18 Ekim 2010

[bisikletle]Türkiye: Bandırma - Muğla (2)

Turun ilk etabını, 'Bandırma-Gaziemir'i tamamlayıp, şimdi son etap 'Gaziemir-Muğla'yı yapacağız.


G a z i e m i r - M u ğ l a

29 Eylül 2010, Çarşamba / Gaziemir - Kızılcapınar

Sabah zil çalmadan Firuzan uyanıp hazırlanma işlerini hallediyor. Ben de 7 olmadan. Kahvaltı saati 7 buçuktu. Eşyalarımızı toparladıktan sonra kahvaltıya inip fazla zengin olmayan büfeden karnımızı doyurup, 8:30’da bisikletlerin üzerinde pedal çevirmeye başlıyoruz bile.

Hava serince ama ben gene t-shirt’leyim. Trafik dünün devamı, gene harala gürele yanımızdan geçiyorlar. Bu yoldan başka çıkış yok mu bu ülkeden?!!

Benzincide durup lastiklerin havasını tamamlıyorum. Sonra havaalanı yönünde devam ediyoruz. Alan sapağından sonra trafik biraz hafifliyor. Gerçekten iki gündür çok sıkıntılı anlar yaşadık İzmir’de. Hani İstanbul’un trafiği derlerdi ama burası da farklı değil. Belki de beter.

Yol boyunca bir yığın köyü geçip sürekli Aydın, Selçuk tabelalarının takipçisiyiz. Gaziemir’den 6 - 7 km sonra kamp kurulabilecek yerler gördük. Bileydik belki buralarda kalırdık.

Yol düz devam ediyor. Kenarda güvenlik şeridi var. Bazı köprü geçişlerinde kalkıyor-daralıyor ama. Asfalt önce kaymaktı sonra zift üzeri çakıl taşı örneğine dönüşüyor. Bisiklet için biraz fazla sert, pek sevmiyorum ama çoğu yer de böyle. Gaziemir’den çıkınca bir miktar daha yükseldik sonra Torbalı’ya doğru irtifa kaybederek indik. 137 m’den 31 m’ye.

32 km km sonra Torbalı levhasını gördük. Sağdan antik kent Metropolis’e gidiliyor. Torbalı oldukça büyük gözüktü. Dikkat çekici bir şekilde sağda solda traktör satıcıları sıralanmış.

Biraz nefeslenelim. Neredeyse 2 saattir basıyoruz. Ana yolun sonunda, sağda bir kıraathane gözümüze ilişiyor. Hemen yanaşıp bisikletleri duvara dayarken taksi şoförüyle İngilizce-Türkçe karışık şakalaşıyoruz. Halimizden tavrımızdan olsa, ilk etap turist sanılıp Frenkçe konuşmaya başlanınca ben de aynı dilden cevap veriyorum. Sonra işin aslı ortaya çıkınca, gülüşmeler falan espriye geçiyoruz. Anlayacağınız!

2 çay eşliğinde haritadan rota doğrulaması. Gerçi rota dümdüz Aydın bu sefer. Hiç bir yere sapmadan. Kavşaktan bisikletliler de geçiyor. Özellikle bir pusetli motosiklet neredeyse kamyon gibi yüklenmiş. Ne yazık resmini çekemedim.

Yarım saatimizi geçirdik, yola çıkalım artık. Çay da soda da 50 krş., yuvarlak hesap. Bisikletleri yerinden alırken oturan 2 kişiyle sohbet etmeden ayrılamadık. Hamza Bey eski kıraathane sahibi, Urfalı. Seneye geleceğiz senin memlekete diyoruz, çok seviniyor. Evet, Mardin-Urfa-Antep var gönlümüzde.

Tekrar pedallara kuvvet, ilerliyoruz. Hava kapalı, bulutlu. Zaten perşembe için sağnak diyordu meteo. Hazırlık yapılıyordu yukarıda.

Yol üzerinde bahçeler dolusu nar, narenciye ve pamuk görüyoruz. Çalışan kadınlar bize el sallıyor, gelin de pamuğa dokunun diye bağırıyorlar. Aşağıya inmek zorunda olmasaydık iyi fikirdi. Pamuk tarlaları. Öyle bir film yok muydu: “Cotton Fields”.? Yok ya, “Cotton Club”dı filmin adı. Harlem’deki bir caz kulübünün hikayesi. 84 Coppola yapımı. Richard Gere de başrolde. Ve daha pek çoğu...

