16 Mayıs 2013

[bisikletle]Türkiye: İstanbul – Edirne – Gelibolu – Bandırma (2)

Turun ilk etabını, 'İstanbul-Edirne’yi tamamlamış, şimdi ikinci etap ‘Edirne-Gelibolu’yu pedallayacağız.


Edirne – Gelibolu

21 Nisan 2013, Pazar / Edirne - Uzunköprü

Sabah dinlenmiş olarak uyandık, 7.20. Dışarıda yağmur var. Eşyaları toplayıp Balta Otel’in kahvaltı salonuna indik. Geceleme fiyatına dahil olduğundan ödediğimizin karşılığını alalım bari.

Salon dolu. Hafta sonu olması sebebiyle Yunan-Bulgar turistler de var. Bir de bizimkiler. Başı bağlı bir sürü hatun. Ellerinde kapasitelerinin üstünde dolu tabaklarla koşturup duruyorlar. Sonra da fazla gelenler çöpe gidiyor. İsraf dinen nasıl anlatılıyor?

Sularımızı da doldurup hesabı kapattıktan sonra güneşli bir havada, sabah yağan yağmurdan eser yok, Selimiye’yi içten görmek üzere Edirne merkeze doğru çıkıyoruz.

Bisileri otopark kulübesine emanet edip giriyoruz, cami duvarına koydurtmadı güvenlik. Vali gelir de görürse ayıp olurmuş. Mal sahibi sanki vali.

Anlatmaya gerek yok. Muhteşem bir hesap işi Selimiye. Hacimlerin orantısı, gerçek bir şaheser. Herkes gibi büyülenerek, çıkıp yakındaki müzeyi ziyaret ediyoruz. Küçük fakat düzenli bir sergileme içinde arkeoloji ve etnografya bölümleri var.

10.50, artık Edirne’yi terk etme vakti. Önümüzde 55-60 km’lik Uzunköprü yolu var.

Otelin karşısındaki ekmek fırınından yarım tam buğday ekmeği ve iki simit, acıkmamıza karşın, alıp şehir dışına çıkan uzun dümdüz yoldan, kenardaki güvenlik şeridini kullanarak, uzaklaşıyoruz Osmanlıya bir zamanlar payitaht olmuş kentten (11.00).

Bir kalabalık motorlu grup yol kenarında toplanmakta. Daha da gelen var. Bulgar ve Türk plakalı bunlar. Anlaşılan bugün buluşma günü. Hepsi asi görünümlü, sırtlarında ya Viking, ya Scorpions gibi Gotik karakterle yazılmış grup isimleri var. Bizdeki Ağır Abiler gibi.

Bu yol İstanbul otoyolu, E5. Yol kaymak, güvenlik şeridi geniş. Sorun yok. Ama sıkıcı. Böyle arabalarla birlikte gitmek bisikletlik hiç değil. Biz köy yollarında, tıngır mıngır, bir o köyde, bir bu kahvede, bir onunla bir bununla konuşa konuşa gitmekten hoşlanıyoruz.












































































































E5’in ilerisinde acayip bir yokuş göründü. Eyvah, gene mi çıkacağız! Başa gelen çekilir. Basıyoruz pedallara, ama sağdan da bir yol ayırımı var, Karakasım. Rampayı daha çıkmadan, “acaba mı?” sorusu takılıyor kafamıza. Hemen tornistan edip sapağın köşesindeki benzinciden (Shell) ‘malumat’ alıyoruz. Evet saparsak Uzunköprü’ye hem kestirmeden, hem de köy yollarından gidermişiz. Derhal direksiyonu sağa kıvırıp sakin, sessiz köy yollarına dalıyoruz (12.00 / 15,8 km / 23,2 °C). Benzincide tanıştığımız berber Kadir Bey de önden motoruyla gidip bizi Karakasım köyünde kahvede çaya bekliyor.

Köy yolu asfaltında tekerlerimiz kaymakta. Etrafta buğday tarlaları, uzakta çeltik tarlaları, ahırlar, koyunlar, Olmuksa’nın karton bir şeyi... sırasıyla geride bırakıp Tayakadın (12.10 / 17,7 km) sonrası Karakasım’dayız. Saat de yarım olmuş bu arada. Otelden beri 25 km gelmişiz.

Kadir Bey bizi kahvede beklemekte. Beraberinde köy eşrafı da. Yanlarına oturup çay-soda-çay üçlemesiyle sohbete dalıyoruz. Oğlu Keşan’da üniversitenin bir bölümünde, bankacılıktı, öğretim üyesi. Ne güzel değil mi? Köyden çıkıp üniversite okuması ve sonra hoca olması. Bu gibi örneklere hayranım. İlim irfan peşinden giden bir Türkiye özlemi.

Konu pirinç ve GDO’ya geliyor. Köylüden bölgenin pirinci hakkında ayrıntılı bilgi ediniyoruz. Yan masada kooperatif başkanı Ali Bey de var. Burada Osmancık pirinci ekiliyor ve kesinlikle GDO’suz. Öğrendiklerimiz sonrası biz de bundan böyle paketlerin arkasına bakılıp Uzunköprü pirinci arayacağız İstanbul’da; Gönen, Tezcan, Ataç markalarını.

Çeltik 120 günde biçilirmiş. Bunu bilmiyordum. Ayriyeten İpsala’nın pirinci Baldo imiş. Osmancık’a göre tanesi daha ağır. Küçük bir fark ama bu işte önemli herhalde.

Saat 1 olmuş ve biz halen kahvedeyiz. Artık müsaade alıp yola çıkma vakti. Bir fotoyu çay ocağının emanetçisine çektirip, biraz flu da olsa herkesi alan, yola çıkıyoruz gene.

Bu yolun güzelliğini anlatmak için bir kaç kare aldık, video çektik ama sanmıyorum yaşadığımızı ifade edeceğini. Yol dümdüz, arada sırada küçük su birikintileri. İçlerinde leylekler, bazıları korkup havalandığında kocaman kanatlarıyla yükselip biraz ilerideki bir noktaya konmakta. Bazı evlerin damlarında yuvalar. 3 km ötede akan Meriç nehri. Kavak ağaçları, inek sürüleri, peşimizden koşan köpekler, bazıları hav hav diye selamlayarak. Düşünün bir cennet parçası, ama gel gör ki yolun sağı solu çöp dolmuş. Öyle bir bölgeye geldik ki kusarsın. Manyak mı bu insanlar? Kim bunlar? Torba torba çöp getirilip atılmış. Sonra torbalar yırtılmış ve içinde ne var ne yok ortalıkta. Bunu buranın insanı yapmaz, yapamaz. Kimse evine çöp atmaz. Bu dışardakilerin işi, bence.

Hava da nasıl sıcak. Artık İstanbul’dan beri giydiklerimiz bizi yakmakta. Sırasıyla eksiltmeye başladık. Önce içteki yelek, sonra üstekinin kolları, sonra paçalar kıvrıldı, sonra yağmurluk kaldırıldı. Ama halen sıcak. Artık yarın yazlıkları giyeriz değil mi Firuzan’cıım?

