. Yabancı turistler 2.737 m yükseklikteki Barla Dağı, kilise ve eski eserlere, yerli turistler ise Eğirdir gölündeki Çamdağı ve Boyalı adalarına rağbet etmektedir.
Kaynak Vikipedi



















Cevizler bitti elmalar başladı. Her yer elma bahçesi, yeşil-kırmızı elma dolu. Çok güzel bir yol, üşenmesen ve dursan şeftali, erik, elma, armut... ye yiyebildiğin kadar. O kadar bol ki.

Yola inen ve göle su içmeye giden müthiş bir keçi sürüsüyle karşılaşıyoruz. Trafik kesiliyor, keçiler barikatın altından geçip suya giriyorlar. İşlerini bitirdikten sonra da dönüyorlar gene tepelere. Bazıları öyle iri ki, ayağa kalktığında rahatlıkla ağaçların alt yapraklarına uzanıyor boyları.

Boyalı’ya geldik. Solda bir büfe, adı tabii ki Boyalı Büfe. Yanaşıyoruz. Birer ikişer meyvalı soda. Sahibiyle sohbet, önündeki köy delikanlısıyla (adaşım Mustafa) gırgır yaparak ayrılıyoruz yanlarından. Ayrılmadan nerede şekerleme yapabiliriz diye yer sorduğumuzda, bize az ileride sahile inen bir yol olduğunu, oranın çok güzel olduğunu söylüyor büfeci Nuri Osman Bey.

Sahilde ağaç altına serdiğimiz matlarda öğlen uykusuna dalıyoruz (12.50, 35,6 km, R: 927 m). Suda oynayan çocukların sesleri bize ulaşmakta. Ağacımız bir değişik, ince damlalar dökülmekte. Güneş döndükçe biz de ağacın etrafında dönüyoruz. Firu suya giriyor. Tembelliğim üzerimde, her zamanki gibi. Belli aralıklarla geride bir gümleme sesi duyuluyor. Sanki fişek atılıyor ama nereye? Sonra öğrendiğimize göre kuşları kaçırmak için dolup dolup boşalan bir sistemmiş.

Gölün muhteşem manzarası karşısında Hoyran boğazına yaklaşmaktayız. Eğirdir gölü bu boğazla ikiye ayrılıyor. Alman turistler demişlerdi ki, kayıkçılar karşıdan karşıya geçiriyorlarmış. Boğazda iki kıyı oldukça yakınlaşıyor. Karşısı net seçiliyor, Kemer köyü.

Bağcıyas köyü (16.30) girişindeki çeşmeden suyumuzu doldurmak isterken köylü az ileride Kayaağzı denilen bölgede büyük bir suyun aktığını söylüyor, daha soğuktur diyor. Gerçekten kocaman bir borunun ağzından akan su göle karışmakta. Ama pek de pislenmiş etraf. Şu memlekette temiz yer göremeyeceğim. Bu çöpünü atma görgüsüzlüğü ne zaman geçecek? Kiminle konuşsam şikayetçi ama her yer çöplük.

Artık 8 km’lik dümdüz bir yoldayız. Sağımız elma bahçesi. Biri bitince diğerininki başlıyor, bitmiyor. Bir de bu bölgede dolaşan şu pancar motorundan üretilmiş araçlar var. Ama öyle böyle değil. Ciddi bir ulaşım ve taşıma işini çözüyorlar. Trafiğe çıkmalarına nasıl izin veriliyor? Görmezden geliniyor herhalde. Kaza olduğunda ne oluyordur?

Düz yol sıkıyor, pedala basmasan duruyorsun. Karşıdan esen rüzgar adeta stop ettiriyor. Şu gelen Gençali köyünde duralım diye düşünüyorum, hatta kalalım bile.

Jandarma kontrolü var. Dörtyol’u tutmuşlar (Senirkent-Yalvaç-Şuhut). Selamlaşıp geçiyoruz. Gene gölün kenarındayız. Gençali içerlek, ileride Taşevi köyü varmış, plajı da varmış. Tarlasından dönen köylüyü durdurup bilgi almaya çalışıyorum. 10 km ileride Taşevi köyünün plajına kamp kurabilirsiniz diyor. Ama isterseniz sizi köyümüzde de misafir ederiz, karşılığını beklemeden diye ekliyor Polat Bey. Bu samimiyet ve yakınlığa teşekkür ediyor, telefonunu alıp (şayet varamazsak diye) yola devam ediyoruz.

Bir kaç hafif çıkış ve iniş sonrası Taşevi köyü girişi solu gösteriyor. Nerede bu plaj? Evet, 1 km kadar daha gitmemiz gerekiyormuş.

Taşevi Köyü diye arattığınızda karşınıza hazin bir hikaye çıkıyor: Isparta’nın Yalvaç İlçesi'nin Taşevi Köyü Muhtarı 59 yaşındaki Mustafa Çetinkaya, 2 yıldır konuşmadığı yeğeni 31 yaşındaki Ümit Çetinkaya tarafından köy meydanındaki kahvenin önünde av tüfeğiyle öldürüldü. Nisan ayında olmuş bu olayı anlamak mümkün değil. İnsanlar nasıl bu kadar kolay birbirini öldürebiliyorlar?

Sağda yeşillikler içinde, göl kenarında kocaman bir piknik-kamp alanı var (19.30, 73,4 km, R: 933 m). Kapıda Mehmet Bey, bir zamanlar Castro’yu işlettim diyor (İstanbul yakınında Karadeniz kıyısında). Burayı toparlamaya çalışıyorum. Sahibi turizmci, Antalya’da otelleri varmış. Çadır için 25 TL’den 20’ye inip bize yerimizi gösteriyor.

Güzelim kıyıda, ağaç yanı bir yere yayılıyoruz.

Hemen göle girip yorgunluğu bıraktıktan sonra çevrede piknik yapan komşularımızla diyaloğa girip tanışıyoruz. Daha doğrusu onlar bizimle iletişime geçip, çay bardağını gösteriyorlar. Çaya zaten hasretiz, sabahtan beri çay diye diye aranıp duruyorum. Fadime Hanım, Ali Bey ve Durmuş Bey, yakındaki Kabaca köyündenler. Kızları İst. Üni.’de hukuk okuyor, oğulları F16 pilotu. Ne güzel değil mi? Ülkenin uygar insanları. Koca bir meyve tabağı bırakıyorlar yememiz için. Diğer komşumuz Şükran Hanım, Ercan Bey ve kızları Elif; Yalvaçlılar. Bize oradaki dev çınar ağacını mutlaka görmemizi öneriyorlar. Onlardan da kocaman bir hamursuz alıyoruz.

Burası çok hoşumuza gitti. Acelemiz de yok. Fazladan bir gün kalalım diyoruz.

Akşam yemeği için kampın lokantasındayız. Bize göre fazla bir şeyler yok. Menemen ve çoban salata. 15+10=25 liraya doyuyoruz. Menemeni 8 yumurtadan yaptırdık ama. Ancak keser :))

































































Eğirdir Gölü (Altınkum) – Taşevi

Eğirdir-Barla-Gençali-Taşevi kamping

Garmin yol bilgileri Eğirdir-Taşevi

Tur tarihi: 13 Ağustos 2013
Kat edilen mesafe: 73,40 km.
Ortalama hız: 12,8 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 5 sa. 45 dk., dışarıda geçen süre 12 sa. 14 dk. 
En yüksek sıcaklık 39 ˚C, en düşük 23 ˚C, ortalama 31 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 1013 m, kaybı (iniş) 1014 m.



14 Ağustos 2013, Çarşamba / Taşevi Köyü Halk Plajı


Gece açıkta, şezlongda başladık yatmaya. Yıldızların altında durumları. Sonra serinleyince çadıra girdik. Serinlik çok güzeldi. Tek sıkıntı bir saatte başlayan su motoru. Ama ona rağmen dalmışız uykuya.


WC biraz uzak. Bu bir sıkıntı, bahçenin diğer ucunda. Gecikirsen altına yaparsın.

Kahvaltıyı dünkü katmer, biber ve kaşar ile yapıyoruz. Sonrası çay için kampın lokantasına gidip idari amir Mehmet Bey’le sohbet ve yazı yazmakla geçiyor.


Kamp yavaş yavaş dolmakta. Halkımız gelmekte. Semaverler, mangallar, kilimler, leğenler ve torba torba yiyecekler. Bebeler, analar, babalar, dedeler, haminneler, neler neler. Maydanozlu köfteler...


