1 Eylül 2010

[bisikletle]Türkiye: Iğdır - Aralık - Yenidoğan - Iğdır


3 Ağustos 2010, Salı / Iğdır - Aralık

DSİ’nin bahçesinde büyük bir ahşap masada güneşin ışıkları altında kahvaltımızı saat 7’de yaptık. Erkenden uyanmıştık bugün, 6 gibi. Kahvaltı soframızı karpuz, peynir, domates, zeytin ve ekmekle donattık. Çayımız maalesef yoktu çünkü daha kimseler kalkmamıştı.

Aralık’a gideceğiz bugün. 40 km kadar uzakta. Nahcivan sınır yolu üzerinde. Ermenistan’a komşu bir ilçemiz.

Gün fazla ısınmadan ayrılıyoruz DSİ’den, 7:40’da. Ama Hasan Bey’e bir kaç gün sonra döneceğimizi söyleyerek. Çünkü dönüşümüz gene Kars’tan trenle olacak. Zaten Iğdır’ı da tam gezemedik.

Yolumuz Doğu Beyazıt yönüne doğru gider gibi yapıp ilk kavşaktan sola Nahcivan sınır kapısına doğru sapıyor. Iğdır’ın küçük sanayisinin bulunduğu bölgeden geçip Soykırım Anıtı’nın bulunduğu göbekten sağa saparak sürüyor. Anıtın hemen yanına Nuh’un Gemisi’ni de koymuşlar. Birer foto alıp devam ediyoruz.

Yolumuz düz, hatta dümdüz. Sağda solda kavun karpuz tezgahları var. “Iğdırlı Turizm”in otobüs terminalinin önünden geçiyoruz.

Asfalt, hani şu soğuk asfalt denilen cinsten. Yani kaba. Bisiklet için pek de keyifli değil. Sürekli bir tıkırtı var. Her neyse diyerek devam ediyoruz pedallamaya. Rüzgar da karşıdan esiyor. İç açıcı durumlar değil.

Güneş yavaş yavaş tepemizde kendini hissettiriyor. Artık yol üzerinde mola verecek yerler de yok. Umutla bakınıyoruz ama nafile.

Yanımızdan ve karşıdan Nahcivan plakalı otobüsler, arabalar geçip duruyor. Otobüsler bizim 70’li yılların modellerinden. Arabalar da genelde Rus markalar veya eski Mercedes’ler. Anlaşılan ciddi bir ziyaret var komşudan. Iğdırlı vatandaşlar da yollarda, tarım aletleri bisikletlere yüklenmiş. Kiminde tırpan, kiminde kürek...

Yol uzadıkça uzadı. Bitmedi bir türlü. Başta sanmıştım ki dümdüz yol iyidir. Ama anladım ki çok sıkıcı. Devamlı pedal çevirmek zorundasın. Hani şöyle bir dinleneyim diyerek bıraktın mı derhal yavaşlıyorsun. Halbuki iniş çıkış olsa, böyle düşünmezsin.

Zaman zaman köylerin yakınından veya sapaklarından geçerek nihayet Aralık levhasını görüyoruz (10:40). Sağdan devam etsek Dilucu gümrük kapısına gideceğiz, sadece 37 km. Ama biz soldan, uzunca bir yoldan Aralık’a giriyoruz. 46 km yol yapmışız.

 






Karşımıza ilk belediye binası çıkıyor. Sonra kaymakamlık, derken küçük bir çarşısı ve bolca çayevi. Etraf da bisiklet dolu. Gözümüze kestirdiğimiz bir çayhaneye oturuyoruz. Saatler 11:10’u gösteriyor. Susadık ve acayip çay istiyor canımız. Bir-iki-üç derken 11 tane içiyoruz. Öyle lezzetli geldi ki, doyamadık. Bir de limonla servis ediyorlar. Ama artık Şark Çiftliği’ne gidelim, Haydar Bey’i bekletmeyelim diye ayrılıyoruz ilçeden (12:00).

Aldığımız tarif üzerine çıkışa yakın bir yerden sağa saparak köy yollarına giriyoruz. Biraz karışık olsa da önce yanlış sapıp sonra düzeltip ama en sonunda gereksiz uzattığımızı öğrenerek ara yollardan çeltik tarlalarının yanından Ortalar mahallesini bulmaya çalışıyoruz.


Telefonumuz çalıyor. Haydar Bey bizi merak etmiş. Neredesiniz diye soruyor. Bizimle tanışmak isteyen Iğdır Emniyet Müdürü de çiftlikte yemekteymiş. Anlaşılıyor ki aslında çok daha kısa bir yol varmış ama biz içerden gidene girmişiz. Neyse, ne edelim, çiftlikten gönderilen motosikletliyi izleyerek sonunda varıyoruz (13:15).