Bir fidanlıktan geçiyoruz ki km’lerce diyeceğim (tabii ki o kadar uzun değil, sadece abartmaya çalıştım) palmiye, çınar ve süs ağaçları sıralanmıştı. Ama palmiyeler orman gibi, çok güzel görünüyordu. Palmiye benim en çok sevdiğim ağaç, tropikal duygusunu veriyor bana. İzmir’de de çok fazla gördük, çok yakışmıştı.

Sonra çöp şiş+ayran durumları başladı, binbir isim altında. Nar suyu satılıyordu. Ama 5 lira bize çok geldi ve transit geçtik. Turist otobüsleri her yerde, vızır vızır geçtiler. Bir de çok fazla tanker dikkatimi çekti, hepsi de doluydu. Petrol sevkiyatı! Aliağa var ya yakınlarda. Torbalı’dan alçalmaya devam ederek 10 - 14 m’lerde sürerek Selçuk’a doğru ilerliyoruz.

Nihayet Selçuk’tayız, 60 km’yi geride bırakmışız. Anayol boyunca ilerleyip şehir merkezi okunu takip ediyoruz. Burası güzele benziyor. Yollar parke. Palmiyeler bolca. Tabii turistik olmasından dolayı etrafta hediyelik dükkanlar ve yabancılar.

Öğle vakti. Sulu mu yesek kuru mu diye düşünürken, kararımızı kavun eşliğinde peynire veriyoruz. Kenardaki manavdan kilosu 1,5 liradan bir kavun aldık (3 TL tuttu). Geçerken dikkatimizi çeken bir kahveye yerleşiyoruz. Geleneksel sofra örtümüzü serip (gazete) soda ve çay eşliğinde kavunu ikiye bölüp kaşıklıyoruz. Bal gibi tatlı bir kavun seçmiş Firuzan, anladığı besbelli değil mi?

Etraf sakin, masalarda emekliler kağıt oynuyor. Gazeteler dağılmasın diye zımbalanmış, masadan masaya dolaşıyor. Okuyan yana iletiyor. İyi bir uygulama.

Bir kedi yanımıza ilişiyor, bir şeyler bekliyor yiyecek. Ama bizde et namına bir şey yok ki!
75 dakikadır buradayız, öyle de güzel bir tembellik çöktü ki üzerimize. Ama daha yol yapabiliriz, saat iki buçuk.
20 km ileride köyler var, oraya ulaşmak için Selçuk’tan ayrılıyoruz. Gene Aydın yolundayız. Önümüze 5 km’lik bir tırmanış levhası çıkıyor. Gaziemir 137 m’deydi, Torbalı için 31 m’ye indik. Selçuk’sa 16 m’de. Şimdi çıkıyorduk, %7’lik ortalama bir tırmanışla. Neyse ki güvenlik şeridi var. Bir çeşmede suları tazelerken tanıştığımız Aydınlı bisiklet tamircisi Nazmi Bey bizimle hemen ilgileniyor. Ne de olsa onun konusuna giriyoruz. Aydın’daki adresini veriyor, ihtiyaç halinde. Halkbank’ın arkasında Yılmazlar Ticaret.

Tırmanışa devam. Kenarda uyanığın teki incirlere, yenmesin diye kartona “zehirli” yazıp asmış. Kimse de dokunmamış bunun üzerine. İncirin zehirlisini de duymamıştım. Aslında iyi fikir, kendine saklamanın yolu. Bencilliğin bir örneği!

Tepeye vardığımızda 277 m’deyiz, yani 261 m gibi yükseldik. Hava da sıcaklaşmıştı, terletti bizi. Sonra bir inişle Çamlık’a geldik (213 m). Adı üzerinde çamlarla çevrili bir köy. Tam devam ederken “Tren Müzesi” tabelası dikkatimizi çekince ziyaret etmek için kapısına yanaştık. Giriş 5 liraydı. Müze kart geçmiyordu, çünkü özelmiş. Turizmci Atilla Mısırlıoğlu tarafından kurulmuş.

Gerçekten ilginç bir koleksiyon oluşturmuş Atilla Bey. Babası, bir zamanlar adı Aziziye olan Çamlık Tren İstasyonu'nda şeflik yapmış. TCDD'den bu alanı 49 yıllığına kiralamış. Kendi olanaklarıyla 30'dan fazla lokomotifi - hepsi de kara tren - ve onlarca vagonu ayakta tutmaya çalışıyor. Kutlanacak bir iş yapıyor.

Fotolar çektik, vagonlarında oturduk, teknik özelliklerini inceledik, Firuzan üzerlerine tırmandı. Bir saatimizi bu nostalji dünyasında geçirerek, geçmişe buharlı bir yolculuk yaptık. Geldiğinizde mutlaka ziyaret edin, çok eğleneceksiniz.
 