Firuzan bana hep bardağın dolu kısmını göstermekte. Ben ne zaman sıkılsam öflesem poflasam, “az kaldı, sadece 20 km. Güneş çıkıyor, fazla yağmaz, sadece atıştırıyor...” diyerek moral veriyor.

Saçlımüsellim köyünde bir kalabalık var. Jandarma da gelmiş. İki kahvesi var, ilkine yerleşiyoruz (14.00 / 37,7 km / 24,9 °C).  Biraz karın doyurmaca ve çay içmece (çaylar oldu 40 krş). Öğreniyoruz ki jandarmanın bulunma sebebi, bugünkü cenazeye ölenin mahkum oğlunun da gelmesiymiş. Önlem gereği!

Firu’nun boynuzlarının sorununu burada çözüyoruz. Meğer tam takamıyormuşuz. Devamlı sıkmamıza rağmen bir süre sonra gevşeyip dönüyordu. Sıkıntı yaşatıyordu. Ama artık olmayacak. Nasıl şimdi durum boynuzlarda?

Uzaktaki kara bulutlar yaklaşmakta. Bugün için sağanak da vardı. Acaba bizi yakalar mı? Hazırlıklıydık. Kılıfları, yağmurlukları yakına koymuştuk. Ama şimdi tekrar onları çıkartıp giymek hiç de hoşuma gitmeyecek. Yunanistan tarafında yağıyor, görüyoruz inişini. Meriç’i geçerse bizi de ıslatır.

Asfalt yol Çakmak köyüyle toprak yola dönüşüyor. Ama ıslandığında çamur olur bu yol. Bir de rampalar geldi, kırıcı olmasa da lay lay lom sürüşler yerini of pof’a bıraktı. Tabi takır tukur gidiyoruz, biraz da zıplamaca. O nedenle çıktığımızı inerken fazla da hızlanamayıp frende gidiyoruz. Biraz uzun sürüyor toprak yol. Herhalde 5 km kadar. Ama asfaltlanacakmış denildi yakında. Belki de iktidar, köyü oy vermediyse cezalandırıyordur. Kim bilir, böyle uygulamalar çok duyduk.

Köy yolu bitip ana yola çıktık. Uzunköprü tabelası da göründü, kadranda da 55 km (24,1 °C). Yol burada ikiye ayrıldı, biz sağdan şehir merkezine doğru meşhur köprüye geliyoruz. Gerçekten de göz kamaştırıcı. Ergene nehrinin üzerinde 164 tane kemer (ilk yapıldığında 174‘müş). Özenle üstünden nehri aşıyoruz. Ama arabalar sanki otoyoldalarmışçasına gaza basmış gidiyorlar. Ne akan suyu duyuyor, ne köprünün taşını hissediyor, ne rüzgarı kokluyor, bir kapsülün içine sıkışmışlar.



















































































Sırada otel bulma işi var. Ön istihbarata göre Ergene Otel, Güneş Otel, Öğretmen Evi. İlk Ergene’ye soruyoruz: 80 TL-OK, çok fazla, inmedi bile. Güneş: 60 TL-OK. Tamam dedik ve yerleştik (16.40 / 59,3 km). Bisileri de lobiye bıraktık. Biraz dinlenme, ayakları dikme, duş vs sonrası yemeğe. Köşedeki Köprü Lokantası. 2 az mercimek çorba+ salata+yoğurt+az makarna +2 ıspanak yoğurtlu=22 lira. Çayları yokmuş, pazar olduğundan. Olur mu çaysız, asla tatlı yemem. Conditio sine qua non. Yani olmazsa olmaz durumları. Zaten adam tabakları öyle bir gürültüyle yerleştiriyordu ki, kır kır dedik ama anlamadı espriyi. Zaten bize makarna koyarken birini kırdı. Biraz düşüncesiz bir tipti, ne yazık ki!

Yağmur bize otele girişte yetişti. Fazla yağmadı ama, biraz dökündü. Ama soğudu hava. Üzerimize kalınca bir şeyler giyip ilçenin tarihi ve önemli merkezlerini görmek üzere bir şehir turu satın aldık. Üstü açık otobüslerle Uzunköprü sokaklarında dolaşmaktayız... yok daha neler. Ayaklarımızla yürüyerek bir daire çizdik, az helva yedik, trampolin gençlerini izledik, restore edilen ve müzeye dönüşecek Tekel binası ve kiliseyi gördük, bir pansiyon bulduk ‘Köprü Pansiyon’, 2 kişi 40 TL (Köprü lokantası ile ortak). Sadece kahvaltısı eksik, biraz da oda oteldekinden küçük. Bolca dondurmacı var. Herhalde buradaki yüksek okul öğrencilerine  hitap ediyor. Bir de askerlere olmalı.

Güzel bir gündü, sıcak bir gündü, keyifle pedallanan bir gündü ama artık yatma zamanı. Saat 10 buçuğa gelmekte.






Uzunköprü adının hikayesi
Uzunköprü kenti, Sultan II. Murat tarafından Ergene Şehri adı ile kuruldu. Uzunköprü ile ilgili, ilk yazılı metin, Sultan II. Murad’ın vakfiyesi, “Vakfı Sultan Murad Der Ergene” başlığını taşır. Hoca Sadettin Tacü’t Tevarih (C.II.S.164) adlı yapıtında “…Orasını konaklanacak düzenli bir yer haline getirdi. 174 yüksek kemer üzerine eşsiz bir köprü yaptırdı ki, cihana örnek oldu. Köprünün bir başında Ergene adı ile anılan bir kasaba kondurup.” diyerek, bu kasabanın adını Ergene olduğunu belirtir. Kanuni Sultan Süleyman dönemine kadar bu adla anıldı.

Kanuni’nin sadrazamı Mustafa Paşa 1529’da Mimar Sinan’a Bulgaristan‘da Meriç üzerinde yirmi kemerli Cisr-i Mustafa Paşa köprüsünü yaptırdı. Bu köprünün başındaki kasabaya da Cisr-i Mustafa Paşa kazası dendi.    
    
Edirne sancağına bağlı, köprülü olan bu iki kasabada, karışıklıkları önlemek amacı ile Ergene Kentinin adı Cisr-i Ergene’ye çevrildi. Ancak, halk bu değişikliği hiçbir zaman kabul etmeyerek, Uzunköprü adını benimsedi.
      
Ünlü seyyahlardan A.Dela Motraye, Avrupa, Asya ve Afrika adlı Seyahatnamesinde, 1727 yılında Cisr-i Ergene’ye gelindiğini, Türkler bu kasabaya Usun Kupru (Uzunköprü) dediklerini yazar.           