Çiftlik girişinde bizi Haydar Bey karşılıyor. Hatip Bey ve Ziraat Bankası Aralık Şube Müdürü olduğunu öğrendiğimiz bir beyle sofradalar. Emniyet Müdürü daha fazla bekleyemediğinden ayrılmış. Hemen yemeğe buyur ediliyoruz. Yoğurt çorbası, bulgur pilavı ve haşlanmış patates öyle iyi geldi ki, anlatamam. Bu lezzetleri hazırlayan kız kardeşi Bilgi Hanım ile tanışıyoruz. Karpuz da tarladanmış, bal mı bal.

Haydar Bey bize bu bölgede başlattığı projesini anlatıyor. Uzun yıllar toprak ekilip biçilmediğinden tuzla kaplanmış. Şimdi geliştirdikleri proje kapsamımda 2 m derinlikte kazılmış drenaj kanalları sayesinde toprağı bol su ile yıkayıp tuzdan arındırmaya, böylecene tarım arazisi olarak kazanmaya çalışıyorlar. Bunun için de çeltik ekilmiş her yere. Ve burada asırlar önce yetiştirilen Iğdır kayısısına yeniden hayat vermiş. Ciddi de başarı elde etmişler.

Bu konuyla ilgili hazırlanmış bir video var, izleyebilirsiniz: Arazi ıslahı


Aralık, 14 Kasım 1920’de Rus işgalinden kurtarılmış olup, 1 Nisan 1960 tarihine kadar Iğdır ilçesinin “Başköy” adı ile bucak merkezlerinden birini oluşturmakta iken, bu tarihte “ilçe” yönetim birimi durumuna getirilerek Kars iline bağlanmıştır.



Aralık ilçesi; Iğdır ilinin ve aynı zamanda da ülkemizin en doğu uç noktasını teşkil eder. Türkiye’nin üç ülkeyle komşu ve müşterek sınırlarının bulunduğu tek kavşak noktası durumundadır. İlçenin doğusunda 49 km’lik sınırı ile İran yer almaktadır. Kuzeyinde 10 km’lik sınırı ile Azerbaycan’a bağlı Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti ile 56 km’lik sınırı ile Ermenistan bulunmaktadır. Batısında Iğdır ili, güneyinde de Büyük ve Küçük Ağrı Dağları ile Doğubeyazıt ilçesi yer almaktadır.
 Deniz seviyesinden yüksekliği 825 metredir.

Merkez ilçe belediyesi haricinde belediye teşkilatı bulunmayan ilçenin 22 köyü bulunmakta olup, ilçe merkezi ve köylerde yerleşim genel olarak topludur. Konutlar, genellikle kerpiç ve toprak damlı yapılardan oluşmaktadır. Köylerin bir kısmı nisan ve mayıs aylarında yaylalara çıkmakta ve eylül ayının sonlarına doğru dönmektedirler.




 

 


 


Şark Çiftliği’nin verandasında oturup aile ve yakınlarıyla çay-bisküvi eşliğinde sohbet ediyoruz. Biz onları dinliyoruz, onlar da bizi. Herkesin anlatacağı şeyler var. Daha sonra Haydar Bey bizi çevreyi tanıtmaya, yapılanları göstermeye götürüyor. Kendisi motorla önden, biz de bisikletlerle arkasından. Bu arada saat de 5’i geçmiş. Yol üzerindeki bostandan kopardığımız domates ve hıyarların tadı nefisti; her şey organik.

Çeltik tarlalarına ulaşıyoruz. Ermenistan sınırı hemen yanımızda. Aramızda bir tek su akıyor. Ama buraları feci sivri dolu. İnanılmaz miktarda. Süratle uzaklaşıyoruz ama fayda etmiyor. Saçımıza başımıza isabet edenler yetiyor da artıyor. Her yerimizi sokuyorlar. Bir de bunların cinsleri daha önce gördüklerimize hiç benzemiyor. Açık renkli, şeffaf gibi.

Çiftliğe döndüğümüzde oramıza buramıza “Kov” denilen ilaçtan sürüp korunmaya çalışıyoruz ama bu meretler herhalde savunma geliştirmişler ki sonuç vermiyor. Her yerimiz kabarıyor.

Saat 7’de akşam yemeği için aileyle birlikte yerdeki sininin etrafına oturuyoruz. Hayli kalabalığız. Birçok el yemeklere uzanıyor. Sofra zengin: domates, peynir, hıyar, Vakfıkebir ekmeği, taze süt, çay, karpuz, kavun... İştahımıza da diyecek yok. Sanki kıtlıktan çıktık. Bisikletçiyi doyurmak kolay olmasa gerek :) Anlamışlardır herhalde!