Curcuna başladı. 10 dk’sı 50 liradan jet ski, saati 15 liradan su bisikleti... rağbet çok. Mayolu kadın yok, ama erkeklerin üstleri çıplak. Suya giren kadın da yok. Kadınlar ya bebelerin peşinde ya da ocak başında. Adamlar da ya mangal yelliyorlar ya da ateş yakıyorlar. Çocukların hepsi suda. Derinliğin fazla olmaması bu açıdan iyi. Fakat pis bizim insanımız. Ve düşüncesiz aynı zamanda. Semaveri çimin üzerinde yakıyor, altına taş koy da çimi koru. O kadar aklı yok. Say say bitmez düşüncesizliği.


Gece tav olmuştuk buraya. Ama gündüz bir felaket. 500 kişi gelmiş bugün.  Bayramda 1500. Düşünemiyorum bu kalabalığı burada. Kaymakamlık doğru da tasarlayamamış mekanı. WC’ler sahanın bir ucunda, sadece 4 kabin. Küçücük bir lavabo. Sıra beklemen gerek. Pisuar yok. Bulaşık ve çamaşır için bir yer düşünülmemiş.


Akşam 6’dan sonra yavaş yavaş gitmeye başladılar. Ortalık sakinleşince mekanın keyfi geri geldi.


Firu göle giriyor, duş sonrası akşam yemeği için lokantasına gidiyoruz. 2 çorba+çoban salata=22 lira. Bir tabak kavun-karpuz ikram ediyorlar. Kavun çok iyi geliyor.


Ücretler pek de öyle ehven değil tabii, kişi başı giriş 2 lira ama sonrası çadır vs’de öpüyorlar.

Gece biraz serin. Ama şezlongda yıldızları seyretmek çok güzel. Göl sakin, suda kıpırtı yok.


















15 Ağustos 2013, Perşembe / Taşevi – Şarkikaraağaç


6’da kalktık ama hazırlanıp çıkmamız 7 buçuk. Gece nöbetçisi ile vedalaşıp yola koyuluyoruz. Kampın köpeği de yanımızdan koşmakta. Umarım kaybolmaz, çok tatlı bir şey.

Yolun bugün tırmanması gerekiyor. Kumdanlı’ya kadar düz. 15 km kadar sürekli pedal çeviriyoruz. Devamlı düz yol da hiç çekilmiyor. Yolda patpatlar gırla. Kadın-erkek-çoluk-çocuk, herkes kullanıyor.


Benzincide çay soruyoruz ama yok. Çay da tiryakilik yapıyor. Sabah içmeden olmuyor.

Çay içmek ve bir şeyler atıştırmak içim Kumdanlı’ya giriyoruz. Bozuk bir yol sonrası kahvenin önündeyiz (8.55, 15,2 km, 28,4 ˚C, R: 1002 m). Park edip kahvaltılıkları çıkartıp tıkınmaya başlıyoruz. Gelsin çaylar. Yanda oturan köylülerle sohbette öğreniyoruz ki bu patpatların fiyatı 9-11bin lira arası değişiyormuş. Kabaca’da imal ediliyormuş. Lombardini motoru varmış önünde. Hatta araba motoru koyan bile olmuş. Çok işimizi görüyor diyorlar.

Bir tırmanış başlıyor. Herhalde geldik. Bu durumun Yalvaç’a kadar sürmesi lazım. 2,5 km. %4-6 tırmanıyoruz, yer yer 11 oluyor. Sonra iniyor ve tekrar tırmanıyor (11.10, 28,6 km, 35,6 ˚C, R: 1196 m). Bereket kırıcı değil. Araba trafiği var. Yani yollar bomboş değil.

Yalvaç’ın girişi tamiratta, toprak bir yol. Öyle bırakılmış, feci bir toz kalkıyor araçlardan. Mübarekler hızlı da gidiyorlar. Kaybolduk, birbirimizi arıyoruz tozun içinde. Çok ayıp oldu bu Yalvaç için. Böyle belediyenin, böyle kaymakamlığın...


Şehir merkezinde 800 yıllık bir çınar varmış, onu arıyoruz. Altında kahveler varmış, dinleneceğiz.


Çınaraltını bulmak zor olmuyor (12.00, 35,7 km, 35,9 ˚C, R: 1108 m). Ağaç muhteşem, böyle büyük bir gövde görmedim. Kollar dev direklerle desteklenmiş. Kim bilir nelere tanık olmuştur bu ağaç.


Ayran+soda ile serinleyip bir şeyler yemek, müzeyi gezmek, bazı alış verişleri yapmak üzere ayrılıyoruz. Çorba mı içsek? Hava çok sıcak. Kavun yiyelim, içine de dondurma koyalım. Ne lezzet ama. Parkın kenarında bankta hallediyoruz.


Müze güzel, 1966 kuruluşu. Bazı vitrinlerde ışıklar yanmıyordu. Tadilat görecekmiş de ondan deniliyor. Çıkışta bahçesindeki büyük bir ağacın altında dinlenmeye geçiyoruz. Banka uzanıp gözlerimi kapıyorum. Horlamaya geçmen uzun sürmedi diyor Firu.


Fırından aldığımız 'Haşhaşlı' (3 lira) ile aynı çaycıya geri döndük. Gazetelere dalıp, çoğu sağ gazeteler, Mısır’daki katliama oldukça veriştirmişler.








































Yalvaç Müzesi, bir Prehistorya galerisi, bir Klasik Salon, bir Etnografik Salon, revak altı sergisi ve bahçeden ibaret olan müze Yalvaç’ın merkezindedir ve pazartesi günleri dışında her gün 8.30-17.30 saatleri arasında ziyarete açıktır.





Giriş kapısının hemen solunda, Yalvaç’ın 17 km güneybatısındaki Tokmacık Beldesi’nde ortaya çıkan fosil buluntuları sergilenmektedir. Çok çeşitli memeli hayvanlara ait fosiller, 7-8 milyon yıl önceki Geç Miyosen döneme aittir.




Sonraki vitrinlerde, Yalvaç ve çevresinde yapılan yüzey araştırmalarında bulunan ya da köylüler tarafından müzeye teslim edilen, İlk Tunç Çağı’na ait (İ.Ö. 3.-2. Bin)buluntular sergilenmektedir. Bu objeler arasında, Göller Yöresi’nin tipik özelliklerini gösteren pişmiş toprak kaplar, çeşitli taş aletler, baltalar ,ağırşaklar, mühürler ve heykelcikler bulunmaktadır. 



Özellikle Anadolu’nun bolluk-bereket sembolü Anatanrıça’nın (Geç dönemlerdeki adıyla Kybele) pişmiş toprak heykelcikleri ve mermer keman biçimli idolleri, benzerlerinin en güzel örnekleridir.


Klasik Salon, 
çoğunlukla Antiokheia ve Men Kutsal Alanı buluntularının sergilendiği salon, müzenin merkezi kısmını oluşturur. Büyük boyutlu mermer heykellere ait fragmanlar, portreler, kabartmalar Anadolu’nun Helenistik kültürle yoğrulmuş bu zengin Roma kolonisinin sanat anlayışındaki zenginliği yansıtmaktadır.



Klasik salonun vitrinlerinde ise, günlük kullanım kapları, süs eşyaları, koku şişeleri, terra-kotta ve bronz figürinler, mermer heykelcikler, Erken Hıristiyanlığın günümüze ulaşan haçları ve Men Kutsal Alanı’nda bulunan adak stellerinden oluşan zengin bir koleksiyon sergilenmektedir. 



Etnografya Salonu,

 XII. yüzyılda Yalvaç’a yerleşen Türk kültürünün en güzel örnekleri de bu salonda sergilenmektedir. Özellikle mükemmel ahşap işçiliğiyle, şömine, tavan, kapı, dolap kapaklarıyla Yalvaç Evi görülmeye değerdir. Vitrinlerde ise, günlük kullanım eşyaları, elbiseler, süs takıları, silahlar, Osmanlı sikkeleri ile nişanlar ve madalyalar bulunmaktadır.

Antiokheia,Eski Anadolu’nun en büyük ve çok önemli kentlerindendir. Makedon soylu Selevkos Krallığı’nın atası Antiokhos’un nesilden nesile geçen yaygın adını İ.Ö. 3. yüzyıldan bugüne Anadolu toprağında ölümsüzleştiren aynı adlı çok yerleşimden biridir; diğerlerinden “Pisidia” önadıyla ayırt edilir. Konumlandığı ve başkentliğini yaptığı antik bölgenin adıdır Pisidia; halkı Hititler’e akraba Luviler’in Hint-Avrupa kökenli diline benzer bir dil konuşurdu onun. Antiokhei halkının da yerliliği; kayaya oyulması, batıya bakması ve alınlık kapısı olması nedeniyle özde Kybele’ye adandığı anlaşılan kent tapınağından bellidir. Birde Gemen Dağı doruğunda göğe ve yere egemen konumdaki çok özel bir tapınağın Anadolulu Men’e ait oluşuyla bellidir. İnanç yerli, halk Hellen olamaz. İ.Ö. 2. yüzyılda Makedonlardan Roma’ya el değiştirir kent. Kybele’nin olan tapınak da sonraları Roma İmparatorluğu’nun kurucusu Augustus’a el değiştirir. Hristiyanlık İ.S. 1. Yüzyıl ortalarında, Tarsus’lu Aziz Paulus’la ilk burada vazedilmiş; 12. yüzyılda Türkleşmeyle verilen “Yalvaç” adı, bir dünya dininin temellenmesindeki önderliğe çok yakışmıştır.
