  
 
Tren Müzesi, Selçuk-Aydın yolu üzerinde Çamlık Köyü'nde yer almaktadır. Müze Türkiye'nin ilk demiryolu olan İzmir-Aydın Demiryolu'nun (inşası 1866-1976) Çamlık Köyü'nden de geçmesi dolayısıyla kurulmuştur. Müze olarak ziyaretçilere açılması ise 1991 yılında gerçekleşebilmiştir. Müzede Alman, İngiliz, Fransız, Amerikan, İsveç ve Çekoslovak yapımı 30 buharlı lokomotif sergilenmektedir. Bunların arasında dünyada sadece 2 tane bulunan ve odunla çalışan İngiliz yapımı bir lokomotif de yer almaktadır. Müzede, tarihe tanıklık etmiş 30 lokomotifin yanı sıra, 4 vinç, su pompaları, motorin taşıma tankı, 1 açık ve 1 kapalı yolcu vagonu, su cenderesi, tamir atölyesi, 1850 yılından kalma bir tuvalet ve 900 metre uzunluğunda eski bir tünel de yer almaktadır. Bir dönemin en önemli ulaşım ve taşıma aracı olan bu antika trenler, çocuk ve torunlarının, yılda 1–2 kez kendilerini ziyaret etmesini hasretle bekleyen yaşlı insanlar gibi hatırlanmayı beklemektedir.
Ayrıca, Atatürk de 1936 yılında beyaz tren ile gelerek Çamlık Köyü’nde konaklamıştır. Müzede Atatürk’ün tren seyahatlerinde çekilmiş fotoğraflarının yer aldığı bir oda hazırlamıştır.
Sanal tur için: Tren Müzesi
Görevli hanım ve beyden önümüzdeki köylerle ilgili bilgimizi alıp, ayrıldık müzeden. Yol gene tırmanıyordu. Bu sefer 1,7 km. Tepeden (264 m) sonra artık inişteydik, 8,5 km yazıyordu levhada. Off ne güzel geldi bu serinlik bilemezsiniz. İndik indik ve Ortaklar’a geldik (54 m). Burası büyükçe bir kasabaydı. Girişi tamir atölyeleri kaplamıştı. Elmalı bir soda eşliğinde bakkaldan aldığımız bilgiler, kalacak yer olarak iki seçenek çıkardı önümüze: otel istersek ilerideki Opet, çadır kurmak için daha sonra gelen Kızılcapınar.

Otele gidip sorduk, 40 lira. Çok geldi. Köye doğru devam ettik. Soldan hemzemin geçidi geçip ağaçlı bir yoldan Kızılcapınar’ın içine girip, cami yakınındaki kahvede muhtarı sorduk. Evini bulduk ve cepten ulaşarak 15 dk. sonra kahvede karşı karşıya gelmiş konuşuyorduk. Kalacak yer için her yer olabilirdi. Gece yağmura karşın kahveye yakın olmamız uygun görüldü. Jandarmadan kalma izni gibi bir takım güvenlik tedbirleri sıraladıysa da pek anlam veremedim. Ama gelecek olursa bir sıkıntımın olmadığını söyledim. Biraz içi rahatlasın diye kartımı da kendisine uzatıp ilgisine teşekkür edip çadırı kurduk. Nereye mi? Kahvenin yanı başındaki çayıra. Bisikletleri ve çantaları da kahvenin içine, gece yağarsa diye. Sonra TV’den maçı seyrederek günün özetini çıkardık bilgisayarda. Uyku fazla bastırmaya başlayınca da artık yatağa girme vakti geldi. Gute Nacht!
Gaziemir – Kızılcapınar
Uzaklık: 88,63 km
Süre: 5 h 37’
Ortalama hız: 15,8 km/h
Rakım: 5 – 279 m
Hava sıcaklığı: 23 – 35 °C
Garmin yol bilgileri için: Gaziemir–Kızılcapınar


30 Eylül 2010, Perşembe / Kızılcapınar - Çine

Sabah 7 olmadan uyandık, her zamanki saat. Gece beklenen yağmur yağmadı. Sadece biraz çiseledi. Belki de yağıp yükünü boşaltsaydı. İyi mi olurdu? Olurdu, çünkü havada yağmuru gördüğünde sürekli tedirginsin. Yağacak mı, yağmayacak mı...

Çadırdan dışarıya çıkıp etrafıma biraz bakındım. Kahvehane sahibi betonu sulamaktaydı. Günaydınlaştık. TV’de haber özetlerine de bir yandan göz atıyordu. Yüzümü yıkadım çadırın yanındaki hortumla, sonra kahveye geri dönüp bir adaçayı ısmarladım. Bir yandan da eşyalarımı topluyordum. Gece yağmur yağar diye bisikletler, çantalar falan hepsini kahvenin içinde bırakmıştık.