Gece gene hoş sohbetlerle sürüyor. Sonunda yatma vakti geldiğinde (22:30), yandaki odada hazırlanmış yataklara giriyor ve uzun bir günün yorgunluğunu atmak için gözlerimizi kapıyoruz.

“Şark Çiftliği bir arı kovanı gibi: süt sağanlar, ondan peynir ve yoğurt yapanlar, hayvanları yemleyenler, çeltik tarlalarını sulamak için mobilete atlayıp kanal vanalarını açanlar, yemek hazırlayanlar, sofra kuranlar ve kaldıranlar... Ve kafanızı kaldırdığınızda karşınızda zirvesi bulutlarla içerisinde Ağrı Dağı ve Küçük Ağrı.”



Haydar Alagöz’ün ilginç öyküsü... Birinci Dünya Savaşı ve sonrasındaki çalkantılardan ötürü, Alagöz ailesinin toprakları hazine tarafından devletleştirildi. Uzun bir hukuki uğraştan sonra topraklarına kavuşan aile, yeniden buğday ve fasulye yetiştirmeye başladı. Bu üretim genç Haydar’ı tatmin etmedi. 1981 yılında mezun olduktan sonra babasının yanında çiftçiliğe başladığında, çocukluğunda yemiş olduğu yerel kayısıların eşsiz lezzetini hatırladı. Bu asırlık kayısı ağaçları 60-70’li yıllarda, maalesef yakıt için kesilmiş ve yerlerine daha ticari nitelikteki kayısı türleri dikilmişti. Yörede yetişen kayısı türü, Malatya kayısısından çok daha büyük, sulu ve ince kokulu olduğundan, yetiştiği yöreden dışarı sevk edilememekte, dolayısıyla da ticari bir meta olarak ancak kısıtlı bir çevrede satılabilmekteydi.

Haydar Alagöz, babasıyla kayısı yetiştirip aşılama işlemini öğrenmeye azmetti. 1990’lı yılların başlarında dikmiş oldukları fidanlar, ilk meyvelerini vermeye başladığında PKK’nın saldırıları nedeniyle ailece Iğdır kentine taşınmak zorunda kaldılar ve ancak 1999 yılında topraklarına geri dönebildiler. Şu an için 44 dönüm aşılı kayısı bağı bulunan Alagöz ailesi, yıl sonu itibariyle, dikime hazır üç çeşit yerel kayısı fidanından toplam 2 bin adet fidan üretebilmeyi başarmış durumda.

2002 Slow Food Ödülü kayısının. Dünya geneline yayılı 50 bin üyesiyle faaliyet gösteren Slow Food teşkilatının Slow Food yarışmasına bu yıl ülkemizden yöresel nadir bir kayısı türü ile katıldık. Yarışmada yetiştirdiği kayısı ile finale kalan Iğdırlı Haydar Alagöz, bu yerel ürünün kurtarılması yönündeki çalışmalarından ötürü altın madalya ile ödüllendirildi.
Daha fazla bilgi için: turizmdebusabah


 




Iğdır - Aralık
Uzaklık: 72,1 km
Süre: 4 h 27'
Ortalama hız: 15,7 km/h
Rakım: 812 – 868 m
Hava sıcaklığı: 24 – 41 °C

Garmin yol bilgileri için: Iğdır-Aralık


4 Ağustos 2010, Çarşamba / Aralık - Yenidoğan

Sabah erken uyanıyorum (5:00). Biraz etrafı görmek için yataktan çıkıp büyük baş hayvanların olduğu ahırlara gidiyorum. Çiftlik hayatı başlamış bile. Hayvanlar sağılıyor ve güdülmek üzere hazırlanıyorlar. Birazdan koca sürü çitlerden çıkıp otlaklara doğru toz duman içinde yol alıyorlar. Ben de odaya dönüp Firuzan’a bakmaya gidiyorum. O da uyanmış dişlerini fırçalıyor. Yavaş yavaş ev halkı da toplanıyor, kahvaltı için.

Bugün belediye başkanına uğramak sonra da Ahura, şimdiki adıyla Yenidoğan köyüne çıkmak istiyoruz.

Kahvaltı sonrası bu misafirperver güzel insanlardan ayrılmak hiç de kolay olmuyor. Hani deselerdi daha kalın-kalırdık. Ama yolcu yoluna diyerek vedalaşıp, fotolar çekip ayrılıyoruz yanlarından.

“Bisikletlerimize çantalarımızı takarken, Haydar Bey’in annesi Peri Hanım, “Siz de biz göçerler gibisiniz; biz eşeklerimizi, siz bisikletlerinizi yüklüyorsunuz” dedi, gözlerinin içi parlayarak. Güzel insanlarla tanışmış olmanın bir kez daha içimi doldurduğu hafiflik ve mutlulukla çıktım selenin üzerine.”