Yalvaç yavaş şehirmiş, ne güzel. İçinden geçip (16.40) Şarkikaraağaç yoluna bağlandık. Kırıcı olmayan uzunca bir tırmanış-iniş-tekrar tırmanış (1230 m’ye çıktık). Hava sıcaklığı 34-35 derece. Belçika plakalı bolca araç geçiyor, işçilerimiz vatan ziyaretindeler. Çeşmeden tazelenen sular, etrafın güzelliği, yol çabuk alınıyor.



Şarkikaraağaç’ta tek otel var: Korkusuz Otel. Tek de fiyatı var: 2 kişi 100 lira. Bir kuruş indirtemedim. Elimiz mahkum. Bir de öğretmenevi var, Firu istemedi (19.15, 69,8 km, 30,4 ˚C, R: 1168 m).


Duş alıp karşıdaki Tadım lokantasına gidiyoruz. Arkada şaşırtıcı büyüklükte bir mekan/bahçesi var. Oldukça da fazla müşterisi. Kuru+nohut+pilav+çoban+yoğurt=16 lira, çok makul. Neydi Eğirdir’deki fiyatlar!
































Şarkikaraağaç: 12. yüzyılın başında Selçuklu hâkimiyetine giren Şarkî Karaağaç, 1863'te Konya vilâyetine bağlanarak kaza yapılmış ve 1878 yılında da Isparta vilâyetine bağlanmıştır. Göller Bölgesinin en önemli yerleşim merkezlerinden biridir. Bugün birer ilçe olan Gelendost ve Yenişarbademli, 1950'li yıllara kadar Isparta'nın en büyük ilçelerinden biri olan Şarkî Karaağaç'tan bazı siyasî sebeplerle koparılarak ilçe yapılmıştır.

Eski çağda adı Neapolis olan ilçenin verimli bir ovada bulunduğu için ziraata elverişli olması, kuzeyden gelen tacirlerin Neapolis'in batı ve güneyine gidip gelmesi; Neapolis'in ticaret hacminin artmasında olduğu gibi zengin bir tarihe ev sahipliği yapmasına da sebep olmuştur.

İlçenin adındaki "şarkî" sıfatı "doğuya ait, doğuda" anlamına gelir. Karaağaç isminde Denizli iline bağlı bir ilçe daha bulunması, bundan dolayı da herhangi bir karışıklığa neden vermemek için biraz daha doğuda olan Isparta'ya bağlı Karaağaç'a "şarkî", batıda olan Denizli'ye bağlı Karaağaç'a da "garbî" (batıya ait, batıda) sıfatı konulmuştur. Ancak sonraki yıllarda Denizli'nin Garbî Karaağaç'ı, adını Acıpayam olarak değiştirmiştir. Isparta'ya bağlı Karaağaç'ın önündeki "şarkî" kelimesi ise kaldırılmadan bugüne kadar kullanılagelmiştir.
Kaynak Vikipedi
















Taşevi – Şarkikaraağaç

Taşevi-Kumdanlı-Yalvaç-Şarkikaraağaç

Garmin yol bilgileri Taşevi-Şarkikaraağaç

Tur tarihi: 15 Ağustos 2013
Kat edilen mesafe: 69,80 km.
Ortalama hız: 13,9 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 5 sa. 1 dk., dışarıda geçen süre 11 sa. 45 dk. 
En yüksek sıcaklık 37 ˚C, en düşük 22 ˚C, ortalama 31,8 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 889 m, kaybı (iniş) 647 m.



16 Ağustos 2013, Cuma / Şarkikaraağaç – Gölkonak

Gece rahat uyudum, rüyalar gördüm. 7.30 da kahvaltı başlıyor otelde. 8.20 gibi yollardayız gene (23,4 ˚C). Göle giden yol dümdüz, basıyoruz pedallara. Ortalamamız 17 km. 2 km sonra gelen ilk köy Çiçekpınar, kahvesi var. Burada da kahvaltı edilir, hata çadırlık yer bile bulunur. Fakılar köyünden sola dönüyor yolumuz. Arada geçen yerli ve yabancı plakalı otomobiller var. Ben önde Firu arkada ilerliyoruz. Dümdüz bir ova, dümdüz bir yol, 18-20 km kadar. Uzakta gölün maviliği göründü. Köy yolu kaba asfalta dönüyor. Hayvanlar var otlayan. Arada bir geçen kamyon. Elma bahçeleri her yerde. İlaçlama yapan köylüler. Düz olan yol hafif iniş çıkışlı olmaya başladı. Yol üzerinde köy yok, hepsi 1-2 km içerlek.

Kızıldağ Millî Parkı, Isparta'nın Şarkikaraağaç ilçesi sınırları içerisinde yer alır. Millî park sahası içerisinde konaklama ve piknik yapma amaçlı hazırlanmış yerler mevcuttur. Burada otelde değil çadırlarda, ahşap evlerde kalınır.
Kızıldağ Millî Parkı, Isparta merkeze 120, Şarkikaraağaç ilçesine ise 5 km uzaklıktadır.
Kızıldağ'ın ardında Sultan Dağları yer almaktadır. Piknik alanı, kamp alanı, çadır ve konaklama alanları bulunan Kızıldağ Millî Parkı'nın yüksekliği 1342 metredir.

Solumuzda artık göl var, sazlıklar, suya devrilmiş kökleri dışarıda ağaçlar. Belceğiz’i geçiyoruz. Önümüzde Gedikli. Gökhan burası ile ilgili güzel bilgiler vermişti. Köyde bir satranç tahtasının olduğu, bazı hayvan heykellerinin bulunduğu gibi.

Gedikli 1 km içerlek. Yavaştan tırmanıyoruz. Meyve bahçeleri arasından. Şeftali ağaçları, bir tane koparıyorum belki olmuştur diye ama hamlar. Köye girip meydanındaki satranç tahtasının önündeyiz (10.20, 27,7 km, 31,4 ˚C, R: 1168 m). Bizi bisikletle gören gençler yanımıza geliyor ve vites sayısını soruyorlar hemen. 29 olduğunu öğrendiklerinde çok heyecanlanıyorlar, kendilerinin ki 21’miş.

Taşları dizip satranç oynuyorlar. Ne güzel bir köy, satranç oynayan öğrencileri olan. Öğrendiğimize göre eski muhtar bunları yaptırmış. Gerçi taşları koruyamamışlar, çoğu kırılmış ama kalanı bile yetiyor.

Köyün imamı yanımızda, kahvehane daha güne başlamamış, çay yok. Hanıma söylerim demler sizin için diyor. Aman etmeyin, ne gerek zahmete diyoruz ama vaz geçiremiyoruz.
3 gençle sohbetteyiz, 2’si köyün dışında oturuyor, Necip Manavgat’ta, Osman Konya’da. Sabri, imamın oğlu burada oturuyor.

Birazdan imam İlyas Bey’in hanımı bizi eve çağırıyor, yerde kurulu bir kahvaltı  sofrasına. Peynir, zeytin, domates, reçel, bal. Tok olmasaydım keşke. Bal kendi mahsulleri, kovanları var. Şekersiz olduğunu söylüyor Havva Hanım. Gerçekten çok güzel bir tadı var. Hakiki balın kaşıktan akarken kopmaması gerekirmiş.

Evin büyük kızı Zekiye de aramıza katılınca sohbet genişliyor. Kütahya’da Halkla İlişkiler okulunu kazanmış, bu sene başlayacak. Baba imam İlyas Bey aydın bir insan, köy zaten sol eğilimli. Öğlen yemeği hacca gitmiş bir Gediklili tarafından köyün ortak mekanında veriliyor. Bizi de davet ediyorlar. Kocaman bir salonda masalar ve yemek yiyenler arasında yerimizi aldık.

Yemek sonrasında ailenin evinde hem konuşuyor hem dinleniyoruz. Domates-fasulye kavurup kavanozluyorlar, kış için konserve hazırlığı. Balı kilosu 50 liradan satıyorlar, kızlarının okul parası için. 1 kilo alıyor Firuzan. İlyas Beyle din, imamlık, TR, arıcılık, köy üzerinde uzunca ve detaylı konuşuyoruz...