Firuzan da uyanıp toparlanmaya geçti. İhtiyaçlar falan da, fazlaca dökük ve kirli bir WC’de halledildi.

Toparlanıp çıkmamız 8:30’u buldu. Perşembe yağacak diye çıkmadan çantaların yağmurluklarını geçirdik, hazırlıklı olalım. Neme lazım.

Kahveye bir kaç kişi gelmiş masa etrafında oturup TV’ye bakıyorlar. Bize iyi yolculuklar dilediler, öyle her yerde konaklamayın uyarısında bulundu köyün imamı. Ne güzel değil mi, düşünüyorlar seni. Çok hoşuma gitti bu yaklaşımları.

Ağaçlı yoldan sürerek çıktık köyden ve ana yoldan devam ettik. 3 km sonra Germencik geldi. Burası ilçeydi ve bugün de pazarı vardı. Durur muyuz, zaten kahvaltı edecek bir yer arıyorduk. Hemen daldık sokak aralarına. Bu sokak köylü pazarıydı herhalde ki tüm kadınlar yerlerde mallarının başında. Nefis şeyler vardı serilmiş. Kuru incir ve cevizler, 6 lira gibi. Börülce ve bostan patlıcanı, turşuluk hıyarlar ve daha pek çok şey.

Bisikletleri bir boşluğa bırakıp başlarında ben beklerken Firuzan da alış verişe gitti. Yani gitti ama aniden vah ah diyerek zıplayarak geri döndü. Ayak bileğinden arı sokmuştu. İlk başta çok yanar, bilirim, ama sonra geçer bir şey kalmaz. Onun için çok endişelenmedim. Bu arada nalburdan bisikletlerle ilgilenen oldu: genç bir bisikletçi. İşte nereden geldiniz, kaç vites, kaç para falan derken Firuzan da geldi elinde dolu bir torbayla. Tam da bu sırada yağmur dökülmeye başlamasın mı? Hemen çatı altına kaçtık. Neyse ki kısa sürdü.

Şimdi sıra ekmek aramaya gelmişti. Tarif üzerine bulduğumuz pazar içinde, tekstil bölümünde, bir fırın ve yanındaki kahvede başladık kahvaltıya. Kaldırıma dayanan bisikletler ve masaya serilen gazete. Çaylar geldi ve kahvaltı öyle bir edildi ki, bütün günü doyuracak gibi. Çaylar 40 kuruştandı. Hem tıkınıyor hem de etrafı izliyorduk. Bu köşe bir tiyatro sahnesi sanki. Bereket duası okunduğunda camiden, herkes ellerini göğsüne kaldırıp bir ağızdan şükür ediyordu. Boyacı genç tanıdıklarından ayakkabılarını topluyordu. Aralarındaki konuşmalar çok hoştu. Bir adam ipinden sürüklediği koçu pazarlamaya çalışıyordu, 850 lira istiyordu. Alıcıyla satıcı ellerini tutmuş, sallayıp sallayıp fiyat veriyorlardı. Ama anlaşamadılar, maalesef.

Kaç saat kaldık bilemiyorum ama 10:30 da yoldaydık gene. Yol boyunca incir bahçeleri, ki bir araştırma enstitüsüydü, git git bitmiyordu. Sonra oyuncak gibi iki vagondan oluşan tren arada geçiyordu yandaki raylardan. Tariş’in çok hoş eski binaları, insanı zaman tünelinde geçmişe götürüyordu.

Köy yakınlarından geçerken bisikletli ihtiyarlar gördük, pek de hoştu. Hava halen kapalı. Ne edecek meraktayız. Yağar mı dersiniz?

Bu şekilde Aydın’a ulaştık. Yol buraya kadar fazla yükselip alçalmadı. 54 - 67 m arası gezindik.

Aydın güzel bir Ege ilimiz, palmiye ağaçlarıyla süslü - kalabalık. Şöyle bir turlayalım. Şehir merkezine saptık. Bu arada aklıma gelen bir banka muamele işini de buradan halledebilmek için Halk ve İş bankalarını aradık. Birinden alıp diğerine yatırıp EFT yapmalıydım. Gel gör ki Aydın’da hiçbir İşbank şubesinde interaktif ekran yoktu. Şaşılası durum. Bu kadar geriden mi geliyordu İşbank bu ilde?

Ama geri dönüşüm kutuları vardı sağda solda. Firuzan’da yanındakini oraya atıverdi. Neyse limonata içtik, motorlu bir beyle sohbet ettik, yol tarifleri aldık. Hatta dün yolda tanıştığımız Yılmazlar bisikletçisini de aradık ama sonunda komplike olduğundan vaz geçip Muğla yoluna çıkıp bastık pedallara. Saat yarım olmuştu.