Çıkışta bize aile fertlerinden Elleyar Bey refakat ediyor. O mobiletiyle biz bisikletle bir süre yan yana gidiyoruz. Sonra Aralık içinde belediye başkanını yerinde bulamadığımızdan şansımıza küsüp çayevinde Hatip Bey’i bekliyoruz. 9:30’da buluşup Aygaz-Munzur suyu bayii Teymur Bey’in yanına gidiyoruz. Yenidoğan köyünün yol tarifini alıyoruz. Köydeki oğlu İsmail bizi karşılayacak. Teşekkür edip ayrılıyoruz.





 






Aralık’ın mahallelerinden geçip Iğdır yönüne döndük. Bir süre yeni asfalt yolda ilerleyip soldan Yenidoğan köyüne doğru sapıyoruz. Yolda sorun yok, tertemiz bir asfalt. Pek çok köy yolundan kat be kat iyi. Nedenini sonra öğreniyoruz ama. İleride bir askeri karakol varmış.

Ağrı dağı karşımızda, tüm heybetiyle duruyor. Ağır ağır üzerine doğru gidiyoruz. 17 km galiba Ahura‘ya kadar. Fazla değil, 2 saatte alırız demiştik. Teymur Bey’in oğlu İsmail bizi bekliyor köyde. Yol hafif hafif çıkmakta. Biz de gayretle pedal basıyoruz. Ama yavaş yavaş dikleşiyor. Bitmiyor bir türlü bu 17 km. Düşünme, dağı düşün diyorum kendi kendime ama yapamıyorum. Kesiliyorum. Firuzan ne edeceğiz, geçen bir araca takılsak mı? Olur diyor. Çekingenliğimizden ilk geçen ve onu takip eden kamyonetleri kaçırıyoruz. Sanki teklif bekler gibiyiz. Öyle de sıkça araç geçmiyor. Üçüncüye biz teklif ediyor ve takılıyoruz. Ben solda, Firuzan sağda. Kasadan sarkan zincire sıkıca sarılıp pozisyonumuzu alıyoruz. Şoför anlayışlı, hızlı gitmiyor, 16 km’yle yol alıyor. Biz de gladyatörler gibi zincirlere tutunmuş peşinden sürükleniyoruz. Dengeyi tutturmak öyle kolay değil, arkanda yük olunca. Bir ara Firuzan bırakıyor ama sonra gene yapışıyoruz zincire. 2 km kadar bizi çekiyor kamyon ama uzayan kolumuzun ağrısına dayanamayıp, etmişim ben buna diyerek kurtarıyoruz kendimiz zincirlerden. İyi de şimdi bacaklara kalıyor tırmanmak!

Kamyoncu kasaya alayım bisikletleri dese de biz “pedallayalım”da ısrarlıyız (vah vah).

“Az gittik, uz gittik. Dere, tepe gittik. Düz pek gitmedik. Arkamıza döndük baktık ki, bir arpa boyu yol gitmişiz. Yapma yüce dağ bize bunu diyorum. O da sanki, kolay mı bana yakın durmak diyor; bas pedala, devam... İşin kolayına kaçmışız gibi gelse de size, şu kamyonun arkasından gitmek de bayağı zor iş(-miş). İlk deneyimimdi. En çok virajlarda telaşlandım. Virajı alırken kamyon şöyle bir yavaşlıyor, ben hafiften boşlukta gibiyim, ama sonrasında gaz verince, birden kolum daha da uzuyor hissine kapılıyorum. Kazasız atlattım ya tırmanışın beygir destekli kısmını; mutluyum bu yüzden.”

Yol boyunca sağda solda heykel gibi dizilmiş, sanki işaretler, belli anlama gelen taşlar dikkatimizi çekiyor. Köyde öğreniyoruz ki, bunlar tarlalarda kesilecek-kesilmeyecek otları ifade ediyormuş.

Dinlene dinlene, oflaya puflaya sonunda Yenidoğan’a ulaşıyoruz (13:20). 17 km yolu 4 saatte zor alıyoruz. Yaklaşık 844 metreden 1728 metreye çıkmıştık. Köy Ağrı Dağı’nın eteklerinde. Muhteşem bir konumda. Adeta sizi büyülüyor. Şöyle bir kendimize gelip, köprünün üzerinden çevreyi seyrettikten sonra İsmail’i arıyoruz. Bize evini tarif ediyor. Zaten kaç hane ki burası, kolayca buluyoruz. Kendisi de bizi karşılamak için yola çıkmış bile.


 
 





 

Evin önüne bisikletleri dayayıp içeriye giriyoruz. Yenidoğan bir Kürt köyü. Okula başlamamış çocuklar Türkçe bilmiyorlar. Hepsi meraklı bakışlarla bizi izliyor. Yüzlerinde bir gülümseme.