Saat 4’ü geçmekte, neredeyse 5 saatimizi ailenin yanında Gedikli’de geçirmişiz. Artık yola çıkmamız gerek. Akşam için kalmamızı isteseler de yol almak zorundayız. Aslında ne de iyi olurdu ama...

Vedalaşıp ayrılıyoruz bu güzel insanlardan (16.45). Yolumuz inişli çıkışlı, ama zor değil. Tek sıkıntı yoldaki mıcır, dikkatli olunmalı. Yolun kenarı tehlikeli olabilir. Araba geldiğinde kaçarken girip kayabilir teker.







































Gedikli’nin adı: Bilindiği üzere eskiden Türk Ordusunda astsubay Başçavuş rütbesinin adı Gedikli idi. Gedikli: dalında uzmanlaşmış kıdemli kişi anlamına gelir. O dönemde Gedikli’nin bulunduğu yerin adı anılacağında Gedikli Başçavuşun yeri, Gediklinin yeri yada Gedikli Çiftliği diye nitelendirilirmiş böylece Gedikli olmuştur.

Gedikliler burayı nasıl seçmiş: Yörükler burayı arayıp da bulup almış değillerdir. Şartlar Yörükleri zorlayınca bir yerleşip sığınacak vatan aramaya başlamışlardır. Bunun başlarında toprak reformu meselesi de ortaya çıkınca toprak ağaları toprağına Yörüklerin sahip çıkacağından da korkarak Yörüklere kışlak konusunda zorluk çıkarmaya başladılar ki Yörükler de kendilerine yer aramaya başladılar. Bulunan yerler arsında hayvancılığa en uygun yer olarak burası. yani Gedikli bulunmuştur.

Gedikli Köyü toprakları önceleri Şarkikaraağaçlı Hikmet Atalı, Asım Atalı ve kız kardeşleri Halide ile Sarıkaba (Ayas) çiftliğinden Karadeli kardeşlerindi. Honamlı Yörüklerinin ileri gelen büyükleri 1932 yılı da Gedikli’nin bulunduğu yeri satın aldılar.

Honamlılar satın aldıkları Gedikli’ye yerleşmeye  karar vermeleri ile onları bekleyen büyük zorluklar karşılamaktadır. Kışları devamlı surette Antalya gibi sıcak memlekette geçiren Honamlı Yörükleri belki de hayatlarında ilk defa kar yağan don olayı meydana gelen bir memlekette kış geçirmeye karar vermişler idi. İlk yıllarda kimisi kaldı ise de diğerleri çetin kış şartlarına dayanamayacaklarından korkarak kalma taraftarı değiller idi.

Honamlı Yörükleri: Honamlı sözü Türkçe olup olmadığını araştırarak başlayalım. Bazı dilciler ‘h’ harfinin Türkçe de bulunmadığını ileri sürerek Türklerin bu harf yerine ‘k’ harfini kullandıklarını iddia ederler. Birde en önemlisi ‘nam’ sözcüğü tamamen Farsça bir kelimedir. Türkçe karşılığı ‘ün’ dür. İslamiyet’i Oğuzların kabul etmeye başladığı 10. yy itibaren Arapça Farsça kullanılmaya başlandığı dikkate alınırsa ’Honamlı’ adının bu tarih den itibaren ortaya çıktığı söylene bilir.

Bu araştırmalara göre Honamlı adının verilişi konusunda birkaç değişik sanı bulunmaktadır. Birincisine göre bu Yörükler bir yerden göçüp başka bir yere, konalga yerine varır varmaz erkekler bir araya gelip atış yarışına girerlermiş. Bunu her zaman yaptıkları için onlara komşu olan diğer Yörükler silah sesini duyunca ‘‘Hun yapılı şeyler yine atışa başladılar’’,  “Hun – namlıların silah sesleri gelmeye başladı” gibi nitelemelerde buluna buluna sonuçta Honamlı sözü ortaya çıkmıştır.
İkincisine göre ise Türkler Anadolu’ya oba oba gelir iken geliş yolları üzerinde iki halkın savaşına tanık olurlar. Duruma bakarak zayıf olan tarafa yardım ederler. Böylece yardım ettikleri taraf başarılı olur. Tehlike geçtikten sonra kurtardıkları  tarafın beyi sorar. Bize yardım eden o iyi insan kimdi diye. Yardımcıları karşılık verir. Ho güzel beydi diye biraz uzakta duran yakışıklı Yörük beyini gösterir. Ho bey namlı biriymiş ha sağ olasın diye över. Bundan sonra birlikte göçmeye başlarlar. O Yörük’ün adına Güzel beyli yada Honamlı denilmiştir.

Honamlıların Aydın yöresinden ayrılmaları: Anadolu’ya gelen Türkmen göçü ile birlikte uç bölgelere yani Bizans sınırına Ege denizine kadar olan sahaya tenha olması sebebi ile yerleştirildiler. Doğudan gelen Moğol baskısından göç edenler ile batıda aşırı yığılmalara sebep oldu. Bu aşırı yığılma siyasi bütünlüğü çatışmaya itmiştir. Ayrıca Türklerdeki karizmatik özelliklerden liderlik vasfı ile boy boy beyi olmak için sürekli mücadeleler olmuştur. Bunun yanı sıra hayvancılık yapan bu göçebe unsur aşırı kalabalıktı otlak bulamama sıkıntısını gidermek için o dönemde Anadolu’da daha tenha olarak görülen dağlık ormanlık olan Batı Toroslar (Antalya, Isparta ve Teke yarım adasına) göçler başlamıştır. Daha sonra Orta Toroslar’ a (Aladağlar, Binboğalar ve Adana civarına) yayılmışlardır.
Aydın, Karacasu, İnce su, Denizli ve civarında iken Honamlılar Gök Ahmet olarak bilinen önderleri (Beyleri) idaresindedirler. Yukarıdaki yerlere sair sebeplerden dolayı yapılan göçü Gök Ahmet oğlu Hacı Abdil ile birlikte gerçekleştirmiştir. Bu yeni saha Konya ili Aliye sancağı olarak iskanında kayda geçmiştir. Bundan sonra  Honamlı adı ile anılmaya başlamıştır. Yörüklerin Toroslara  Aydın yöresinden dağılmış olması ile hala Anadolu’nun güneyinde Adana, Mersin, Maraş havalinde Yörüklere “Aydınlı” olarak hitap ederler.

Yörük kelimesini açıklamaya geçmeden önce sık sık tartışmalara neden olan ve bir kavram kargaşası şeklinde gösterilen Yörük ile Türkmen kelimesinin ne zaman ve ne şekilde kullanılmaya başlandığını belirtelim. Türkmen kelimesi ilk defa Oğuzlarda Orta Asya’dan batıya doğru İran bölgesine ulaştıklarında İslam dini ile ilk siyasi ve ekonomik münasebetleri sebebi ile kullanılmaya başlandı. Oğuzlarda Müslümanlığı kabul eden zümrelere onları gayri Müslim olan kardeşlerinden ayırt etmek için Mavera-ün-Nehr Müslümanlarınca Türkmen adı verilmiştir. Orta Asya’da ilk defa Müslümanlığı kabul eden Türk topluluğu Balasağun civarında yaşayan Türkmenler olduğundan Türkmen adı Mavera-ün-Nehr Müslümanları arasında Müslüman Türk şeklinde özel bir anlam kazanmıştır.
Ancak tarihçiler arasında fikir farklılığı ortaya çıkmıştır ki; Türkmen adının kökeninin neyi ifade ettiğidir ve nasıl kullanılmaya başlandığı konusunda iki görüş ortaya çıkmıştır. Birincisi için Türkmen, Türk adı ile Farsça mân (namend) ekinden meydana gelmiş olduğu ve Türk’e benzer demektir. İkincisi ise Türkmen, Türk-î imandan gelmektedir. Türk kelimesinin ilk kullanılışı Türklerin İslâm dinini kabulü ile başlamıştır.
Şimdi Türk kelimesini açıkladığımıza göre sıra Yörük kelimesine geldi. Yörük kelime olarak yürümekten gelir. Tanım olarak Yörük, yürüyen insan demektir. Yörük (Yörümek) fiilinden yapılmıştır. Anadolu’ya gelip yurt tutan göçebe Oğuz boylarını (Türkmenlerini) ifade etmektedir. Yörük kelimesi Anadolu’nun muhtelif yörelerinde değişik şekillerde telaffuz edilmiştir.
İlk zamanlar ‘Yürük’ olarak yazılması bazı yazarlar tarafından eleştirildi. Kimi yazarlar eleştiriyi Türkçe’deki ses değişimlerine Lehçe farklılıklarına bağlamıştır. Başlangıçta her ne kadar ‘Yürük’ denilmişse de gerek söylemedeki kolaylığı gerekse Tükler de var olan sert karakter  kelimeleri ser telaffuz etmekte ikliminde etkisi vb. nedeni ile ‘Yörük’ şekli ile daha etkileyici bir ifade tarzına dönüşmüştür.