Yol düz gidiyordu, geniş ve de güvenlik şeridi olan. Bugüne kadar gördüğüm en kaymak asfalt. Aydın çıkışı irtifa kaybederek 26 m’ye kadar indik. Bolca tanker geçti gene. Bir ben bir Firuzan başı çekiyorduk. Sonra Savrandere’ye geldik. Hafif yükselmeye başlamıştık. Bir çay molası için kamyoncuların kahvesinde durduk. Soda, çay, biraz cepten konuşmalar. Arabalarıyla gelen iki hatunun radyatör kaynatması... O – bu diyerek oyalandık işte. Ayaklarımızı uzatıp dinlendirdik ve gene yollara koyulduk.

Yol buradan sonra çıktı, tırmandı, ama öldürücü değildi. 140 m’ye yükselip indik, sonra biraz daha çıktık ve inişe geçtik 173 m’den. Genelde güvenlik şeridi vardı ve sürmek kolaydı. Sonra kaymak asfalt başladı ve yağ gibi kaydık. Hafif çıkıp hafif indik, en sevdiğim yol. Hiç sıkmıyor, sürmesi kolay derken gene o rezil asfalt başladı. Zift üzerine dökülmüş mıcır ve silindirle ezilmiş - sarsan yol. Bu çeşit yolda nedense zaman içinde delikler oluşuyor ve silkeleyerek götürüyor bisikleti.

Eskiden bir ses kayıt cihazım vardı, sürerken gördüklerimi not edebiliyordum. Çok kullanışlı oluyor. Akılda bazı detaylar kalmıyor insanın. Ama ne yazık ki Arpaçay’da buharlaşıverdi. Anlayamadık durumu, sanıyorum birisinin hoşuna gitti ve zimmete geçirildi. Yenisini almam lazım ama iyi bir şey olsun diye bekliyorum. Bu gezimiz öncesi Şamil’inkini ödünç alacaktık ama maalesef unutkanlığının kurbanı olduk ve boş çıktık yola.
 

Yol boyunca çöp şişçiler, köfteciler türlü isimler altında sıralanmış müşteri çekmeye çalışıyorlar. Kimi kral, sultan, efendi, dede, baba, efsane, şöhret, kimi en eski, en büyük, en yüce, en en... Hepsi bir laf bulmuş. Pazarlama çabaları.

Artık Çine’ye fazla yol kalmamıştı. Hafiften de yorgunluk ve sıkıntı başladı, 69. km’ye geldiğimizde Çine göründü. Şehir merkezine yönelip önce öğretmen evi - burada yokmuş, sonra DSİ - o da yokmuş kaldı geriye otel - ondan da bir tane varmış.

Alabanda Otel’in kapısından girdiğimde başka bir seçeneğimin olmadığını biliyordum. Yani pazarlık şansım sıfırdı ama ben gene de tüm sempatimi kullanıp 10 lira düşürttüm ücretini: 50 lira, kahvaltısız. Mecburduk ve yerleştik. İşin güzel tarafı, çamaşır makinesini kullanabilirdik ve kirlilerimizi kısa programda 1 saatte yıkayıp terasa astık. Off nihayet temizlere kavuşuyorduk.

Banyo, biraz uzanma, TV, internet derken saat 6 olmuştu. Karnımızı doyurmak için çıktık ve birilerine sulu yemek sorduk. Pardon bu arada köftesi meşhurmuş, ama bizim ilgi sahamızın dışında, maalesef. Tarif üzerine Hüsamettin Usta’nın lokantasında kalanları yedik. Bugün burada da pazar varmış ve tüm yemekler tükenmişti. Pilav, yeşil fasulye, yoğurt ve büyük bir çoban salataya 10 lira ödedik ve doy-duk.

Biraz da toplanmakta olan pazarı gezerek, elma, peynir aldıktan sonra bir kahve çekti canımız. Bir de kağıt helva arası dondurma. Kaymak sordum, yok denildi. Beyaz varmış, peki neydi beyaz? Kaymaklı dondurma. Yani bir yanlış anlaşılma ama aynı şeyi konuşma durumları.

Sade kahvemizi içerken TV’den de politikacıları izledik. Şimdi de Ani’de ayin yapacaklarmış. Son moda oldu, eski yerlerde ibadet etmek. Bir yarıştır gidiyor. Sen orada edersen, ben de burada ederim... Bunun peşinden giden de var, işin acı tarafı da bu.

Kahvelere 1 lira ödeyip otel yolumuzu tutup geri geldik. Odada biraz TV, biraz günün özeti ve tumba yatak.
Ülkemizin bilinen meşhur köfteleri Sultanahmet, Akçaabat, İnegöl ve Tire köfteleri olarak bilinir. Oysa bu ülkenin en güzel köftesi Çine’de yapılır.
Sebebi: Çine köftesini, merhum Tahsin Işık ve babası 1900’lü yılların başında icat etmiştir. Gerçekten de değişik bir tat yaratmak için uzunca ve zahmetlice denemeler yapmışlar ve bugün yediğimiz köfteyi yaratmışlar. 1930 yılında ilk köfte lokantasını açmıştır. Halen biri Çine’de şehir içinde biri de Muğla yoluna doğru iki işletmeyle faaliyetine devam etmektedir.
Tahsin Işık bu müthiş lezzetin sırrını herkese vermemiştir. Halen bu köftenin yapılışını bilenler 50’yi geçmez. Onlar da Tahsin Işık’ın akrabaları ve yanında çalışan personeldir.
Çine geleneklerine bağlıdır. Efelik olgusunun en önemli esaslarından biri ağzını tutmaktır. Tahsin Işık’ta bir nevi o kültürle yetiştiği için köftesinin sırrını 50 yıllık müşterilerine bile söylememiştir. Halen ilçede bulunan köfteci esnafı bu köftenin sırrını kimseye söylememektedir.
Çine köftesinde bir porsiyon 100 gramlık kıymadan yapılan sekiz adet köfteden oluşur. Şehir içinde taze ekmek yanında verilirken yol kenarındaki lokantalarda kızartılmış ekmek, lavaş yanında verilir. Ayrıca domatesler kızartılarak verilir.
Hadi iyisiniz gene, sizi köfteciler sizi : ))
 

 

Kızılcapınar - Çine

Uzaklık: 67,69 km

Süre: 4 h 11’

Ortalama hız: 16,1 km/h

Rakım: 26 – 174 m

Hava sıcaklığı: 25 – 35 °C
Garmin yol bilgileri için: Kızılcapınar-Çine


1 Ekim 2010, Cuma / Çine - Muğla

Oteli terk etmemiz 8’i buldu. Sabah serindi Çine. Uzaklarda sis vardı. Üstüme keşke bir şey giyseydim. Firuzan akıllılık etmiş ve kırmızı montunu giymişti.

Kahvaltı için fırından çıtır çıtır 3 simit alıyoruz. Burada 40 krş. tanesi. Sonra okula giden öğrencilerin arasından Muğla’ya doğru hızlı döndürdük tekerleri.

Yol düz ve düzgün. Çıkışta kalan köfteciler sıralanmış. Bu bölge anlaşılan onların. Güneş halen yatık geldiğinden yol kenarındaki gölgelerimiz çok güzel gidiyor. İki bisikletli figürü, aslında filme almak lazım bunları.

Bu şekilde hep aynı seviyede kalarak Eskiçine’ye geliyor yolumuz. Gerçi eskilik neresinde pek göremedik ama eskisi bittiği noktada yol da artık hafiften tırmanış gösterdi. 77 metredeyiz ve Muğla 600’küsürlerde. Yani tırmanacağız bundan sonra.

Yolun evsafı çok çok güzel, kaymak. O nedenle %5 gibi bir eğimle seyreden yolu çıkmak hiç de yorucu değil. Yer yer %9’ları bulsa bile. Yaklaşık 10 km kadar sürüyor bu çıkış ve 400 m’lere varıyoruz. Çine Barajı Seyir Tepesi’nden sürmekte olan inşaata bir göz attık. Sıkı bir faaliyet vardı aşağıda.

Sonrasında hafif iniş çıkış var ve gene bir çıkışla 430 oluyor rakım. Buraya kadar 30 km yol geldik ve tek bir kıraathane göremedik. Karnımız da acıktı bayağı. Tam bu sırada tepede bir köy çıktı karşımıza: Kafaca. İşte burada bir kıraathane vardı, önünde araçlar park etmiş. Hemen biz de bisileri park edip, bir masaya yerleştik. Gazete kağıdından sofra örtümüzü serip malımızı üzerine dizdik: simit, peynir, domates, biber, hıyar, zeytin, helva... Var da var. Çaylar da geldi ve afiyetle doyurduk karnımızı. Arkasından da kekik çayı ve birer de soda. Her şey 50 krş, yuvarlak hesap burada da.