İsmail’in abisi İstanbul’da çalışıyor. Evde yengesiyle kalıyor. Bize kurulan yer sofrasında açlığımızı gidermek için yemekler hazırlanıyor. Aman misafiriz diye tavuk falan çıkartmasınlar! Et yemediğimizi söylüyoruz. Pilav, cacık, domates ve lavaştan oluşan sofraya bizler dahil oluyor ev sahipleri olmuyor. Dikkatimi çeken gösterilen özen. İmkanları kısıtlı olsa bile bir zevk, bir incelik taşıyorlar. Pilavın sunumu, domateslerin tabağa dizilişi. Bunlar detay olabilir ama önemli. İçlerinden geleni gösteriyor. Sofranın kuruluşu ve kaldırılışı. Çok pratikler bu konuda.

“Evin hanımı dörde katlanmış muşamba bir örtüyle içeri girdi. Yere güzelce açıverdi, içinden lavaşlar belirdi, bunlar özenle herkese paylaştırıldı. Sonrasında büyük bir tepside yemekler getirildi. Seri bir şekilde önümüze konuldu tabaklardaki yemekler, mutfakta önceden hazırlanmıştı porsiyonlar. Biz İsmail ile yemeğe başladığımızda ortada ne İsmail’in yengesi ne de yeğenleri vardı. Birden kayboluvermişlerdi. Nasıl anlatsam, sakin, sıkıntı vermeyen bir sessizlik. Yemek yapılırken, hazırlanırken bile bir tabak, çanak sesi duymadım.”
Sonrasında biraz şekerleme, bir ağaç altında kestirmek için kendimize yer beğeniyoruz. Dağın gölgesinde 2 saat uyumak iyi geliyor.

İsmail ve Kilis’te okuyan emmioğlu Mustafa ile akşamüstü güneş batmadan küçük bir tırmanış yapıp çevreyi geziyoruz. Hava tertemiz. İnsanın dağa çıkası geliyor, ama öyle kolay olmadığını biliyorum. Buradan gözüktüğü gibi değil oraları.

İsmail bu bölgede kışın hayvanları için gerekli olacak otları biçmiş ve balyalamıştı. Arazinin eğiminden dolayı her şey tırpanla yapılıyor.

Ağrı Dağı’nın etekleri şifalı bitkilerle kaplı. Hayvanların yemleri bunlar. Sütlerinin faydasını hele bir düşünün... Yabani kuşburnu da gözümüzden kaçmadı ancak henüz olgunlaşmamışlardı. Bizim İstanbul’da aktarlarda aradıklarımız burada ayaklarımızın altına serilivermiş.

Güneş batar batmaz hava kararmadan döndük. Akşam yemeğini yiyip (19:30) FB maçını seyretmeden kalktık. Yatmamız için evlerinde döşek ayarlamak istiyorlar. Ama biz açıkta, dağın gölgesinde, öğlen yattığımız yerde tulumlarımızda uyumak istiyoruz. Olur mu olmaz mı derken, ikna edebiliyoruz dostlarımızı.

Gece hava serinliyor. Uzaklarda bir köpek durmadan havlıyor. Bizi yabancı mı gördü acaba? Tulumların içine iyicene gömülüp yaşadığımız bu güzellikleri düşünerek...

Ahura Harabeleri: Büyük Ağrı Dağı'nın kuzey yamaçları üzerindeki Yakup Vadisi’nde bulunmaktadır. 1750 metrede bulunan harabe, M.Ö. 2. yüzyılda Artaksiyalı Krallığı zamanında kurulmuş bir yerleşim yeridir. 1840 yılında meydana gelen deprem nedeniyle, dağdan yuvarlanan büyük kayalar ve çamur, köyü örterek yok etmiştir. Yeni yerleşim 1930 yılındaki Ağrı Dağı Ayaklanması’na kadar Ahura adıyla anılmış, 1965 yılında Yenidoğan olarak ismi değiştirilmiştir.




 





Aralık - Yenidoğan/Ağrı Dağı
Uzaklık: 33,4 km
Süre: 3 h
Ortalama hız: 11,2 km/h
Rakım: 812 – 1728 m
Hava sıcaklığı: 25- 39 °C

Garmin yol bilgileri için: Aralık-Yenidoğan/Ağrı Dağı


5 Ağustos 2010, Perşembe / Yenidoğan - Iğdır

Sabahın ilk ışıklarıyla uyanıp Ağrı’nın görkemli siluetine bakmak herhalde her zaman olacak bir şey değil. Uzun süre tulumdan çıkamayıp dağı hayranlıkla seyrediyoruz. Fotoğraf çekerek tatmin olmaya çalışsak da yetmiyor. Dağ insanı kendine çekiyor. Gel gel diye sesleniyor.