İndik çıktık, gölü izledik, kalkan leylekleri kartalları gözledik. Balık tutanlar, piknik yapanlar, çok güzel bir yol, tam bisikletlik, bizi Yenişarbademli-Gölyaka ayırımına getiriyor. Soldan köye doğru sapıyoruz. Yol üzerinde Kubadabad Sarayı var, günümüze ulaşabilmiş tek Selçuklu sarayı. 3 km kadar yolun dışında. Kazı çalışmaları sürüyormuş. Bugün sadece bir duvarı ayakta, çıkan eserler Konya’da, müzede.

5 km sonra köydeyiz (Gölyaka). Bir kahve, ikinci bir kahve daha. Oturanlara çadırlık yer falan soruyoruz, pek de sempatik gelmediler, veya uzaktan sormamam lazımdı. Oturacaksın aralarına. Bir sonraki köy Gölkonak, ona devam ediyoruz. 2 km sonra kahvesinde çay eşliğinde sohbetteyiz köylüyle.

Üzüm satan bir seyyar satıcı geliyor. Alınan üzümler oturanlara ikram ediliyor.  Abi kardeş iki beyle sohbetteyiz. Abi adaşım, çok güzel anılarını paylaşıyor. Dili ve anlatım tarzı çok hoş. Yenişarbedemli’den sağlık memuru Erdal Bey ve telefonda tanıştığımız fotograf meraklısı kardeşi veteriner hekim Hasan Bey. Birazdan muhtar Abdullah Bey gelip bize kalabileceğimiz odayı gösteriyor. Kahvenin üstünde bir katta. WC de var. Eşyalarımızı çıkarıp tekrar kahveye iniyoruz. Çaylar ısmarlanıyor. Hiçbir şey ödetmiyorlar.

Gece uykuya dalmadan burayla ilgili okuduğum bir hikaye aklıma geliyor:
Yenişarbademli ilçe olmadan önce bağlı olduğu Ş.Karaağaç ile sıkı temas halinde idi ama az da olsa devrede bir de Beyşehir vardı. Bademlililer bazı ihtiyaçları için göl üzerinden Beyşehir'e gidip gelirlerdi. Bu gidiş geliş; göle kadar olan 4-5 kilometrelik yolu yaya olarak kat ederek Sülükçü iskelesine varılıp, oradan da Kurucaovalıların motorlu tekneleriyle olurdu. Beyşehir'den aynı gün akşam üzeri dönülürdü. Bir yaz günü bakkal İsa Efendi ve beraberinde kadınlı erkekli bir grup Beyşehir'e gittiler. İhtiyaçlarını görüp Baba Mehmet'in motoruyla geri döndüler.

O gün şiddetli lodos vardı. İlerlemekte güçlük çeken tekne Sülükçü iskelesine ancak akşam karanlığında yanaşabildi. Bakkalın kağnısı iskelede bekliyordu. Eşyalar yüklendi ve hep beraber yola çıkıldı. Hava iyice kararmıştı ama bereket ay ışığı vardı. Kafiledekiler Muma'ya (Gölkonak) yaklaştığında garip bir şeyin kendilerini takip ettiğini fark etti. Bu, ay ışığında kah görünüp kah kaybolan bir insan siluetiydi. Uzaktan onları izliyordu. Dikkatli bakıldığında başında garip bir başlığı, üzerinde de uzun bir giysisi vardı. Gözleri ayışığında parlıyordu. Fazla ortalıkta durmuyor, bir bakan olunca hemen bir çalının veya ağacın arkasına kayıveriyordu. Kafiledekiler ne yapacağını şaşırmışlardı. Herkesin içine bir korku düştü. Bazıları geri dönüp, ‘Kimsin? İn misin? Cin misin?'' diye sesleniyor ama hiçbir cevap alınamıyordu. Yolcular ve kağnı hızlandı. Kadınlar ağlamaklı bir hale geldiler. Aralarından cesur olanları eline taş alıp var gücüyle garip yaratığa doğru küfrederek fırlatıyordu ama nafile.. Bu durum Muma'yı geçene kadar sürdü. Daha sonra gizemli takipçi gözden kayboldu. Herkes derin bir nefes aldı ve geç saatlerde Bademli'ye ulaştılar.

Bu olayın sırrı neydi? Gece karanlığında kafilenin peşine takılan gerçek bir insan mıydı yoksa bir hayalet miydi?

İşin sırrı şuydu: O görünen ölmüş bir gencin hayaliydi. Alican adında, bir zamanlar Yenişar'a hükmeden Numan Ağa'nın kızı Beran'a sevdalanan fakir bir gençti o.. Beran da Alican'ı seviyordu. Ama Numan Ağa bu sevdaya karşıydı. Kızına ve delikanlıya karşı her türlü baskıyı uyguladı ama onları bu sevdadan vaz geçiremedi. Ağa en sonunda kızını bir tekneyle Beyşehir'e gönderip uzaklaştırdı. Beran’dan uzak kalmak Alican'ı çok üzmüştü. Artık günlerini göl kenarında geçiriyor, belki içinde sevdiği kız vardır diye Beyşehir'den gelen teknelerin yolunu gözlüyordu. Bir defasında da bir kayıkla karşıya geçmeyi denedi ama engellendi. Sonunda Numan Ağa gaddarlığını gösterdi. Alican’ı vurdurttu ve Muma ile Hoyran arasındaki Memiş Ağa mezarlığına gömdürttü. İşte o gün bu gündür Alican'ın ruhu zaman zaman Beyşehir'den gelen yolcuların peşine takılıp, aralarında sevgilisi Beran'ın olup olmadığını görmek için onları bir süre izlemektedir. Bademlililerin yaşadığı olay da buydu.
Ne de çok severiz bu tür hikayeleri. Hep oğlan fakir kız zengin midir? Ah Tamara...


























Şarkikaraağaç – Gölkonak

Şarkikaraağaç-Farklar-Gedikli-Gölkonak

Garmin yol bilgileri Şarkikaraağaç-Gölkonak

Tur tarihi: 16 Ağustos 2013
Kat edilen mesafe: 53,71 km.
Ortalama hız: 15,3 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 3 sa. 31 dk., dışarıda geçen süre 10 sa. 33 dk. 
En yüksek sıcaklık 33 ˚C, en düşük 22 ˚C, ortalama 27,6 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 520 m, kaybı (iniş) 534 m.
  


17 Ağustos 2013, Cumartesi / Gölkonak – Beyşehir

Sabah ezanı açık pencereden kulağımda patladı. Biraz daha dalmışım uykuya. 6 buçuğa doğru kalkıp toparlanıyoruz. Firuzan soğuk suyla bir duş alıyor, ben tıraş oluyorum. 7.15 gibi kapı önündeyiz. Kahveci, aynı zamanda bakkal da olan Ali Aslan Bey de yeni gelmekte, “bugün geciktim” diyor. Köyden kimsecikler daha ortalıkta yok. Veda edip serinliğe pedal basıyoruz. Gölkonak Isparta il sınırında, hemen 2 km gerideki Gölyaka Beyşehir’e dahilmiş, yani Konya il sınırında.

Kurucaova’da çay içer kahvaltı yaparız düşüncesindeyiz. Fazla uzak değil bu köyler. Hepsi 2’şer kilometre arayla dizili. Kimi belediye, kimi kasaba, kimi köy. Ancak yeni çıkan yasadan dolayı belediyelikler iptal oluyor, büyükşehir belediyelerine bağlanıyorlar. İyi mi olacak onlar da bilmiyorlar.

Köyde kahvesi daha açılmamış, 9’u beklememiz gerekiyor. O kadar da zamanımız yok (7.30, 2,27 km, 20,9 ˚C, R: 1138 m). Bakkal kendine çay demlemiş, arsızlık edip “bize de bize de” diyoruz. Biraz şaşırmış görünüyorlar ama ikram da ediyorlar. Birer bardakla kahvaltımızı ettik. Sabah sabah ekmekler gelmekte fırından, dikkat çekici şekilde beyaz undan hepsi. Hani şu rafine un, artık bir işe yaramadığını herkesin kabul ettiği.

Kurucaova çıkışı yol mıcır döşeli. Düştük düşeceğiz, yüklü bisiklet yalpa yapıyor. Hızlı gitmek gerek. Böyle de yol mu olur? Çamur olmasın diye yola mıcırı döküp bırakmışlar. Arabalara sorun olmuyordur ama bizi yoruyor ve tedirgin ediyor. Yuh çekmekten başka söylenecek sözler de var.