Keçecizade İzzet Molla da 1820’de Keşan sürgününden dönerken Uzunköprü’den geçer, Mihnetkeşan adlı yapıtında,
“Azimet edüb niyet üzre heman
Görüldü Uzunköprü çün ab-ı revan” der.           
Keçecizade İzzet Molla da halkın benimsediği Uzunköprü adını kullandı. 1873 yılında Uzunköprü’den demir yolu geçer. Cisr-i Ergene olduğu halde, yeni istasyon binasına “Uzunköprü” levhası asılmış ve tren tarifelerinde de Uzunköprü yazılmıştı.          

Sonuçta, 1917 yılında çıkan Devlet Salnamesinde, ilçenin resmi adı Cisr-i Ergene bırakılmış ve halkın benimsediği Uzunköprü adı kabul edilmiş oldu.

Ancak 1920 yılında Uzunköprü’yü işgal eden Yunanlılar kentin adını Makrifere’ye çevrildi. 2 yıldan fazla bu adla anıldı. 18 Kasım 1922’de kurtuluştan sonra kentimiz Uzunköprü olan özgün adına kavuştu.



Edirne – Uzunköprü


Edirne-Tayakadın-Karakasım-Elçili-Saçlımüsellim-Çakmak-Hamitli-Uzunköprü

Garmin yol bilgileri Edirne–Uzunköprü

Tur tarihi: 21 Nisan 2013
Kat edilen mesafe 59,26 km.
Ortalama hız 15,6 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 3 sa. 47 dk., dışarıda geçen süre 7 sa. 11 dk.
En yüksek sıcaklık 28 ˚C, en düşük 15 ˚C, ortalama 23,4 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 517 m, kaybı (iniş) 544 m.



22 Nisan 2013, Pazartesi / Uzunköprü - İpsala

Aynı şeyleri yaptık. 6 buçukta uyan, 7 buçukta kalk-eşyaları topla-kahvaltıya in sonra yola çık. Uyandığımızdaki bulutlu hava gitti güneş geldi J

Saat 9.15, uzunca köprünün üzerinden geçiyoruz. Bugün artık yazlıkları giydik. Yani üstümüzü hafiflettik. Ben şort giydim ama bacaklarda ısıtıcılar. Polar yelek yok ama rüzgarlığın kolları takılı. Firuzan da taytını ve uzun kollu içliğini giymedi. Çoraplar inceldi, bir de temiz malzemeleri giydik. Yani 5 gündür giydiklerimiz kirliye gitti. Daha doğrusu kirli torbasına.

Meriç’in suyu azalmış. Hiç de öyle Osmanlının köprüyü yaptığı günler de gibi akmıyor. O zaman öyle bir su varmış ki padişah ordusunu geçiremiyormuş da köprü yapılmış. Bugünse suyunu çeke çeke bir şey bırakmamışız.

Köprüyü geçer geçmez sola Meriç’e saptık. Güzel bir asfalttan kayarak gidiyoruz. Yol tatlı eğimli. Kenarındaki insanlarla ya selamlaşıyor ya da nereden/nereye sorularını cevaplıyoruz. Bu gezide gördüğümüz kadar leylek ve envaye çeşit kuş görmemiştik. Hem bölgenin özelliği, sulak, bolca yiyecek var onlara, hem de göç mevsimi olması.

Yol bazı yerlerde kaymış-eskimiş. Hemen yanından yenisini yapmışlar. Bol sulak bir bölge. Mutlaka bir yerde su birikintisi var. Mutlaka da içinde bir ve birkaç leylek. Şayet yakınlarsa havalanıyorlar. Uzaksalar kahvaltılıklarını aramaya devam ediyorlar.

İlk köyü görüyoruz: Çiftlikköy. Otelde kahvaltı etmemiş olsaydık burası çok uygun. Ama biz burasını da sonraki Yakupbey köyünü de transit geçiyoruz.  Ama sonra gelen Kavaklı köyünün girişindeki kahvede bir çay molası verdik. Firu gene çay istedi, ben değişiklik olsun diye nane ve kekik istedim. Hani şu Oralet cinsinden, suni çaylar. Saat 10.30 olmuş, bir saatlik yolculukta 15,7 km yapmışız.

Kahvede TV yayını hoparlörle dışarıya verilmiş. Ben radyo sanmıştım. Kahvecinin Kangal’ı yolda dolaşmakta. Muhteşem bir hayvan. Boynunda dikenli tasmasıyla ürkütücü. Peşinde yavru bir av köpeği, oynaşıyorlar.

Bugün için sağanak gösteriyordu ama havada eser yok. Güneşli ve sıcak. Zaten yüzümüz, ellerimiz yandı bile. Eldivenlerin izi çıktı.

Meriç’e 11 çeyrek gibi giriyoruz. 25 km geride kaldı. Öyle sıcak var ki sormayın, 23 derece. Rüzgardan ve güneşten köseleye dönmeyelim diye eczaneden  Bepanten alıyor Firu. Ben de, beni sorgulayan TC Ziraat Bankası güvenlik görevlisiyle sohbetteyim. Sonra bankada çay eşliğinde daha samimi oluyoruz. Sarıyer şubesinden gelme Ümit Bey. Aslen buralı ama. Konuşkan ve açık sözlü. Günün siyasi konuları, şubenin durumları, bisiklet, ticaret, güvenlikçi olmanın şartları, akla ne geldiyse paylaşıyoruz.

Yarım saatlik Meriç molası sonrası gene yollardayız. Biraz tırmanış var. Buraya kadar pek bir lay lay lom geldik. Ama keyifli, hani hep düz de olamaz ya dünya.

Subaşı köyünde pazara denk geldik. Minicik, o kadar küçük ki sadece yarım gün kuruluyor. Toplanmak üzere. Bir tezgahtan domates, hıyar, biber alıyoruz, azıcık, taşıyabileceğimiz kadar. Zaten sadece 2 lira tutuyor. Ama pazarcı Lütfü Bey ve hanımı, tatlı dilli ve samimi insanlar, bize bir yol öneriyorlar. Asfalttan gideceğinize Ergene nehri kenarından sedde üzerinden gidin. Nedir bu sedde, nereden gidilir, nasıl gidilir gibi sorulara verdikleri cevaptan anlıyoruz ki burası askeri bölge, izinle geçilir, yol kısalır, topraktır ama çok çok güzeldir. Heyecanlandık, hemen kafamıza tarifini yerleştirdik. 2 köy geç, köprüden sonra sağdan devam et. Aynen huduttasın.

Subaşı 33 km’deydi, 3 km sonra başka bir köy geliyor; Küplü. Bolca kahvesi var. Hangisinde dursak. Onda mı şunda mı helvacının kızında mı diye diye birinde karar kıldık. Velespitleri park edip geleneksel gazete sofrasını kurduk. Aldığımız sebzeler çaycıda yıkanıp Kırklareli’nden alınmış kaşar peyniri ve Edirne’den alınmış ekmekle servis edildi. Afiyetle yedik. Pazarcı Lütfü Bey de bize yetişip masamıza oturunca hem siyaset hem pazarcılık gibi konuları, bize pirinç tüccarı Ecevit Bey de katılınca iyicene genişletip çeltikten küspeye kadar yaydık. Çeltik fabrikada kabuğundan ayrılıp parlatılınca ortaya beyaz pirinç çıkıyor. Ama üzerindeki çok kıymetli zar ne oluyor? Onu da biracılar alıyormuş.