Etrafı seyrederek dinlenirken çalan telefonun ucunda Ali vardı, Muğla’dan. Geçen GPA’da birlikte pedallamış ve dost olmuştuk. Dün Can ile konuşmuştum, nerede kalabiliriz diye. Üniversite alanı öncesinden kullanılır mıydı? Ali de bunun üzerine bizi evine davet ediyordu. Eksik olmasın, hep ifade etti bunları, geçen sene de. Vardığımızda araşırız diye kapattık telefonları.
Yol bu şekilde 496 m rakıma çıktı ve Yatağan’a doğru inmeye başlayıp, 400 metrelerde uzunca bir süre düz devam etti. Bir yandan da karayolu çalışması vardı. O nedenle yer yer tek şeritten seyrettik. Ama güvenlik şeridinin geniş olması ve yolun da kaymaklığı her şeyi öylesine kolaylaştırdı ki.

Yolun sağı solu değişik kayalarla dolu. Bazı açılardan totemleri andırıyordu. Doğanın heykelleri. Sonradan öğreniyorum ki bunlar Çine Çayı vadisinin güneş ışınlarının yol açtığı çatlamalarla oluşmuş ve ilginç görünümler taşıyan gnays, ince taneli şişt ve yer yer kuvarsit gibi kayaçlar. Yani mineraller ve mineraloidlerin doğal olarak bir araya gelmesiyle oluşan katı birikintiler. Bir doğa harikası.

Kamyonlar çok fazlaydı yolda. Özellikle de tankerler. Hepsi de doluydu. Bir de askeri iki araç geçti yanımızdan. Değişik bir telsiz aracıydı. İlk defa görüyordum. Uzaklarda Yatağan Termik Canavarı üç dev bacasıyla duruyordu.

Bu şekilde 2 saat daha asıldık ve kendimize mola verebileceğimiz bir kahve aramaya başladık. Rakım 414 m, Bayır’a gelmiştik ama yolun üzerinde bir yer yoktu. Devam ederek bir benzin istasyonundaki “Cafe” den başka seçenek yoktu. Kahve istedik, ala Turca. 2,5 liraymış. Çok geldi. Suyu çıkar, 2 olsun. Teklifimizi kabul etti ve 2 kahve eşliğinde dinlendik burada. Serinlik iyi geldi, esinti vardı oturduğumuz terasta. Arkamızdaki TV’de MHP’nin Ani namazının haberleri gösteriliyordu. Bahçeli kürsüden atıyor, tutuyordu.

Yeteri kadar dinlendikten sonra artık Muğla’ya kalan 13 km’yi de bitirelim diye yüklendik pedallara. Trafik çoğaldı buradan itibaren. Yol artık çıkıyordu ve bizi sonunda 703 m’ye yükseltti. Buradan Muğla’ya inerek 654 m’de durduk. Tabelada 625 yazıyordu ama.

Muğla’nın girişinde modern bir yerleşim inşaatı dikkat çekiciydi. Kimi evler bitmiş kiracısını bekliyor, kimileri alıcısını. Marmaris’e gitmek isterseniz hiç Muğla'ya girmeden transit devam edebilirsiniz ama biz merkeze, sonra da üniversiteye gidecektik o nedenle iki merkez seçeneğinden Adliye-Otogar olanı tercih ederek düz devam ettik. Otogarın bulunduğu meydandan sola, şehir içine saparak öğretmen evinin bahçesine yerleştik. Soda+ çay+gazete ve günün özetini yazarak.

Bandırma’dan Muğla’ya kadar 557 km pedallamıştık. Şimdiden pazartesi başlayacak olan GPA’nın keyfini hisseder olduk. Ali’yi aradık ama açılmadı. Onun geri aramasını bekliyoruz artık.
Ali aradı ve evin yol tarifini verdi. Merkezden ayrılmadan önce Can’la telefonlaşıp Ali’de kalacağımızı bildirdik ve yola çıktık. Son anda aklımıza Helvacı Tahsin geldi. Geçen sene geldiğimizde tanışmış helvasını yemiştik. Uğrayıp fıstıklı helva alarak üniversitenin lojmanlarına doğru yöneldik. Kavşakta Ali bizi arabasıyla bekliyordu. Hep birlikte, onu takiple eve vardık.