Yolumuz göl kenarından devam etmekte. Buraya kadar çok güzel bir rotadan geçtik ve geçmekteyiz. Sakin, manzaralı, inişleri çıkışları olan keyifli yolar. Güneş göl üzerini parlatmakta. Nilüferler, sazlıklar, yer yer devrilmiş suya gömülü ağaçlar... derken bir beton kamyonu karşıdan gelmekte. Sağa kayıyoruz, neyse şoför temkinli, dikkatlice geçiyor yanımızdan.

Çevre ilçelerden balık tutmaya gelmişler. Arabaları ya yolda ya da kenara çekilmiş, kendileri gölde. Bazıları yabancı plaka, bu bölgeden yurt dışına çalışmaya gitmiş çok insan var. Kimileri öyle araçlarla gelmişler ki, şaşarsınız. Bir Mercedes gördük ki muhteşemdi. Hani modeli yazmayan, ne olduğunu anlayamadığın.

Neredeyim? Burası göl. Deniz kenarı gibi. Minik koylar, küçük kumsallar. Balıkçılar çadır kurmuşlar, sanki güneydeyiz. Yol aynen ‘roller coaster’, hani şu lunaparklarda ray üzerinde kayarak inip çıkan vagonlar var ya, biz de bir çıkıyor bir iniyoruz. Belki de güzel olan bu, dümdüz yolda devamlı pedal çevirmektense.  Yokuşa geldik mi vites küçültülüyor sonra inişte büyütülüp hız kazanarak gelen yokuşun yarısına kadar çıkıyoruz. Bazen tamamını bile çıkabiliyorsun, kuvvetli bastın mı. Bu şekilde viteslerden takır tukur sesler gelmekte. Tur başında Denizli’de lastiklerin havasını tamamlamıştık, sıkıntısız buraya kadar geldik. Umarım sonunu da getiririz.

Yol yapımı olan bir bölgedeyiz. Sağda solda bazı yerleri açmışlar, genişletecekler herhalde. Gerçi çalışan kimse yok ama işaretlenmiş, bir şeylere başlanmış.

Gölün sonunda rampalı bir bolüm gelmeli, onu bekliyorum merakla. İşte geldi. Başlıyoruz tırmanmaya. Buralarda kırıcı olmadı çıkışlar, %5-6 gibi (en fazla %10 oldu). 2 km kadar çıkıldı, düzleşti, tekrar çıkıldı. Biraz durup, 1-2 dakika dinlenip, etraftaki muhteşem, dekoratif dikenleri fotoğraflayıp devam ediyoruz. 1265 m’deyiz.

Sağda ileride bir cami minaresi, herhalde Yeşildağ’a geldik. Evet doğruymuş, içerlek biraz. Mıcırlı yoldan giriyoruz. Kahve açılmamış, bakkal yeni açıyor (9.50, 23 km, 28,9 ˚C, R: 1146 m). Gene aynı ekmekler gelmiş, sünger ekmeği. Soda ile susuzluğumuzu gideriyoruz. Ekmek konusunu açıyor, biraz olsun bilgilendirmeye çalışıyorum. “Ben de İzmir’de oturuyorum, orada da görmedim tam buğday ununu” diyor hanım. Şaşırıyorum İzmir’de olmamasına. Bana biraz ‘dünyadan bi haber’miş gibi geliyor.

Önümüze çıkan çeşmeden sularımızı tazeledik. Pek soğuk akmıyor çeşme. Zaten buralarda hep dolap gördük. Suyu soğutuyorlar. Bir yerleşim daha geliyor hemen, burası daha büyük, daha kalabalık gibi. Kahve var mı diye sorduğum motosikletlinin kahveci olduğunu, ileride kahvenin yerini ve demin girdiğimiz köyün Yeşilbağ’ın bir mahallesi, esas yerin burası olduğunu öğreniyoruz. Anladık ki yanlış yerde aramışız kahveyi.

Nefis demli iki bardak çayın karşısında, yaprakların altında dinleniyoruz (10.15, 25,5 km, 29,4 ˚C, R: 1156 m). Gerçekten çayı güzel demlemiş. Zaten yan masadaki konuşmalar durumu açıklıyor. Bölgenin en güzel çayını demlermiş ve onu içmeye gelmişler. Masa örtümüz Doğuş Çay’dan. Ama çaycımız Çaykur kullandığını söylüyor.

Dönüş artık çok yakın, netleşmiş gibi. Beyşehir’den dönelim. 90 km Konya’ya gitmek bir günde telaşa sokacak diye otobüs şirketlerinin sitelerine, 444’li hatlarına müracaat ediyoruz. Maalesef bugün ve yarın için Beyşehir’den kalkan-geçen şirketlerde yer yok. Bu durum Firuzan’ı biraz sinirlendiriyor. “2 gün önce yapacaktık bu işi, geç kaldık...”, “bir gün geç gidelim, ne fark eder”, “olmaz, olmaz!”. Nedenini öğrenemiyorum, geriliyoruz. Sonunda akşam 20.30 Konya-İstanbul Kamil Koç’a bilet alıyoruz. Beyşehir’den de Konya’ya otobüsle gitmeye karar verdik. Sanırım bu Firuzan’ı rahatlatmıştır.

































Beyşehir Gölü: Bölgenin doğu yakasında yer alan, bölgenin en büyük gölünün kuzey güney doğrultusundaki boyu yaklaşık 45 km ve doğu batı yönündeki eni yaklaşık 25 km’dir. Gölün yüzölçümü 651 km2’dir. Ortalama derinlik 4 m ve en derin yeri 12 m’dir. Gölün seviyesi kış ve ilkbaharda yükselir; yazın çekilir. Beyşehir Gölü deniz seviyesinden 1.115 m yukarıdadır. Beyşehir Gölü, Türkiye’nin en büyük tatlı su gölüdür. Konya ve Beyşehir bölgesinin içme ve sulama suyu bu gölden sağlanmaktadır.
Göl çevresinde bulunan ırmaklardan ve dip sularından beslenmektedir. Gölü besleyen ırmaklar ve pınarlar arasında Çarıksaray çayı, Kabapınar suyu, Sarıöz (Eflatun) pınarı, Termiye çayı ve Pınargözü mağarasından gelen Gürlevik çayı sayılabilir.
Gölün tabanı neojen göl tortularıyla doludur. Bu yapı, göl içinde 33 kadar adanın oluşmasına neden olmuştur. Bu adalardan büyük olanların isimleri İğdeli, Akburun, Uzunada, Kızkalesi, Manastır, Mada, Yılanlı ve Külbent’tir. Kızkalesi, Manastır ve Mada adalarında geçmişten kalan yerleşim kalıntıları bulunmaktadır. 1940 yılına kadar Mada adasında Rusya’dan göç etmiş Don Kazakları yaşıyordu. Bu nedenle, bu ada Kazakların Adası olarak da anılır. Bu adanın yakınında bulunan Kilise Adası’ndaki kilise bu Kazak topluluk tarafından yapılmıştır.
Gölde 1970 öncesinde yaşayan balık türleri, göle sudak balığı atılmasının sonucu olarak büyük ölçüde yok olmuştur. Günümüzde sudak ve sazan balığı yaşamaktadır. Göl içerisinde bulunan irili ufaklı adalar, su kuşlarının yuvalanmaları ve kuluçkalamaları için uygun bir ortam sağlamaktadır.
Çevresi, ulusal park olarak belirlenen Beyşehir Gölü'nün  çevresinde ardıç, karaçam, köknar, sedir ve meşe türü ağaçlar yetişmektedir.
Eşrefoğlu Beyliği’ne başkentlik etmiş olan Beyşehir, gölün güneydoğusundadır.









Yolumuz Beyşehir-Antalya yoluna bağlanıyor. Burada asfalt daha geniş ve sağda şerit var, rahatça gidebiliyorsun. Benzincide verilen bir soda molası sonrası gene basıyoruz pedallara. Yol artık düz sayılır. Beyşehir de fazla uzak değil, 10 km kaldı.

İlçeye girip önce otogara yöneldik (13.40, 57,5 km, 33,9 ˚C, R: 1138 m). Bir şirket var saat başı Konya’ya gidiyor ama midibüs, bisikletler sığmaz. Kontur’a bakıyoruz. Saat 5’te Travego varmış. Adam başı 10 liradan 2 bileti kartla ödüyorum. Bisikletleri de söylüyorum ki sorun olmasın. Ön tekerler çıkıyor mu oluyor ilk sorusu. Ayıpsın, katlanıp cebe bile giriyor.