Esmer, kepekli, kabuklu ya da tam pirincin faydaları
Pirinç dünyada en çok tüketilen tahıldır. Çoğu zaman bebeklere önerilen ilk katı besindir. Bunun sebebi ise pirincin en az alerjen tahıl olmasıdır. Esmer pirinç 3 adet çekirdek tabakası içermekte ve beyaz pirinçten daha yüksek besin maddesi içermektedir. Antioksidan bakımından yüksek lignanlar, fotoestrojenler ve fenolik bileşimler içerir. Esmer pirinç tiyamin (B1 vit.), niyasin, fosfor, potasyum, demir, riboflavin (B2 vit.) gibi önemli besin maddelerinin yanı sıra beyaz pirinçten 5 kat daha fazla lif ihtiva eder. Tohumu E vitamini içerir ve kepeği kolesterolü azaltabilen fotokimyasallar içerir. Kalp sağğı, kanser ve Alzheimer’e karşı faydalıdır.




































































Adasarhanlı (14.10 / 40,7 km) köyünün çıkışında karakola uğrayıp geçiş izni istedik. Adımız, TC numaramız alındıktan sonra kulelere bilgi verildi. 3. kuleye kadar izin çıktı. Sonrası gümrük sahası olduğundan karışıklık yaratır diye girmememiz istendi.

Yoldaki yalaktan sularımızı tazeleyip, öyle de tatlı bir su ki, ağaçların üzerindeki şahinler, otlayan inekler, koyunlar, kuzular, uçan leylekler, rengarenk çiçekler arasından bizim dışımızda çok az kimselerin geçtiği yoldan sözü edilen köprüyü de geçip sedde üzerinden devam ettik (14.30 / 44,7 km).

Esas keyif şimdi başladı. Yol toprak, sağımız solumuz su. Çeltik tarlaları. Envaye çeşit uçan kuşlar, öten kurbağalar, çiçekler, çeşit çeşit kokular... Biri bitiyor diğeri başlıyor. Ne desem anlatamaz burasını. Bisikletin tüm keyfini yaşıyoruz: Rüzgar, güneş, hava, koku, ses, görsellik, özgürlük tüm hislerimize dokunuyor. Düşünceler içine dalıyor, yaşamın anlamını, var olmanın tadını çıkartıyoruz.

3 kuleyi de geçtikten sonra soldan, Sarıcaali köyüne girmeden devam ediyoruz (15.40 / 53,8 km). Asfalta çıkıp biraz tırmanıp sonra düzelip İpsala’ya vardık (16.30 / 62,7 km / 24,6 °C). Yoldan yaptığımız otel aramaların bazıları fos çıktı. İnternetten bulunan telefonlar yanlıştı. Kalacak yer peşindeyiz. Bir otel (Sebat) 60 lira istedi, kahvaltısız odaya. Diğer pansiyonlara ve DSİ’ye ulaşamadık telefondan.

Burada görev yapan bisikletçi arkadaşımız üsteğmen Yavuz’u arıyoruz. Pedal sesinden. Ona e-posta atmış ama ses çıkmayınca merak da etmiştim. Ama telefonu açılıyor ve çok seviniyor. Eksik haberleşmeden dolayı maalesef bugün nöbette. Ama yarın nöbet sonrası buluşacağız. Kalacak yerler öneriyor, bir de kalınmaması yer olarak Asaş diyor.

TC Ziraat Bankası müdürü Ufuk Bey bize DSİ’de bir oda ayarladı. Eksik olmasın ilgisi sayesinde gezimizin en konforlu gecelemesini yapacağız. Misafirhane merkeze 4 km uzaklıkta, yeni tadilat görmüş, yıldızlı otellere taş çıkartacak bir dekorda. Ne gerekiyorsa koymuşlar. Oda fiyatı da 49,50 (2 kişilik). Buradan tekrar teşekkürlerimizi sunarız kendisine.

Odamıza yerleşmeden önce yolun karşısında açılan Tuğra Restoran’daki yemek durumlarını kontrol ettim. Yiyebileceğimiz şeyler mevcut. Üstelik de 4 kap 6 liraya.

Banyo işini yemek sonrasına bırakarak bir aile işletmesi olan Tuğra Restoran’da karnımız doyuruyoruz. Çorba+nohut+pilav+yoğurtlu kızartma+ekmek kadayıfı. İkimize ayrı ayrı, sadece 12 lira.

Sahibi Hasan Bey ve Mediha Hanım’la da tanışıp ülke durumu, sporun katkıları, pansiyonculuk, catering işi, pavyon, talebeler, 15 milyar (eski para birimiyle gidiyordu her şey) gibi konularda fikir yürüterek yemeğimiz ve çay eşliğinde tartıştık.

Sonra tozu dumanı üzerimizden yıkayıp biraz TV, biraz BS yapıp yataklara gömüldük.
















































































Varolan rivayete göre İpsala’nın Tarihi
M.Ö 20. yy itibaren Orta Asyalı Trak’lar, Karadeniz kuzeyinden ve Tuna üzerinden gelerek İlçemize yerleşmeye başlamışlar. M.Ö 12 yy kadar ki 8 yy boyunca yeni yeni Trak boyları gelmiş Doğu Trakya’ya yerleşmiş Balkan Yarımadasının çok yeri onlarla dolmuş. Trak’lar, Balkan Yarımadasına maden devri medeniyetini getirmişler. İpsala’da yaşayan Trak’lar, Türk ulusunun Odris Buduna (kavmine) bağlı boylar (kabileler) halindeymiş Meriç havzasını orta ve aşağı bölümlerine yerleşmişler.

Pers İmparatoru 1. Daryüs (Büyükdara) M.Ö 6. yy sonralarında ilçemizin bulunduğu bu bölgeyi imparatorluğuna eklemiştir.

Trak’lar, Pers İmparatorluğunun zayıflama döneminde aralarında birleşip isyan etmişler. “Trez” adlı boy beyi başkanlığında bir Trak devleti kurmuşlar. Bu kurulan Türk Trak Devletinin başkenti Kipsela (İpsala) imiş. Başkenti Kipsela (İpsala) olan Trak boyu “Odrisler” bu bölgede yıllarca egemenlik sağlamışlar.



















Uzunköprü – İpsala


Uzunköprü-Meriç-Küplü-Adasarhanlı-Sarıcaali-İpsala

Garmin yol bilgileri Uzunköprü–İpsala

Tur tarihi: 22 Nisan 2013
Kat edilen mesafe 66,62 km.
Ortalama hız 14,6 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 4 sa. 33 dk., dışarıda geçen süre 8 sa. 17 dk.
En yüksek sıcaklık 30 ˚C, en düşük 17 ˚C, ortalama 22,4 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 554 m, kaybı (iniş) 559 m.