Bir süre böyle donup kaldıktan sonra köyde hayatın başlamasıyla kendimize geliyoruz. Bugün Iğdır’a dönmemiz gerek. Hafiften hazırlanalım artık.

Aileye veda ederek Yenidoğan’dan ayrılıyoruz. Hiç gidesimiz yok. Kalsaydık keşke daha.

Çıkışta karşılaştığımız koyun sürüsü benim bugüne kadar gördüğüm en kalabalığı. Geç geç, bitmedi. 1000 mi desem acaba. Kimin bu kadar hayvanı olabilir? Herhalde tüm köyün olmalı diye düşünüyorum.

Saat 7 gibi kendimizi 17 km’lik yokuştan bırakıyoruz. Bir mermi hızıyla gidiyoruz. Böyle bir keyif olamaz. Dün 4 saatte çıktığımız yolu, sabah serinliğinde ama güneşli bir havada neredeyse 20 dakikada iniyoruz. 7:45’de ana yoldayız ve Iğdır’a pedal çeviriyoruz. 40 km’lik dümdüz yolu almalıyız.



Geldiğimiz gibi dönüyoruz Iğdır’a. Aynı filmi tersten oynatarak. Tek farkı yaşadıklarımız.
2 saat yol aldıktan sonra kahvaltı molası için sağda gördüğümüz bakkalın çardağına yerleşiyoruz. Yanımızdakilerle güzel bir sofra donattık. Çay, ekmek, domates, zeytin onlardan.

Ailenin 20 yıldır Hollanda’nın Den Haag şehrinde yaşayan akrabaları da masamızda. Yıllardır Türkiye’den taze çiçek ithal ediyorlar. Her sene memleketleri Iğdır’a ziyareti ihmal etmemişler.

Tolunay, 3 oğlanın en küçüğü, girişken, samimi bir genç. Birazdan masamıza teşrif edecek olan Düldül’le de araları pek iyi. Bu sevimli eşek biz ne yediysek onu yedi, ama sadece Tolunay’ın elinden.

Bu sırada gelen Nahcivan plakalı bir araçtan sigara ve içki taşındı. Satış fiyatları bizimkilerden hayli ucuzdu. Her yolcunun bir miktar getirme izni varmış. Böylelikle bir ticaret gelişmiş karşılıklı.

1 saatimizi kahvaltıyla geçirdikten sonra 10:45 gibi tekrar yola koyuluyoruz. Iğdır’a yaklaştıkça yol kenarında sağlı sollu meyve – sebze tezgahları beliriyor. Bir tanesinde durup kavun, karpuz yiyelim istiyoruz. Küçük bir karpuz ve kavuna 1 lira veriyoruz; bunu bile almak istemedi. Bir de bize kırmızı erik tadında çok güzel yeşil erikler ikram etti tezgah sahibesi. Yaptığımız sohbet sırasında, 17 kg’lık bir kasa domatesin 1,5 TL’ye satıldığını öğrendik. Ancak Iğdır domatesinin ince kabuklu olması uzak mesafeye naklini ve satışını imkansız kılıyor. Bu bölgede o kadar çok domates yetiştiriliyor ki bir salça fabrikasının bile olmaması çok şaşırttı bizi.



Yolumuz üzerindeki Iğdırlı Turizm’in terminaline uğrayıp 2 gün sonrasına Kars’a otobüs biletimizi aldık. Adam başı 15- TL. Bisikletlerin alınmasında sorun yoktu. Bu sırada karşı tarafta dikkatimizi çeken bir çorapçı dükkanına girdik. Herhalde Nahcivanlılar için düşünülmüş. Çeşitler bol. Çorapla da kalmamış, don-külot ne istersen vardı. Ancak sahibi ticaretten pek memnun görünmüyordu. Kapatacağım burasını dedi. Iğdırlıları da pek sevememiş Kırklarelili çorapçı.

Nihayet gene DSİ’nin misafirhanesindeyiz. Saat 13:30’da aynı odaya yerleştik. İlk işimiz duş ve çamaşır oldu. 2 saatlik bir şekerleme sonrası 16:45’de şehir merkezine doğru yola çıktık. Bisikletimde bir tuhaflık vardı. Ne oluyordu demeden Firuzan arka tekerin yalpaladığını işaret ediyordu. Evet, doğruydu. Şaşılacak bir durum. Bir bisikletçi gördük, göz atması için yanaştık. Ancak hava basılınca tekerin balon yaptığını öğrenmek çok şaşırttı. Geziden önce uzun araştırmalar sonucu karar verdiğim Hutchinson Acrobat tekeri defoluydu ve beni yolda bırakmıştı. Yusuf Bisiklet’te de 28” dış lastik yoktu. Hatta Iğdır’da bile zor bulabileceğimi, tek adresin Baydar Ticaret olabileceğini söyledi. Bu isim bize bir şekilde tanıdık gelmişti. Dükkana vardığımızda bizi karşılayan Selami Bey de hiç yabancı gelmedi gözümüze. Nitekim İstanbul Delta Bisiklet’ten Ulaş Bey’in abisi çıktı. Doğru ya, Ulaş ve ailesi Iğdırlıydı ve nesillerdir bisiklet işindeydiler.