Öğle sıcağı tepemizde. Merkeze doğru geri dönüyoruz. Eşrefoğlu Camisi’ni ziyaret etmek üzere sağa saptık. Güzel bir meydan düzenlemesi yapılmış burada. Birkaç turistik dükkan, seyyar satıcı kadınlar örgü örmekte. Sırayla giriyoruz, birimiz bisikletlerin başında kalarak.

Cami 700 küsur senelik, muhteşem bir ağaç işçiliği var. İnsanı büyülüyor.

Beyşehir müzesini soruyoruz emniyetteki nöbetçi polise. “Yeni geldim, bilmiyorum, sorayım”. Yokmuş Beyşehir’in müzesi! Hayret, bir şehrin müzesi olmaz mı? Hiç yakıştıramadım doğrusu. Polis Van’dan gelmiş, kolunda arması var. Oraya da çok gitmek istiyoruz diyorum. Pek tavsiye etmiyor, “gerçi biraz sakinleşti ama yer mi kalmadı memlekette” diyor.

Adana Sofrası’nda yemekteyiz. Havadar, büyükçe bir yer. 2 mercimek çorba+kuru+pilav+2 ayran+yoğurt=18 lira, çok makul bir fiyat. Çoban salata ve acılı ezme de ikramları. Çay zaten olmazsa olmazlardan. Neydi o Eğirdir’deki fiyatlar.

Otobüse daha çok var, biraz kanal boyunca pedal basıyoruz. Yol kenarında Haluk’un sözünü ettiği ‘tarna’ları görüyoruz. Ama o olduklarını bilmeyerek. Yollara serilmiş, kurutulmakta. Sonra çınar ağacının altında, aldığımız gazeteleri birer sade kahveyle mütalaa durumları. Yavaş yavaş otogara doğru pedal basmaktayız.

Daha zamanımız var. 9 no’lu peronda beklemedeyiz (16.30, 63,9 km, 32,2 ˚C, R: 1143 m). Kahya otobüsün İzmir’den gelip Adana’ya gittiğini, dolu olabileceğini söylüyor. Eyvah, ya velespitlere yer yoksa!

25 saat sürecek bir süreç önümüzde, Beyşehir-Konya-İstanbul otobüs yolculuğu, aktarmalar, beklemeler...

Sabah 6’da Dudullu istasyonunda inip 5 dakika sonra eve geldik. Kamil Koç’un da bu güzelliği var bize, burnumuzun dibinde indirme-bindirme noktası. Her iki şirket de son derece nazikçe bisikletlerimizi taşıdı. Hiçbir sorun yaşamadık. Hani o teker sökme, yerleştirme, çantaları koyma telaşı da olmasa. 48 saattir ayakkabılarım ayakta. Hiç uzanmadan geçen bu süre sonunda ayaklarım şiş içinde. Fil ayaklı bisikletçi :))












Eşrefoğulları Beyliği, 13. yüzyılın sonları ile 14. yüzyılın başlarında hüküm süren Anadolu Türk Beyliklerinden biri.
Anadolu Selçuklu Devleti'nin sınır beylerinden Eşrefoğlu Seyfettin Süleyman Bey tarafından 1280 başlarında Beyşehir'de kuruldu. Eşrefoğlu Süleyman Bey, Türkiye Selçuklu Sultanı III. Gıyaseddin Keyhüsrev devrinde (1264-1283) Selçuklu hizmetinde uç beyi olarak bulunuyordu. Eşrefoğlu Süleyman Bey'in hangi tarihte vefat ettiği malûm değildir; fakat vefatının 701 H./1301 M.’den sonra olduğu Beyşehir'de yaptırmış olduğu türbe kitabesinden anlaşılmaktadır. Eşrefoğulları Beyliği, 1302'de babasının yerine geçen Mübarizüddin Mehmet Bey döneminde genişleyerek, Bolvadin ve Akşehir dolaylarını da içine aldı. Mübarizüddin Mehmet Bey'in İlhanlılar'a bağımlılığını bildirmesinden sonra (1314), Seyfettin Süleyman Bey'in torunu Süleyman Şah'ın İlhanlıların Anadolu Valisi Timurtaş Bey (ö. 1328) tarafından öldürülmesinden sonra Beylik ortadan kalktı (1326).
Kaynak Vikipedi



















Eşrefoğlu Camii, Anadolu'daki ahşap direkli camilerin en büyüğü ve orijinalidir. Konya'nın Beyşehir ilçesinin kuzeyinde, İçerişehir Mahallesi'nde yer alır. 1296-1299 yılları arasında yapılmıştır.
Orta Asya'da Semerkant, Buhara gibi eski Türkistan şehirlerinde yer alan ağaç direkli camilerin ülkemizdeki bir örneği olan Eşrefoğlu Camii, çok sayıda ahşap sütun üzerinde yükselir. Yüzyıllar boyu kış aylarında camiinin damındaki kar, çatının ortasındaki boşluktan ortadaki havuza atılmış ve ortamı nemlendirerek yakılan sobalardan ötürü ahşap sütunların çatlayıp kurumasını engellemiştir. 1965 yılında karlığın üstü camla kapatılmış ve işlevini yitirmiştir.
6 metre yüksekliğinde, çini mozaik ile kaplı çok görkemli bir mihraba sahiptir. Anıtsal bir taç kapısı vardır. Minberi tamamen ceviz ağacından, oymalı ve çatmalı tutkalsız yapılmıştır. İnanılmaz bir düzgünlük ve incelikte yapılan minber geometrik şekiller ve bitkisel bezemelerle kaplıdır. Caminin tavanı renkli kalem işi süslemelere sahiptir. Özellikle konsollardaki kök boyalı motifler dikkat çekicidir. Eşrefoğlu Camii, Selçuklu Ulu Cami’lerinde görülen şu özelliklerin tamamını barındıran tek örnektir: Çoğul ahşap sütunlu, tavanı tamamen ahşap ve kalem işçiliği ile süslenmiş, minber tamamen ahşap ve Kündekari tekniği ile yapılmış, mihrabı çinili.
Beylikler Devri'nde Eşrefoğlu Beyi Süleyman Bey tarafından yaptırılan bu camii, Eşrefoğlu toplu yapıları içinde yer alır. Cumhuriyet döneminde 1934'ten itibaren zaman zaman tamir edilmiştir. Bu tamiratlar sonucu toprak çatı, önce kiremitle örtülmüş; sonra bakırla kaplanmıştır.
Emir Seyfettin Süleyman'ın 1301 tarihli türbesi, camiinin doğu duvarına bitişiktir.
Kaynak Vikipedi




















Beyşehir: Geçmiş asılarda Beyşehir Gölü’nün de içinde olduğu bölge Pisidya adıyla anılırdı. Pisidya'da Karallia olarak bilinen bir şehir adıydı. Ramsay bu konuyu şöyle değerlendirir; "Biri gölün güneydoğusunda, Trogitis Gölü’ne akan suyun ağzında, diğeri güneybatısında olmak üzere ihtimal iki şehir bulunuyordu. Bu ikincisinin Parlais olma ihtimali daha kuvvetli olduğu için birincisini Karallia olarak kabul etmeniz lazım geliyor." Yine Ramsay'a göre Karallia Bizanslılar zamanında Skleros adını almıştır. 

Daha sonra harap olan Karallia, Viranşehir adını almıştır. Onüçüncü yüzyılın ilk yarısında, Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad devrinde, muhtemelen 1240'tan biraz önce çoğunluğunu Üçoklar'ın oluşturduğu Türkmenler tarafından yeniden kurulmuştur. 

Eşrefoğulları'nın hakim olduğu dönemden itibaren Viranşehir'in adı Süleymanşehir olmuştur. 
Beyliğin merkezi olmasından dolayı geçen zamanla beraber beyin şehri olarak anılır. Bundan dolayı da Beyşehir adını alır. Beyşehir adının bir de efsanevi hikayesi vardır. Buna göre; Trogitis'de bulunan Seydi Harun Veli şimdi kendi adıyla anılan camiyi yaptırmaktadır. Eşrefoğlu Mehmet Bey de ona malzeme yardımında bulunur. Sonrasında gelişen olaylar onları dost yapar. Eşrefoğlu, Trogitis'e Seydişehir adını verirken Seyyid Harun Veli de Süleymanşehir'e Beyşehir adını vermiştir. Görüldüğü gibi Beyşehir'in akıp giden zaman içinde aldığı adları incelerken tarihinin kilometre taşları da hemen belirmektedir. 

Muhtemelen Beyşehir ve çevresinin tarihi M.Ö 7000'li yıllara kadar uzanmaktadır. Yapılan araştırmalar Beyşehir'in daha o dönemde önemli bir yerleşim alanı olduğu gerçeğini ortaya çıkarmıştır. M.Ö 5700- 5300 arasına tarihlenen Erbaba Höyüğü kalıntıları bunun en somut göstergesidir. Kıstıfan Köyü yakınlarındaki höyükteki kazılarda Kanadalı bilim adamları Jacgues ve Louisse Alpes Bordaz çifti tarafından yapılmıştır (1968-1975). 