Odaya yerleştikten sonra sudan geçip rahatlama sonrası akşam yemeği için bahçe içindeki Keyfoturağı’na götürdü bizi Ali. Sonra arkadaşını alarak eve döndük, biraz Romanya şarabının tadına bakıp günümüzü sonlandırdık.
Çine - Muğla
Uzaklık: 64,78 km
Süre: 5 h 26’
Ortalama hız: 13,1 km/h
Rakım: 64 – 705 m
Hava sıcaklığı: 17 – 34 °C
Garmin yol bilgileri için: Çine-Muğla


Bandırma > Muğla = 557 km
1. gün: İstanbul (Deniz otobüsü) – Bandırma > Kocapınar = 74,12 km

2. gün: Kocapınar > Akbaş = 52,20 km

3. gün: Akbaş

4. gün: Akbaş > Bergama = 95,83 km

5. gün: Bergama > Gaziemir = 113,63 km

6. gün: Gaziemir > Kızılcapınar = 88,63 km

7. gün: Kızılcapınar > Çine = 67,69 km

8. gün: Çine > Muğla = 64,78 km




2 Ekim 2010, Cumartesi / Muğla




Kahvaltı için gene Keyfoturağı’ndaydık. Zengin bir kahvaltı sonrası birlikte geldiğimiz Baki ve Özgür ile önce Ali’nin cevizlerini sonra da komşununkilerini tattık. Küçük bisikletçinin freni tamir edilirken, evin hanımı da bir tepsi dolusu revani, incir ve böğürtlen çıkardı. Artık nefasetini anlatmayayım, resimlerden tadarsınız.

Ardından Süpüroğlu’nun yanından geçerek Döğerme’ye geldik. Köy meydanındaki kahvede nefis kekik çayını yudumlayıp gene merkeze geri gelip, Mustafa Yeniçeri’yle buluştuk. Gecen GPA’dan beri sadece yazışmış simdi hasret gideriyorduk. Ali Kırcı’nın bisiklet atölyesine sonra Fügen de gelince birden İstanbul ve Muğla bisikletçileri bir araya gelmiş oldular. Herkesin bisikletiyle ilgili çözülmesi gereken meselesi vardı, onlar halledildikten sonra Mustafa adaşım bizleri Muğla Lokantası’nda ağırladı. Emre ve kuzenleri de katılınca kalabalık bir masa oluştu. Muhabbet bisiklet etrafında döndü döndü durdu.

Bu şekilde süren günümüz sonunda Ali’ye geri dönüp iki arkadaşının da uğramasıyla geceyi müzik, Muğla lehçesi, Lud gölü, SPA ürünleri, ayva, kabak, ceviz, böbrek, ciğer vs gibi mevzuları dikey ve yatay eksenlerde şarap eşliğinde değerlendirerek tamamladık.

Keyfoturağı Kahvesi: Yapım tarihi 1871’dir. Tek katlıdır ve yöresel mimari üslupla yapılmıştır. Keyfoturağı kahvesi mescit, kahve ve lokantadan oluşmaktadır. Mescit, dikdörtgen planlı, alaturka kiremit çatılıdır. Diğer kahvelerde bulunan mescitlerden farklı olarak, mescidinde ahşap tavan yer almaktadır. Bahçesinde 8 adet anıtsal çınar ağacı ve 2 adet kuyu bulunmaktadır. Kahve Belediye tarafından kamulaştırılmıştır. Mescidi Belediye tarafından tamir edilmiştir.
Muğla
Uzaklık: 32,67 km
Süre: 1 h 58’
Ortalama hız: 16,5 km/h
Rakım: 614 – 673 m
Hava sıcaklığı: 19 – 26 °C
Garmin yol bilgileri için: Muğla


3 Ekim 2010, Pazar / Muğla

Kahvaltıda Firuzan bize “Pan Cake” hazırladı. Daha sonra Özgür de katılıp hep birlikte midelerimizi doldurduk. Bu akşam GPA4’ün toplantısı olacak, saat 7’de. O nedenle evden uzaklaşmayıp, gitmeden önce okulla ilgili işlerini tamamlamak için internette takıldı Ali. Biz biraz gazete, biraz TV şeklinde oyalandık. Akşamüstüne doğru merkeze gidip Muğla Lokantası’nda yarım saatte yemek yiyerek, otoparka 50 krş. ödeme rekoru elde ettik. Daha sonra toplantıya gidip tüm bisikletçi dostlarla buluşup, hem selamlaştık, hem kucaklaştık, hem de Süleyman Şatır’ın ani ölümü karşısında üzüntülerimizi paylaştık. Herkes şok içindeydi. Mekanın cennet olsun sevgili Süleyman.



Yarın 5 günlük GPA turuna katılacağız. Muğla’dan başlayıp Ula-Akyaka-Ören-Bodrum-Datça üzerinden Marmaris’e. Okumak isterseniz: GPA4



GPA sonrasında Marmaris’ten Fethiye’ye devam etmek istiyoruz. Aynen geçen sene yaptığımız gibi. Okumak için: Marmaris-Fethiye




Bandırma’dan Muğla’ya gezisinin başı: Bandırma-Gaziemir



Bu bölgeye yapılmış diğer turlar: Marmaris-Serçe, Marmaris-Dalyan, Muğla-Akyaka