Burada da kalmamıştı. Bizi yan dükkan Ünver Ticaret’e yönlendirdi. 15 liraya Brezilya malı Levorin marka bir yol bisikleti dış lastiği bulabildik ancak. Mecburen alıp Selami Bey’e döndük. Kendisi bizimle sadece dostça ilgilenmekle kalmayıp, aynı zamanda teknik tecrübesiyle sorunumuza çözüm getirdi: Mevcut ön lastiği arkaya aktarıp yeniyi öne taktı. Böylecene çantaların ağırlığı daha geniş olana binecekti. Bununla da kalmayıp bisikletlerimizin ayarlarını düzenledi. Buradan tekrar kendisine gösterdiği yakın ilgiye teşekkür etmek isteriz. Bu da çok yabancı gelmedi bize, çünkü aynı yakın ilgi ve desteğe Delta Bisiklet’ten alışıktık.

Gidip gelen çaylarla süren sohbette, sadece 3 günümüzü geçirdiğimiz Iğdır’da başka ortak tanıdıklar da çıktı: Haydar ve Hatip Bey. Sonra babası İbrahim Bey ve oğlu da aramıza katıldı ve muhabbet renklendi.

Bisikletlerimizi dükkana park edip dolaşmaya çıktık.
 
 
 



 

Iğdır’da ilk gün gözümüze ilişen ve merak ettiğimiz Tebriz Pazarı’na gittik. Ama gördük ki yerle bir olmuş, yeniden inşa edilecekmiş. Bunun üzerine Rus Pazarı’nı gezdik. Rengârenk plastik çiçekler, incik boncuk...

İranlı Baharatçı çok ilgimizi çekti. Çeşit çeşit pirinç, bal, envaiçeşit baharat, kuru sebzeler, kokular, yağlar... Iğdır’da neredeyse her yerde satılan tek bir marka da burada: Mahmood Tea. Hazır kahvesi, Nescafe gibi kupası bile var. Hemi de gırmızı.

19:30’da Selami Bey kapatmadan bisikletleri alalım diyoruz. Yürümeye başladığımız sırada tanıdık bir ses bana sesleniyor. Dönüp baktığımda Haydar Bey’i karşımda görmek güzel bir sürpriz oluyor. Birlikte dondurmacıya gidip seçimimizi fıstıklı ve kaymaklıdan yapıyoruz. “I.DO Liseli” buranın sevilen bir uğrak yeriymiş. Daha sonra büyük kardeşi Hikmet Bey de bize katılıyor.

Ancak bisikletleri almak için fazla kalmadan ayrılmak zorundaydık. Akşam yemeği için yarım saat sonra İranlılar Saray Lokantası’nda buluşmak üzere sözleştik.

Domates kebabı ve közde soğan bize yetti. Çıkışta çay içmek için uğradığımız kahvede hararetli bir futbol maçı izleniyordu. Kaçar çay içildi, pek hatırlamıyorum ama hepsi limonluydu. Firuzan’ın aldığı cevizli sucuk tatlı ihtiyacımızı giderdi.

Haydar Bey yorgundu ve dönmesi gerekiyordu. Bizim için de uzun bir gündü, hep beraber kalktık.

DSİ’ye varmamız 9’u buldu. Biraz internet ve cumba yatak.





Yenidoğan/Ağrı Dağı - Iğdır
Uzaklık: 35,4 km
Süre: 3 h 50'
Ortalama hız: 17,7 km/h
Rakım: 1728 - 813 m
Hava sıcaklığı: 23 – 42 °C

Garmin yol bilgileri için: Yenidoğan/Ağrı Dağı-Iğdır


6 Ağustos 2010, Cuma / Iğdır

Uyanış 6’da. TV’deki haberler sonrası kahvaltıyı 9’da ettik, tesisin bahçesinde. Firuzan ekmek için bisikletle yakındaki bakkala kadar gitti. Gazete bulamadı ama çok lezzetli muskat üzümler getirdi. Kahvaltı sonrası gezi notlarını bilgisayara aktardım.