Erbaba Höyüğü ile ilgili olarak yapılan değerlendirme şöyledir: "Beyşehir'in 10 km kuzeybatısında deniz düzeyinden 1130 m yüksekliğindeki doğal bir tepenin üstünde, günümüzden yaklaşık 7500 yıl öncesine tarihlenen R. Solecki'nin yörede yüzey araştırması yaparken bulduğu höyük, Jacques ve Luiesse Alpes Bordaz başkanlığındaki bir ekipçe kazılmaktadır. Yaklaşık 80 m çapındaki Erbaba'da dört kat saptanmıştır. En alttaki 4. kattan pek fazla bir şey çıkmamış en çok buluntu 3. katta ele geçmiştir." 

1., 2., ve 3. katlardaki yapıların temellerinde büyük taş bloklar kullanılmıştır. Duvarlar ise, çamur harçla örülmüş kireçtaşı bloklarla yapılmıştır. Duvar kalınlığı 60 cm'den fazladır. 3. kattaki bazı duvarlar kırmızı renkli sıvayla kaplanmıştır. Birbiriyle yakın diziler halindeki dikdörtgen planlı evler kuzeydoğuya bakmakta, içeriye damdan girilmektedir. Evlerin batısında bölme duvarları vardır. Taban döşemeleri sıkıştırılmış topraktan yapılmıştır.

















Gölkonak – Beyşehir

Gölkonak-Kurucaova-Yeşildağ-Beyşehir

Garmin yol bilgileri Gölkonak-Beyşehir

Tur tarihi: 17 Ağustos 2013
Kat edilen mesafe: 63,87 km.
Ortalama hız: 15 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 4 sa. 16 dk., dışarıda geçen süre 9 sa. 23 dk. 
En yüksek sıcaklık 35 ˚C, en düşük 21 ˚C, ortalama 29 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 718 m, kaybı (iniş) 741 m.











Göller Bölgesi: Salda-Burdur-Eğirdir-Beyşehir Gölleri

Tur tarihi: 7-18 Ağustos 2013

Kat edilen mesafe: 526 km.


Rota: Denizli-Serinhisar-Güney-Salda-Doğanbaba-Yeşilova-Harmanlı-Yarışlı-Düğer-A. Müslümler-Kumluca-Karakent-Senir-Kılıç-Senirce-İslamköy-Eğirdir-Barla-Gençali-Taşevi-Kumdanlı-Yalvaç-Şarkikaraağaç-Çiçekpınar-Fakılar-Armutlu-Gedikli-Gölyaka-Gölkonak-Kurucaova-Yeşildağ-Beyşehir.

Tur bilgisi: İstanbul-Denizli için Kamil Koç şirketini kullandık. Bisikletlerin taşınmasında hiçbir sorun yaşamadık. Gereken ilgiyi gösterdiler. Denizli’de geceleme Yetkin otelde oldu. Merkezi ve temiz bir otel. Denizli-Salda arası 84 km. Denizli’den Cankurtaran’a kadar bir tırmanış var. Otoyolda güvenlik şeridi var. Yolun trafiği yoğun. Acıpayam’a varmadan sola Burdur yönüne dönülüyor. Yolun evsafı düşüyor, kenarda fazla yer kalmıyor. Trafik yoğunluğu azalıyor. Yol üzerinde köylerde çayevi mevcut. Bayram nedeniyle bazıları kapalıydı. Yol genelde fazla tırmanışlı değil, eğim de zaten zorlamıyor. Salada gölü kenarında Orman Bakanlığı’nın kampingi uygun. Yemek için gazino mevcut.

Salda-Kumluca arası 75 km. Salda gölü çevresi çok güzel, yolda fazla eğim yok, asfalt düzgün. Salda köyünde bakkal, çayevi mevcut. Yeşilova ilçe, her ihtiyacı karşılamak mümkün. Yeşilova-Kumluca yolunda az çok trafik var, yol kenarı dar. Yüksek tırmanışlar yok. Asfalt düzgün. Düğer’de Burdur ayrımından sonra yol daha fazla köy yoluna dönüyor. Asfalt düzgün, trafik hafifliyor. Kumluca’da Burdur gölü yakınındaki çiftlik arazisinde kamp kurmak mümkün. Kumluca muhtarı Kazım Bey yardımcı oluyor.

Kumluca-Kılıç arası 40 km., yol 2. sınıf asfalt. Fazla dik tırmanışlar yok. Köy çok az, bazılarında kahve yok. Su bulundurun yanınızda. Çeşme yol üzerinde pek yok. Tarlaları suladıkları su yalakları var. Köylerde soğutucu dolaplarda su var. Senir’de bakkal, kahve vb şeyler var. Kılıç’ta muhtar Mustafa Bey yardımcı oluyor. Belediyenin gecelemek için boş odası var.

Kılıç-Eğirdir Gölü arası 65 km. Kılıç sonrası Isparta-Burdur otoyolu düzgün, güvenlik şeridi var. Hafif inişli bir yol. Trafik orta yoğunlukta. Senirce ayırımından sonra köy yolu ve Senirce sonrası toprak yol. Senirce’de kahve+bakkal mevcut. Kuleönü-İslamköy-Eğirdir otoyolu arası fazla çıkış yok. İslamköy’de park içinde kahve, bakkal mevcut. Yol boyunca şeftali bahçeleri. Eğirdir otoyolu kalabalık, güvenlik şeridi var. Hafif tırmanışlar var. Eğirdir’e iniş. Altınkum plajında kamp kurma olanağı var. Büfe mevcut. Lokanta Eğirdir’de var.

Eğirdir-Taşevi arası 73 km. Göl kenarından giden yol düzgün, asfalt ve fazla dik çıkışları yok. Barla dışında yemek yiyecek yer yok. Barla 1,5 km içere ve dik tırmanışlı. Gözleme yenilir. Köyler genelde içerlek. Yedek su bulundurun. Yol boyunca elma bahçeleri bolca. Taşevi köyü göl kenarında kamping, lokanta var.

Taşevi-Şarkikaraağaç arası 69 km. Yalvaç’a kadar yükseliyor yol. Kumdanlı’da kahve var, 300 m girmek gerek. Yalvaç’a giriş tamirde, yol yoz içinde, yerler yuvarlak çakıl dolu. Yalvaç’ta her türlü olanak var. Şarkikaraağaç yolu dar, kenarda fazla yer yok. Çok dik çıkışlar yok. Araç trafiği var. Şarkikaraağaç’ta tek otel karşısında lokanta var, öğretmen evi de var.

Şarkikaraağaç-Gölkonak arası 53 km. Yol fazla tırmanışlı değil, trafik hafif. Gedikli köyü görülmeğe değer, 1 km içerlek. İmam İlyas Bey hoşsohbet aydın bir insan. Göl manzarası çok güzel yolun. Gölkonak küçük bir köy, bakkal ve çayevi mevcut. Muhtar Abdullah Bey ilgili, köy odasında kalına biliniyor.

Gölkonak-Beyşehir arası 64 km. Yol düzgün birkaç tırmanış var ancak öldürücü değil, Yeşilbağ’a doğru. Burada kahve, bakkal mevcut. Sonra Antalya yoluna kadar az tırmanış çok iniş. Ondan sonra Beyşehir’e kadar düz. Burada güvenlik şeridi var. Beyşehir’de her türlü olanak var.

Beyşehir-Konya Kontuar Turizm otobüsünün bazı seferlerinde Travego mevcut. Diğer saferler midibüs olduğundan bisiklet sığmıyor. Biler alırken mutlaka sorulmalı. Bisikletin taşınmasında sorun olmadı. Konya-İstanbul Kamil Koç gece seferi, sorunsuz bisikleti taşıdı.

Bu rotada yedek su bulundurulmalı. Yaz sıcağı öğle saatinde bunaltıyor. 12-16 arası mutlaka mola verilmeli. Yanınızda peynir ekmek cinsinden yiyecek bulundurun. Tur genelde 950-1200 m yükseklikte seyretti. Çok sert kırıcı uzun tırmanışları yok (Denizli çıkışı hariç). Çadır kurulacak yerler var. Köylerin kasabaların muhtarları yardımsever. Trafik akışı tehlike oluşturmadı. Gezilecek görülecek bol yer var. Göl kıyılarında pedallamak çok zevkli.

[bisikletle]Türkiye projesi için 526 km daha pedallamışız. Ne mutlu bize.


Turun başı Salda-Burdur Gölleri



İlginizi çekebilir [bisikletle]Türkiye: Kars