23 Nisan 2103, Salı / İpsala - Enez

Neşe doluyor insan. Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlu olsun.

Bu sabah çok iyi dinlenmiş olarak 7 de kalkıp 8 buçukta da selenin üzerine oturmuş pedal basmaktayız. Kahvaltıyı Paşaköy’de yapmak üzere.

Biraz ince giyinmişiz. İkimiz de üşüdük (13 °C). Belki ısınırız diye kuvvetli basıyoruz ama burada da rampa yok ki. Yol dümdüz. Sabahın serinliği halen mevcut. Çobanlar sürülerini geri getirmekteler. Bir kaç araba var, o kadar.

Isınamadım, rüzgarlığın kollarını takıyorum. Firuzan tozluklarını çantanın dibine koymuş. “Uzun iş şimdi bulmak” diyor ve sadece kolluklarını takarak durumu idare etmeye çalışıyor. Paşaköy pek uzak değil, 8 km, ilk köy.

9’da köy kahvesinde çaylar önümüzde kahvaltıdayız. Köyde bir hazırlık sürüyor. Tören 10’daymış. İnsanlar meydana doğru yürüyorlar. Etraf bayraklarla donatılmış. Karnımız kaşar-ekmek-domates-hıyar-biberle doyurup 3’er de çay içip ayrılıyoruz. Töreni bir sonraki köyde izleriz artık.

2,5 km sonra Yenikarpuzlu geliyor. Tören başlamış. Halk meydanda toplanmış. Protokol yerini almış. Gençler-öğrenciler konuşma yapmakta. Biraz izleyip arkadan dolanarak köyden ayrılıyoruz. Trakya insanı bu konuda çok duyarlı. Geçmişte çektiklerini unutmuyorlar. Cumhuriyet hepimiz için büyük kazanım. Anlayana tabii.

Meriç nehrinin suları taşmış. Etrafta çeltik tarlaları, sular altında. Tarlasını süren sürene. Yığınla traktör çalışmakta. Su pompaları suları çekmekte. Bayram olmasına rağmen durmuyorlar. Toprak bu, beklemez. Zamanında işini bitireceksin.

Ufak tefek göletlerin yanından geçip Gala Gölü’ne geliyoruz nihayet. Burası koruma altında, kuşların göç yolu üzerinde. Etrafta o kadar çok kuş var ki, cins cins, renk renk, boy boy. Yanlarına asla yaklaşamıyorsun. Bisikletin sessizliği bile yetmiyor. Hemen havalanıyorlar. Dura dura, baka baka gölün yanından geçiyoruz. Büyük bir heyecan, dürbünle pelikanların yüzüşünü izledik. Büyük bir sürü, gölün üzerinde kayıyor.

Bu yolun en heyecan verici bölümü. Tahmin ediyordum burada çok zaman geçireceğimizi. O nedenle uzak olmayan bir hedef belirledik. Enez sadece 40 km. O nedenle acelemiz yok. Rahatça izleyebiliriz kuşları.

Bu yolda hiç rüzgar yok. Arada geçen arabalar olmasa tam bir sessizlik hakim.

Göl sonrası biraz tırmandık. Ama yorucu değil. Asfalt 1. sınıf. Yeni döşenmiş, yağ gibi kayıyoruz. Arada bir hızlı şoförler geçmekte. Düşündüm de, hiç bir şeyin farkına varmadan geçip gidiyorlar. Ne kuşlar, ne hava, ne koku alıyorlar.































































Gala Gölü
Sulak saha, göl ve orman ekosistemlerini ve bu ekosistemlerde barınan çeşitli canlı türlerini ihtiva etmesi, 111 kuş türünün varlığı, nesli tehlikeye düşmüş veya nadir türleri, özellikle tepeli pelikan (Pelecanus crispus) bayağı aynak (Plegads falcinellus) ve küçük karabatak (Phalac rocorox pygmeus) gibi nesli son derece azalmış türleri barındırması kaynak değerlerini oluşturmaktadır. Gala Gölü Millî Parkı'nın sınırları içerisinde yer almaktadır. Gala ve Pamuklu göllerini kapsayan alan 5 Mart 2005 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanan 2005/8547 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla "Gala Gölü Milli Parkı" olarak belirlenmiştir.
Kaynak Vikipedi
















































































































Çok geçmeden Enez ‘e girdik (12.35 / 20,6 °C). 39 km gösterdi saat. İlçenin merkezine girip şöyle bir etrafı kolaçan edip kale duvarına ve kazı bölgesini geziyoruz. Zamanın önemli bir liman kenti. Çok el değiştirmiş. Kısaca tarihini okursak:

Enez, Kuzey Ege sahilinde Trakya’nın en önemli akarsuyu olan Meriç Nehrinin denize döküldüğü yerde günümüzden yaklaşık 7500 yıl önce küçük bir köy topluluğu biçiminde kurulmuştur. Kültürlerinden Anadolu kökenli oldukları anlaşılan bu topluluk, kendi kültürlerini yerel kültürler ile birleştirerek kendilerine özgü bir yaşam biçimini geliştirmişlerdir. Ayrıca bu topluluğun Anadolu kültürünü Balkanlara taşınmasında öncülük ettiği anlaşılmıştır.

Eski çağda Ainos adını taşıyan Enez’de, önceleri Trak kabilelerinin birleşmeleri ile Poltyobria adını alan bir şehir devletinin kurulduğu Antik çağ yazarları tarafından bahsedilmektedir. Ancak bu verimli ovada yurtlamak isteyen Kuzey Batı Anadolu bölgesinde yerleşmiş bulunan Aioller bu kenti ele geçirerek Ainos adını vermişler, bu günkü Enez’i kurmuş ve bağımsız bir devlet durumuna getirmişlerdir.      

Enez Eski Çağda Taşoz Boğazından, Çanakkale Boğazına kadar olan Kuzey Ege kıyılarında korunmuş tek liman olduğundan bu bölge şehirleri arasında büyük bir önem taşıyordu. Ayrıca Meriç Nehri Enez’i zengin Trakya hinterlandına bağlamaktaydı. Bu doğal su yolu sayesinde Karadeniz’e ulaşmak mümkün olmuştur. Bundan dolayı ticaret merkezi durumuna gelen Enez Antik Çağda sanatı ve zenginliği ile üne kavuşmuştur.

Enez M.Ö.VI. yüzyılın sonlarında Perslerin, daha sonra Büyük İskender’in ve Romalıların hakimiyetine girmiştir. Bizanslılar zamanında Enez, İmroz ve Semendirek adalarını içine alan bir Prensiik merkezi idi. Bizans’ın sonlarında Cenovalılar şehre hakim oldular.      

Enez 1456 yılında Fatih Sultan Mehmet’in komutanı Has Yunus Bey tarafından deniz ve karadan kuşatılmak suretiyle zapt edilmiş ve Osmanlı Devletine katılmıştır. 19.yy’da önemini kaybetmeye  başlayan Enez 1953 yılına kadar bucak olarak kalmış, 1953 yılında 6068 sayılı Kanunla ilçe olmuştur.
































































Girişte Ege Otel vardı (0284-811 6086). Kamp kuracak yer bulmazsak orası olabilirdi. Fiyatını sormadım ama. Fakat vatandaştan öğrendiğimize göre 7-8 km ileride Altınkum plajında belediyenin kamp alanı varmış. WC ve su da mevcutmuş. Kulağa pek hoş geliyor. Bir bakalım duruma diyoruz. Ama daha erken, bir şeyler atıştıralım diye Gençlik Parkı’ndaki çaycıya yerleşiyoruz. Saat daha 1 buçuk. Hava artık ısındı, 23,4 dereceyi gösteriyor. Ama puslu.

Gazete okumadık epeydir. Biraz ona takılıp sonra yola çıkıyoruz. Bir göl kenarından geçip buranın tatil sitelerinin olduğu bölgeye geldik. Epey yarı bitmiş inşaatlar. Bunlar dolarsa burası da biter herhalde.

Limanı var, fazla büyük olmasa da iş görür. Sonra plaja doğru devam ediyoruz. Uzun bir kumsalı var, 4 km imiş.. Deniz için ideal. Yazın herhalde doluyordur. İstanbul ve Trakya üniversitelerinin yerleşkeleri var. Bu mevsimde boştular.

Altınkum bir hayalet kasaba gibi. Terk edilmiş. Her şey sarıp sarmalanmış yazı bekliyor. Dükkanlar boş, sokaklar boş, evler boş. Köpekler dolaşıyor. Hazırlık yapan birkaç kişi ortalıkta dolanıyor.

Nerede yeriz diye bakınırken küçük bir tezgâh sahibinin bize menemen yapabileceğini öğrenmek Enez’e dönme gereksinimizi ortadan kaldırıyor.

Kamp alanı biraz pejmürde. Millet karavanını bırakmış gitmiş. Derme çatma barakalar ve çadırlar. Sanki herkes yerini korumaya çalışıyor. Kimi de telle çevirmiş. Başkası kapmasın diye.

Kendimize bir yer belirleyip menemen için hayalet kasabaya dönüyoruz. 6 yumurtalı menemen+2 ayran+1 büyük su=12 liraya çıkıyoruz. Peynirli börek de ikramı.

6’ya geliyordu kamp yerine döndüğümüzde. Çadırımızı kurduk. Geldiğimizde piknik yapan gençler, maalesef  34 plakalı, gitmişler ve pisliklerini bırakmışlar. Olduğu gibi duruyor. Bu kadar görgüsüzlük herhalde ancak İstanbulluda olur. Buralı tekrar geleceği yeri pisleyip gitmez. Bu kendini bilmezlerin işi.

Güneş hafiften alçalmakta. Çadırımız hazır. Yan tarafa birileri geldi. Umarım alemci değillerdir de kafa ütülemezler.














































































































İpsala – Enez


İpsala-Paşaköy-Yenikarpuzlu-Enez-Altınkum

Garmin yol bilgileri İpsala–Enez

Tur tarihi: 23 Nisan 2013
Kat edilen mesafe 60,31 km.
Ortalama hız 12,5 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 4 sa. 49 dk., dışarıda geçen süre 9 sa. 22 dk.
En yüksek sıcaklık 25 ˚C, en düşük 14 ˚C, ortalama 20 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 267 m, kaybı (iniş) 279 m.



24 Nisan 2103, Çarşamba / Enez - Keşan

Akşam çadır olayı biraz tedirgin edici oldu. Tilki uykusu uyuduk. Sürekli etraftaki sesler adamın kafasında 1001 soru doğuruyor.

Mangalcılar nihayet 10’da gittiler. Ohh dedik. Müzik falan susunca etrafı dinler olduk. 

Köpekler merakla gelip çadırı kokluyorlar. Bunun ne olduğunu anlayana kadar kafadan neler geçmedi ki. Bir ara bisikletlere bağladığımız güvenlik ipine basıp çadırı oynattılar. Biri sandık ama gereksiz telaşlanmışız. Herhalde çantadaki peynirleri kokluyorlar. Dolunaya az var, o nedenle çadıra ayın ışığı giriyor. Ağaçların gölgesi farklı leke oyunları sergilemekte. Değişik öten kuşlar. Belki de baykuş, düzenli aralıklarla sinyal yollamakta. Biraz dalıyorum, birden Firuzan’ı dikilmiş görüyorum. Gene başka sesler geliyor dışarıdan. Sonra sabaha yakın, ama kaçtı bilemiyorum, ineklerin boyunlarındaki çanların sesi gelmeye başladı. Haydaaa..., bu hayvanlar başı boş dolaşırlar da çadıra gelirler mi? O nedenle mi millet çadırını telle çevirmiş. Ve kurbağaların senfonisi hiç susmadı. Tüm gece hünerlerini gösterip bestelerini dinlettiler bize. Ama sabah olunca akşamın keyfi daha iyi anlaşılıyor.

Dökük bir WC vardı. İhtiyacı orada giderdim. Neyse ki suyu akıyordu. Toparlandık, birkaç foto çekip çıkışımız 9.30’u buldu.

Etrafta bolca büyükbaş hayvan otlatılıyor. Küçükbaşı da var. Oldukça zengin. Çobanlarla selamlaşıp, köpeklerle konuşarak 7-8 km ötedeki Yenice köyüne kahvaltı için girdik (10.15 / 10 km / 23 °C).

Malum senaryo. Selamlaşmalar, açıklayıcı bilginin verilmesi, gazetenin masaya serilip yanımızdakilerin yenilmesi. Tazele çayları tazele durumları.

Ekmek kıtır kıtırdı, beyaz ekmek nadiren yeriz ama bu sefer yarısını bitirdik. Çaycı tatlı bir insan. Sakin birine benziyor. Meraklı sorularını yanıtlıyoruz. Lastiklerin patlamazlığı, km saati, GPS, uzun yol, sahildeki kamp, sürüler...

Suları da tazeleyip Keşan yoluna vurduk kendimizi (10.50). 55 km var önümüzde. Fazla değil. Deniz seviyesinden 140 m gibi yükseleceğiz. O da fazla değil. Hava bugün ısındı. Eski giydiklerimizi terk ettik. Bacaklar açıldı. Kollar çıkarıldı. Yağlar sürüldü, ama kızardık. Akşam belli olacak halimiz.

Önce Çavuşköy sonra 18,5 km’de Büyükevren köyü geliyor. Benzincide lastiklerin havasını tamamlayayım istiyorum. Sert lastik tercihim. Sordum da benzinciye, “çalışıyor abi” dedi. Ama çalışmadı. Bozuk pompası, mevcut havayı da indirdi. Yakındaki lastikçiye kadar itip şişirttim.