Sabah kahvaltı öncesi fark ediyorum ki dün havasını tamamladığım ön lastik gene inmiş. Hoppala, ne oldu bu bisiklete böyle! Buraya gelene kadar hiç bir sorun yoktu. Kurşun mu döktürmek lazım :)

Bugün belediye ziyaretini de yapmak istiyoruz. 13:30’da uğradığımızda başkanla görüşemesek de Adem Bey bizimle ilgilendi. Bu tür bisikleti temel alan projelerin her il için geliştirilmesi gerektiğini ifade etti. Buradan ayrılıp hükümet konağına gidiyoruz. Önce sekreterine ziyaret-i sebebimizi anlattıktan sonra vali yardımcısı Hacı Bey’in yanına çıkıyoruz. 45 dakikalık karşılıklı bilgi alış verişi sonrası ayrılıyoruz makamından.

Şehir turuna devam. Cumhuriyet’i bulamıyoruz, yerine başka bir gazete alıp öğretmen evinde sodalarımızla okumaya geçiyoruz. Sokak aralarında bisiklet tamircileri dikkatimizi çekiyor. Bazılarına girip göz atıyoruz. Iğdır tipi bisikletler 250 liradan satılıyor. Dikkat ettik en çok FB ve GS taraftarının bisikleti var. BJK sadece tek tük karşımıza çıktı.

Şehirde trafik hızlı. Şoförler de pek umursamıyor bisikletlileri. Yine de Iğdır bisikletin oldukça yaygın kullanıldığı bir ilimiz. İkitekerleriyle her yerden fırladıkları gibi, ters yönden de gidiyorlar; cengaver gibiler.

Iğdır’ın adı; 24 Oğuz boyundan 21’ncisi sayılan İç-Oğuzlar-Üç-Ok kolunun ve Oğuz Han’ın altı oğlundan biri olan Cengiz Alp’in en büyük oğlu olan “Iğdır Beğ” den gelmektedir. Bu boyun ilk başbuğu Iğdır Beğ'dir. Iğdır'ın kelime olarak manası “iyi, büyük, yiğit başkan, ünlü ve sahip” gibi anlamlara, Yazıcıoğlu ve Resid-Üd-Din'e göre ise “iyi, ulu, bahadır” manalarına gelmektedir.

 Iğdır Beğ, dört kardeşin en büyüğüdür. Kabilesi Aras havzası ve Azerbaycan bölgelerine yerleşmiştir. Bunun en büyük delili Yıldırım Beyazıt'ın 1402 yılında yapılan Ankara Savaşında Timur’a yenilmesine sevinen Hıristiyan alemi, tebrik için Timur’a birçok elçi göndermişlerdir. Bu elçilerden biri olan İspanyol Klaviyo’nun anlattığı gibi Iğdır Kalası (Iğdır Korganı) bugün Ağrı Dağı eteklerinde halen harabe halinde bulunmaktadır. Klaviyo, buraya “kayalık üzerinde duran bir kal’a” diyerek, adının da “Iğdır” olduğunu belirtmektedir. 

Daha fazla bilgi için: Iğdır Valiliği


Saat 4 buçuk, karnımız zil çalmaya başladı. Abonesi olduğumuz İranlılara uğrayıp bamya, bulgur, salat ve aşureyle karnımızı doyurduk, 16,5 liraya. Firuzan’ın dikkatini çeken bir şey oldu. 3’dür buraya geliyoruz. Tek bir kadın müşteriye rastlamadık.

İranlı baharatçıdan aldığımız pirinci (kilosu 4 liradan) yüklenip Nuh Nebi Camii avlusundaki Dost Çayevi'ne gidiyoruz. Çay burada da 25 krş. 2’şer tane içip ayrılıyoruz.

Bisikletleri almak için Selami Bey’e gittiğimizde dönüşümüzü Valikonağı yolundan yapmamızı öneriyor. Iğdır’ın kalbi orada çarparmış. Gerçekten de burasını görmemiş olsaydık, Iğdır’ın farklı bir yanından habersiz kalacaktık. Trafiğe kapalı bir yürüyüş yolu düşünün. İki tarafı kafeler, dondurmacılar ve mısırcılarla dolu. Sonuna doğru da bir lunapark çıktı karşımıza. İkili, üçlü, kalabalık gruplarda gençler etrafta. Evet, burada Iğdır’ın genç nabzı atıyordu.

Dönüşümüz 20:15’de oldu. Hasan Bey’e geceleme ücretini ödedikten sonra telefon, bilgisayar, gazete derken 22’de göz kapaklarımızın ağırlığına dayanamadık.






 




Iğdır Şehir Turu
Uzaklık: 6,44 km
Süre: 34'
Ortalama hız: 11,7 km/h
Rakım: 858 – 869 m
Hava sıcaklığı: 28 – 40 °C
Kaynakça: