19 Mart 2018

Heybeliada; Yağmurdan Önce


Yağacak mı yağmayacak mı diye hafta başından başladık takibe. Sonunda geç yağacağı belli olunca fazla da uzağa gitmeden Heybeliada’da karar kıldık. Bu ikinci gidişimiz olacaktı. Geçen sene kasım sonunda güzelce turlamıştık (bkz. Heybeliada). Prens adalarından sadece ikisini bugüne kadar pedalladık, Büyükada ve Heybeli. Sırada diğerleri var.

8.30’da Eminönü’nden kalkan vapura Serhan, Kamil ve iki arkadaşı Doğukan ve Osman binmişlerdi. Kadıköy’den de biz; Esin, İhsan ve Sevinç (ilk defa pedallayacaktık). Sonra bir baktık ki adada İnci de bizi bekliyor, olduk mu 9.

Ada kahvelerinde çay pahalı, bardağı 2 lira. Fazla içemiyorsun. Ama turlamaya başlamadan birer götürdük. İhsan önde biz arkada başladık tırmanmaya. Ada dedin mi tırmanacağını bileceksin.

Bugün 18 Mart, Türklerin hayatını değiştiren, Kurtuluş Savaşı'na damgasını vuran, dünya tarihinin en önemli savaşlarından biri olan 18 Mart Çanakkale Zaferi’nin 103’üncü yıldönümü. Biraz hafızamızı tazelemek için 18 Mart öncesi dünya olaylarını gözden geçirelim. 1914 yılında Saraybosna’da çakan bir kıvılcım, kısa sürede bütün dünyayı kan ve ateşe boğmuştu. Çıkarları ve yararları birbirine zıt düşen Avrupa Devletleri iki bloğa ayrılmış, bir yanda İngiltere ve Fransa ile ona katılanlara “İtilaf Devletleri” denilmiş, diğer yanda bir araya gelen Almanya, Avusturya ve Osmanlı devletlerinden oluşan gruba da “İttifak Devletleri” ismi verilmiş, ve bu iki tarafa, savaşın gelişmesine paralel olarak daha bir çok devletler katılmak suretiyle başlayan savaş, dünyanın dört bucağına yayılmış, bu nedenle de savaşın ismine “Birinci Dünya Harbi” denilmiştir. Dört yıl süren bu büyük savaşta toplam 658 adet tümen savaş alanlarına sürülmüş, 65 milyon kişi silah altına alınmıştır. Toplam kayıp yaklaşık 9-10 milyona varmış, milyonlarca halk göçebe durumuna düşürülmüştür.

Birinci Dünya Savaşı başladığı zaman Osmanlı Hükümeti ardı ardına girdiği, her birinde zararla, toprak kaybı ve yenilgilerle çıktığı savaşların yorgunluğunu henüz gidermek ve ordusunu yeniden organize etmekle meşguldü. Bu iş için de Almanya’dan bir askeri yardım heyeti çağrılmıştı. Savaşa katılmak istemeyen Osmanlı Hükümeti tarafsız kalmaya karar vermişti. Ne var ki İstanbul’daki Alman Sefareti ile Alman Askeri Misyonu, Türkleri kendi saflarında savaşa sokmak için var güçleriyle çalışıyorlardı. Sonrasını bilirsiniz, İngilizlerden kaçan iki Alman kruvazörü, Goben ve Breslau’a, zamanın tam bir diktatörü sayılan Enver Paşa tarafından, kabine arkadaşlarına bile danışmaya gerek görmeden, Çanakkale’den geçmelerine izin verilir. Ve Osmanlı donanmasına Yavuz ve Midilli isimleriyle katılan bu iki geminin daha sonra Karadeniz’de Odesa’yı ve Rus liman ve gemilerini bombalamasıyla Osmanlı da savaşa dahil olur.

İtilaf devletlerinin savaşı kısa sürede bitirebilmesi, Rusya’nın da güçlü bir şekilde Doğu Avrupa Cephesi’nde Almanlar’a karşı savaşmasıyla mümkündür. Ancak batının yardımı olmaksızın Rusya bu gücü gösterememekte idi. Bu durumda Rusya’daki ham maddelerin batıya ve batının mamul maddelerinin Rusya’ya ulaştırması için çareler aranmaktadır. Bu da ancak boğazların geçişe açılması, İstanbul’un alınmasıyla mümkündür. İngiliz Harp Kabinesi, Churchill’in baskısıyla Çanakkale Cephesi’nin açılmasına karar verir. Bu karardan Fransızlar da memnun kalırlar. Ancak İstanbul’u tek başına İngilizlerin ele geçirmesini istemezler. Bu nedenle kendilerinin de bir filo ile bu harekata katılacaklarını bildirirler. Ruslar ise bu yeni cephenin Çanakkale Boğazı’ndan açılmasından hiç memnun değildirler. Çünkü İngiliz ve Fransızlar’ın kendilerinden önce İstanbul’a girmeleri, Çarlığın bütün Ortadoğu politikalarına ve sıcak denizlere inme siyasetlerine ters düşmekte. Ruslar bu maksatla Karadeniz kıyılarında hemen bir kuvvet teşkil ederek İstanbul Boğazı’na çıkma hazırlığına girişirler.

18 Mart’tan önce İtilaf Devletleri, 3 Kasım 1914 günü keşif taarruzu olarak, Rumeli ve Anadolu kıyılarındaki giriş tabyalarını ateş tufanına boğarlar. İtilaf Devletleri 15 Ocak 1915 tarihinde yaptıkları 4 aşamalı taarruz planına göre Boğaz bir ay içinde geçilmiş olacaktı. Buna göre birinci aşamada dış savunma tabyaları imha edilerek ortadan kaldırılacak; ikinci aşamada orta savunma tabyaları ve üçüncü aşamada iç savunma tabyaları yok edilecek; 4’üncü ve son aşmada ise Boğazda arta kalan mayınlar temizlenecek, Boğaz emniyet altına alınarak Marmara Denizi’ne çıkılacak ve İstanbul’a girilecekti. 

19 Şubat günü birinci aşamaya geçilir. Saldırıya tam 9 zırhlı ve kruvazör katılır. Bunlardan 6’sı İngiliz 3’ü Fransızlara aittir. Ancak bozulan hava şartları, üç zırhlının açılan top ateşiyle hasar alması düşmanın geri çekilmesine neden olur ve Midilli yakınlarında havanın değişmesi beklenir. 20 ve 25 Şubat 1915 günleri güzel havayı kaçırmak istemeyen İngiliz ve Fransızlar saldırılarını tekrarlarlar. Bu saldırılardan elbette Osmanlı tabyaları, topları ciddi hasar alırlar. Yoğun bir ateş altındadırlar. Karşılarında sayıca her yönüyle daha güçlü bir düşman vardır. Boğaz girişindeki tabyaların susturuluşundan sonra 26 Şubat’ta planın ikinci aşamasına geçilir. Kesintisiz 8 saat süren ateşiyle Osmanlı’nın orta savunma bölgesi önemi tahribata uğrar.

Sıra artık, planın üçüncü aşamasını uygulamaya gelmiştir. Bu aşamada mayınlar temizlenecek, iç savunma bölgesindeki tabyalar tahrip edilecek ve Marmara’ya çıkılacaktır. Bu amaçla İtilaf donanması, toplayabildiği bütün gücüyle Boğaz’a yüklenecek ve düşündüğü son darbeyi 18 Mart‘ta indirmeyi deneyecektir.

Rusya, Karadeniz Boğazı’na 40 bin kişilik bir kuvvetle çıkmayı önermiştir. Çünkü daha önce Londra’daki patronların hakemliğinde yapılan “Osmanlının bölüşülme planında” İstanbul ve yöresi Ruslara bağışlanmıştır. Gerçi o zaman öyle gerekiyordu ama şimdi durum daha başkaydı. İstanbul ve Çanakkale Boğazları Hindistan yolunun güvenliği için İngiltere’nin kontrolünde bulunmalıydı. Diğer yandan da Rusya’nın, şimdi kendi canının derdine düştüğünden ses çıkaracak hali de kalmamıştı. Ayrıca İstanbul ve Boğazların Ruslara hediye edilmesi, Fransa’nın Ortadoğu hegemonyasına ters düşmekteydi. Şu sırada ortaya güzel bir fırsat çıkmıştı ve voleleri iyi kullanmakta usta olan İngiliz politikacıları için bulunmaz bir şanstı. Zaten Avrupa cephesinde Alman baskısına dayanamayan Rusya’nın imdat diye bağırmaktan sesi kısılmak üzereydi. Bir taşla iki, hatta üç kuşun vurulacağı çok iyi bir fırsat çıkmıştı. Bu kaçırılmamalıydı. Boğazlar aşılmalı, İstanbul’a girilmeli ve Osmanlı İmparatorluğu’na böylece diz çöktürüldükten sonra Rusya’nın istediği yardım malzemelerini bu yoldan göndererek, bir yandan dostluk görevi yerine getirilirken diğer yandan da Alman cephelerinin doğusundan ve batısından taarruza geçilerek onun da işi bitirilmeliydi. Buraya kadar mükemmel.

18 Mart saldırısına kadar hava, hemen hemen devamlı olarak bozuk gitmiş, İtilaf donanmasına kıyılarımıza sokulma olanağını vermemişti. Türk ordusu bu fırsattan çok iyi yararlanmış, yıkılan tabyalarını onarmış, toplarının bakımlarını yapmış ve yeni takviyeler getirmeyi başarmıştı. Bu dönem içerisinde İtilaf Devletleri donanmanın tek başına Boğaz’ı düşüremeyeceğini anlamaya başlamış ve deniz harekatına paralel olarak karadan da müdahale edecek şekilde kara kuvvetlerini Limni adasına yığmaya başlamıştı. Bu defa iş sıkı tutulmaktaydı. 

18 Mart sabahı sayıları 18’e ulaşan kara siluetler Boğaz’a yaklaşmaktaydı. Bu siluetlerin arasında adını taşıdığı kraliçe gibi haşmet ve güvenle ilerleyen Queen Elizabeth zırhlısı da vardı.

Korkunç bir savaş başladı. Türk topçuları Boğazı cehenneme çeviriyor, düşman zırhlıları da kıyı şeridindeki Türk tabyalarını hallaç pamuğu gibi atıyorlardı. Ne var ki İtilaf gemileri tek tek isabet almaktaydılar. 18 Mart düşmanın büyük hasar almasına neden olan gündür. 6 saat içerisinde üç büyük zırhlısını kaybeden ve bundan daha fazlasının da Türk topçusunun hedefini şaşmayan mermileri altında ağır yaralar aldığını gören İngiliz komutan, bu hezimet karşısında bütün moralini kaybetmiş, çekilme emrini vermekten başka çaresi kalmamıştı. Bu ölüm kalım savaşında Türk tabyalarında da önemli hasarlar meydana gelmiş, muhabere hatlarımız parçalanmış, daha da kötüsü akşama doğru bütün müstahkem mevkii komutanlığının elinde sadece 30 atımlık mermi stoku kalmıştı.

Harp tarihine bakıldığında askeri zaferlerin daima taarruz yoluyla kazanıldığı görülür. Çanakkale Savaşları ise savunan orduların taarruz edenleri yenilgiye uğratmış olduğu, hemen hemen tek örnektir.

18 Mart Zaferi, düşman donanmalarının 1915 yılı başlarında İstanbul’a girmelerini ve İmparatorluğun daha o yıl içinde çökertilmesini önleyen çok büyük ve tarihi bir zaferin ilk raundu olmuştur. Çanakkale’nin kara savaşlarında kazanılan zafer ise, Osmanlı İmparatorluğu’nun 30 Ekim 1918 Mondros ateşkesine kadar ayakta kalmasını sağlayan ve Birinci Dünya Savaşı’nın en az iki yıl daha uzamasına neden olarak dünya tarihini etkileyen ikinci raundunu teşkil etmiştir.

Eğer Çanakkale’deki zaferler kazanılmasaydı, Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul, Birinci Dünya Savaşı’nın hemen birinci yılı sonunda İtilaf Devletleri’nce işgal edilmiş, böylece Rus Çarlığı, müttefiklerinin yardımlarına en kısa yoldan kavuşmuş olacaktı. Ve Almanya’nın yenilgisi daha da çabuklaşarak Rusya’da 1917 Bolşevik ihtilali muhtemelen gerçekleşmeyecekti.

18 Mart’ın ve onu izleyen Çanakkale Kara Savaşları’nın zaferleri, ulusal tarihimizi ve dünya tarihini etkileyen önemi ve rolü bu noktalarda toplanmaktadır. Bu zaferler, büyük Türk ulusuna Atatürk gibi dahi bir lider hediye etmiştir. 

Konuyu daha ayrıntılı okumak isterseniz AtatürkAraştırmaMerkezi


Hava kapalı, soğuk sayılmaz. Arada birbirimizi kaybediyor sonra telefonlaşarak buluşuyor, ada içinde turluyoruz. İn-çık durumları kimimizi yoruyor. Rampalar %13. Paytonlar var, hızlı da gidiyorlar. Bazen ürkütücü de oluyorlar. Atları dörtnal koşturmalarına ne gerek var ki? Müşteriye mi şov yapılıyor, yoksa sıraya bir an dönmek için mi? Geminin kalkışına daha 3 saat var. Bir kısmımız Değirmen denilen mesire yerinde (girişi ücretli) demlenirken kimimiz de İnönü Evi’ni ziyaret ediyor. Mekan o günün mobilyaları ile döşeli. Duvarlarda fotoğraflar ve tablolar bolca asılı. Bizi gezdiren hanım oldukça bilgili, bolca izahat veriyor. Müze pazartesi dışında 10-17 saatleri arası ücretsiz gezilebiliyor.

Asıl adı Mavromatakis Köşkü olan bu ev İnönü Vakfı’na bağlı müze olarak kullanılmaktadır. İsmet İnönü, bu konağı ilk olarak 1924 yılında yazlık ev olarak kiralamıştır. İnönü ailesi evi, 1934 yılında 9.500 lira karşılığında satın almıştır. Ev, kendilerine Atatürk tarafından hediye edilen mobilyalarla döşenmiştir. İsmet Paşa, 1937 eylülünde eve yerleşmiş ve aynı yıl burada, yeni başbakan Celal Bayar tarafından ziyaret edilmiştir. İsmet Paşa, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı görevini yürüttüğü 1938-50 yılları arasında, maiyetini oluşturan görevlilerin sayısından dolayı, Florya ve Yalova’daki resmi yazlık konutlarda konaklamıştır; karısı Mevhibe Hanım ise yazlarının çoğunu, çocukları Ömer, Erdal ve Özden’le birlikte Heybeli’deki evde geçirmeyi tercih etmiştir. İsmet Paşa, muhalefet partisinin başkanlığını yaptığı 1950-60 yılları arasında, yazlarının çoğunu, ailesiyle beraber Heybeliada’daki bu evde geçirmiştir. Bu dönemde İsmet Paşa’nın sahilde yaptığı kısa gezintilere kasaba halkı da eşlik eder, İsmet Paşa, kasabanın gençleriyle beraber iskeleden denize çivileme atlardı. Başbakanlığının ikinci dönemi olan 1961-65 yılları arasında da programının elverdiği zamanlarda ve görev yapmadığı yaz aylarında yine Heybeliada’ya giderdi. İsmet İnönü’nün 25 Aralık 1973’te Ankara’da, seksen dokuz yaşında ölmesinin ardından Heybeli’deki ev birkaç yıl kapalı kaldı. Fakat daha sonra Mevhibe Hanım, yazlarını Heybeli’deki eve komşu bir evde geçiren oğlu Erdal ve onun eşi Sevinç’le beraber, ara sıra bu eve dönmüştür. En sonunda ise aile, evin, vakıf bünyesinde bir müze olarak korunmasında ve İsmet Paşa’nın buraya ilk olarak yerleştiği 1937’deki haliyle, Atatürk’ün hediye ettiği mobilyalarla kalmasında karar kılmıştır.

Dönüş vapuru bir hayli kalabalık. Ancak merdivenlerde oturacak yer buluyoruz. Konuşulmamış konuları da bu vesile ile tamamlayıp Kadıköy’de herkes evine doğru dağılıyor.










Heybeliada; Yağmurdan Önce: Dudullu-Kadıköy-(gemiyle) Heybeliada ve dönüş         
Tur tarihi: 18 Mart 2018
Kat edilen mesafe: 44,45 km.
Ortalama hız: 12,2 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 3 sa. 37 dk., dışarıda geçen süre 9 sa. 29 dk.
En yüksek sıcaklık 22 ˚C, en düşük17 ˚C, ortalama 19,3 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 713 m, kaybı (iniş) 696 m.
En düşük irtifa 1 m., en yüksek 130 m.

Garmin yol bilgileri Heybeliada; Yağmurdan Önce    

Relive yol bilgileri Heybeliada; Yağmurdan Önce      








İnönü Evi Müzesi içi








İnönü Evi Müzesi dışı





































Katkıları için Vehbi’ye teşekkürler.