Öğlen olmakta. 27,5 km’de Hasköy’ü geçiyoruz. Saat yarıma geliyor. Sıcaklık 29,6 derece olarak görünüyor. Çelebi’den sonra yol düz, eğimsiz devam ediyor. Öğlen 1’i geçe bir mola verelim, biraz da rahatlayalım diye yol üstündeki kahveye yerleşiyoruz. Barağı köyü burası (38,9 km). Biraz dinlenme ve etrafı izleme. Köylüler toplanmışlar bir masanın etrafın harıl harıl iş bitiriyorlar. Alım satım, tarlanın sürülmesi....

Köylerin kahveleri çok renkli. Cepten iş bitirenler, yaşlılar, kağıt oynayanlar, bizi merak edenler... “Büyük saçlısı kız”, Firuzan’ı kastediyorlar.

1 buçuk olmuş ve tekrar bisiklet üzerindeyiz. Yol Yenice’den sonra dalgalı bir çıkışla yükseldi. Çıktık, çıktık sonra indik, düz devam ettik, sonra biraz daha tırmandık. Hareketli, sıkmayan bir yol. Yokuş aşağı hızınla neredeyse rampanın yarısını çıkıyorsun, sonra bacaklara kuvvet. Biraz damperli trafiği vardı. Tabii araba da. Hele 34 plakalılar en hızlıları.

2 buçuk gibi Kılıçköy’de bir mola daha verdik (53,5 km). Keşan artık görünmüştü. 

Zamanımız boldu. Güneşin altında oturulmuyor bile. Ayran yok, limonlu soda ile biraz susuzluğumuzu dindirmeye çalıştık. Sonra çaylarla da peynir ve kalan ekmeği yedik. 












































































































15.50, Keşan’a girişimiz. 62,5 km tuttu bugünkü yolumuz. Şimdi sırada otel bulmak kaldı. Birilerine sorup bilgi alıyoruz.  Merkeze doğru ilerleyerek Keşan’ın mahallelerinden geçip birkaç otelin yan yana olduğu meydanda Ürek Otel’e karar kıldık. 2 kişi 80 TL, OK. (daha pahalı, yıldızlı-butik oteller de var: Prestige, Çetin) Bisikletleri lobide bir yere bırakıp odada ilk işimiz suyun altına girmek oldu. Sonra ayakları dikmek, sonra da yemeğe gitmek. Küçük ilçemizde bir tur atıp Göktaş Restoran’da yoğurtlu ıspanak+taze fasulye+kuru+bulgur+yoğurt+1,5 tatlı (sütlaç+kemalpaşa)=30 lira ödedik.  Çaylar müesseseden. Sonra önümüzdeki günler için meyve, peynir, ekmek, kuruyemiş ihtiyacımızı tamamlayıp gazetelerimizi Atatürk Meydanı’nda birer sade kahveyle (2x2 TL) okuduk.






























Keşan adının kökeni
Salakoğlu fethedildikten sonra, buraya Anadolu'dan göçmen getirtip yerleştirildi. "Gacal" tabir edilen eski yerlilerin bunların torunları olduğu söylenir. Trakya'nın güneyine yoğun olarak yerleştirilen bu yörüklere "Topkeşan" yörükleri deniliyordu. İsim zamanla kısaltıldı ve Keşan olarak kullanılmaya başlandı. Bir başka söylenceye göre ise kirişlerinin çokluğu ile dikkati çeken bir han vardı. Keşan adı "Kırkkirişhan" adından bozmadır.

Keşan'ın ismi ile ilgili bir başka söylence de, bugünkü eski mezbahanın bulunduğu yerde çok eskiden bulunan, kervanların dinlenme yeriyle ilgilidir. Burada atlar dinlendirme amaçlı kaşandırılır, yani araba ve koşumlarından sökülüp dinlendirilirmiş. Kaşandırmak yani dinlendirmek deyimine dayanılarak Keşan'ın adı bir müddet Kaşan olarak da kullanılmış.

Anadolu'da halk arasında işlevi "çekmek" türünden değişik nesnelere de bu ismin verildiği görülür. Bazı yörelerde atların deri koşumlarına "kaşan" denmektedir.

Keşan adı ile bir şehir de İran'da vardır. İran'ın İsfahan bölgesinde yer alan Keşan şehrine İran'da Kaşan denilir. İran'a Orta Asya'dan göç etmiş olan Türkmen toplulukları daha sonra Trakya bölgesine gelip buraya da bu adı vermiş olabilirler. 16. yüzyıl öncesi tarihi değişimler bunu destekler niteliktedir.

İlçenin antik çağdaki adı birçok kaynakta geçtiği gibi, "Zerlanis"tir. Bölgeye MÖ 30. yüzyıldan itibaren gelmeye başlayan Luviler'in bu ismi verdikleri kaynaklardan anlaşılmaktadır. Bu isim Roma döneminde de kullanılmıştır.

Keşan adının kökeninin Keşişlihan hatta Farsçada "çekenler" anlamına gelen "keş'an" olduğu da söylenegelmektedir.

Qashan İdil Bulgarlarına ait tarihi bir şehirdir. Bu isimden dolayı adının Keşan olması da düşünülebilir.
Kaynak Vikipedi


















Enez - Keşan


Altınkum-Yenice-Büyükevren-Barağı-Kılıçköy-Keşan

Garmin yol bilgileri Enez-Keşan

Tur tarihi: 24 Nisan 2013
Kat edilen mesafe 63,96 km.
Ortalama hız 14,2 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 4 sa. 30 dk., dışarıda geçen süre 6 sa. 53 dk.
En yüksek sıcaklık 32 ˚C, en düşük 14 ˚C, ortalama 25,5 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 671 m, kaybı (iniş) 546 m.



25 Nisan 2013, Perşembe / Keşan - Gelibolu

Kahvaltıyı otelde aldık. Fazla oyalanmadan çıkmamız gene de 9’u buldu. Sıcak bir gün olacağa benziyor. Keşan’ın içinden, girdiğimiz yoldan çıkıp Çanakkale-Eceabat-Gelibolu yönüne saptık. 

Yol geniş, sağda güvenlik şeridi var, rahat gidiyorsun. Keşan çıkışı bir iniş ama MapMyRide’dan baktığım ve bildiğimden bir tırmanış gelecek önümüze, 12 km ve 250 m gibi yükseleceğiz.

Mataralarımız boş, bir yerden su doldurmamız lazım. Benzinciye girip soruyorum, belki bize sebillerinden verirler diye ama benzinci anlamıyor, satılık suyu gösteriyor, o da bize uymuyor. Çalışan diğeri ilerideki bir çeşmeyi söylüyor. Köprünün altında su akan boru varmış. Bu da iyi, hiç yoktan.

Bir yere geldik, köprü gibi ama burada boru nerede olabilir? Orası burası mı? Pek de doğru yerdeymişiz gibi görünmüyor. Geçen birine soruyor ve doğru yerde olduğumuzu öğrenip boruyu görüyor ve sularımızı dolduruyoruz.

Haydi pedallara kuvvet yola devam. Ve beklenen çıkış nihayet karşımızda. Yavaş yavaş yükselmekteyiz. Güvenlik şeridi tırmanışı rahatlatıyor. Bölge çok güzel, ormanlık. Hava tertemiz, çam kokusu ortalığı sarmış. Yolu da duble yapmışlar. Bazı bölümlerinde çalışma var, o nedenle teke inse de sağdaki geniş güvenlik hep var. 12 km bitince Saroz sağınızda. 235 m olarak gösteriyor Garmin yüksekliği. 22,3 km yol ve 28,4 °C sıcaklık.

Manzara göz alıcı. Orman ve arkasında deniz. Başka bir güzellik. Bir kaç kare çekip kendimizi yer çekimine bırakıyoruz. Çıkmak ne de uzun sürüyorsa inmek o denli kısa.

Sonrasında yol inişli çıkışlı, fazla kasmadan devam ediyor. Tek sıkıntı bu yolda hiç köy yok. Yani kahve falan yok. Bir iki benzincide marketler var. O da soda falan içmek için uygun.

Çeşme de yok bu yolda, köy olmayınca. Köyler hep içeride. Bir kaç km girip çıkmak işimize gelmedi. Askeri kışlanın karşısında bir çeşme var. Su takviyesi yapıp yola devam.

Biraz bunaldık kahvesiz. Duracak yer olup mola vermek iyi oluyordu. Böyle bakınırken tepede bir yerde kamyoncuların durduğu bir lokanta, ‘Balıkçının Yeri’. Balık pişiriyormuş. Sonra Koruköy olduğunu öğrendik buranın.

Mola verip çay eşliğinde yanımızdaki peynir ekmeği yiyoruz. 6 çay 3,75 diyor. Çay kaç para sizce?
































































































































































Sonunda 65 km’lik Gelibolu etabını da bitirip ilçeye giriyoruz. Çok güzel bir yere benziyor. Bir otele oda sorduk (Gelibolu Butik Otel), 200 lira bize çok fazla geldi. Bir mola vermek ve kahve içmek için çay bahçesine oturup etrafı kesiyoruz.

2 kahveye 4 lira ödeyip ayrılırken Firuzan’ı 2 kişiyle konuşurken görüyorum. Bisikletçiler, Muğla’dan gelmişler ve Edirne’ye gidecekler. Hemen ayak üstü tanışıyor-dost oluyoruz. Rotalar paylaşılıyor. Derken bize evlerinde kalabileceğimizi teklif ediyorlar. Değişiklik olsun bu sefer dedik ve kabul ettik.

Önce akşam için yiyecek bir şeyler aldık. Sonra evde elbirliğiyle pişirdik ve afiyetle yedik. Bol bol bisiklet konuştuk, bilgi paylaştık Tuğba, Veli ve Halil’le. Tuba ve Veli Muğla Üniversitesi’nde okuyorlar. Halil inşaat mühendisi ve Çanakkale’de oturuyor, Gelibolulu ve Permakültür’le ilgili. Onun evinde kalıyoruz. Buradan tekrar bu davete teşekkür ederiz.

Bu üç genç beni etkiledi. Kendilerine olan güvenleri, bisiklet sevgileri, çevre duyarlılıkları, doğa tutkuları, geleceğe ilişkin ufukları-görüşleri çok hoşuma gitti.

Akşam biraz Gelibolu’nun sahilinde fenere kadar yürüyüp eve döndük. Ve bisiklet konuşmaya devam ettik.





























Gelibolu adı nereden gelmekte
Kentin hangi yüzyılda ve kimler tarafından kurulduğu bilinmemektedir. Ancak Troya kenti kadar eski olduğu varsayılmaktadır. Önceleri Critote olan kentin adı, Yunan koloni hareketi sırasında 'Güzel şehir' anlamındaki Kallipolis olarak değiştirilmiştir. Bir diğer ihtimal de kentin adının bir galat yerleşimi olması nedeni ile Galliopolis isminden geldiğidir.
Günümüzde Fransa, Belçika, İsviçre ve Ren kıyılarını içine alan bölgeyi ele geçirmiş ve Romalılar tarafından bu bölgeye Galya, halkına da Galatlar adı verilmiştir.
Galatlar olarak adlandırılan bu savaşçı halk MÖ 281 yıllarında Trakya Krallığı'nın içinde bulunduğu bocalama döneminde Balkanlara, Çanakkale ve İstanbul boğazları üzerinden de Anadolu'ya geçmişlerdir. MÖ 278 yılında Anadolu'da Sakarya ve Kızılırmak havzasını kapsayan bölgeye de 'Galatia' adı verilmiştir.
Ancak, kentin adının Galatlardan çok Yunanca "Güzel şehir" anlamına gelen Kallipolis'ten geldiği söylenmektedir. Osmanlı döneminde de bu isim Türk diline uydurularak Gelibolu olarak değiştirilmiştir.
Kaynak Vikipedi

















































Permakültür; sürdürülebilir tarım, ya da permakültür (Latince perm: sürmek, devam etmek, kültür: tarım), doğadaki insan yerleşimlerini, doğal ekosistemlerden örneklenen ziraat uygulamaları ve sürdürülebilirlik görüşüne göre uygulayan bir ekolojik tasarım anlayışıdır.

Bill Mollison'a göre tasarımın ilkeleri
Yeryüzüne özen gösterme; bütün yaşam sistemlerinin, canlı cansız bütün varlıkların devamı ve çoğalması için gerekli koşulları sağlama.

İnsanlara özen gösterme; insanların gıda, barınak, eğitim, tatmin edici iş ve keyifli insan ilişkilerine sahip olarak sağlıklı bir şekilde var olmaları için gerekli kaynaklara ulaşmalarını sağlama.

Nüfus ve tüketime sınır getirme; ihtiyaçların kontrol altına alarak yukarıdaki ilkeleri desteklemek için kaynaklar temin edilebilir Zaman, para veya enerji cinsinden olabilecek bu kaynaklar birinci ve ikinci ilkelerin gerçekleştirilmesinde kullanılabilir.
Kaynak Vikipedi




















Keşan - Gelibolu


Keşan-Korudağ-Koruköy-Gelibolu

Garmin yol bilgileri Keşan-Gelibolu

Tur tarihi: 25 Nisan 2013
Kat edilen mesafe 71,12 km.
Ortalama hız 15,4 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 4 sa. 36 dk., dışarıda geçen süre 8 sa. 13 dk.
En yüksek sıcaklık 30 ˚C, en düşük 19 ˚C, ortalama 25,2 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 753 m, kaybı (iniş) 867 m.


Gezinin devamı Gelibolu-Bandırma, başı İstanbul-Edirne