4 Temmuz 2013

Mudanya – Eskikaraağaç (Uluabat Gölü) – Esence – Mudanya

[bisikletle]Türkiye projesi kapsamında keşif turumuzu Uluabat Gölü’ne yapalım istedik. 

Mudanya’ya denizden ulaşıp oradan göle pedal basıp Karacabey üzerinden Arapçiftliği Gölü, Tirilye’yi de görüp Mudanya’dan tekrar geri dönmek üzere çizilmiş 3 günlük bir rota. Böylece zincirimize bir küçük halka daha ekleyip uzatmış olacağız.


Harita, yollar, eğim, kişiler, kalınacak yerler, bölgesel ve kültürel bilgileri de içeren dosyamızı tamamlayıp bisikletleri hazırladık.


22 Haziran 2013, Cumartesi / Mudanya – Eskikaraağaç (Uluabat Gölü)

Sabah 8.20 Kadıköy-Kabadaş diye çıktık ama gemi 8.30’da varmış, ona yetişiyoruz. Kabataş’tan 9’da BUDO ile Mudanya yapacağız. Karşılaştırdık, İDO’dan çok daha ucuz.

9.00, gemi boş. Tayfa bisikletleri koyabileceğimiz bir yer gösteriyor, bağladık-sağlam olsun, kıpırdamasın.

Üst katta, arkada yerimizi alıp 110 dakikalık seyrimizi biraz gazete okuyarak, biraz kestirerek tamamlıyoruz. Yolculuk sakin geçti. TV gürültüsü yoktu, badem de.

11.00, Mudanya’ya ilk gelişimiz. Haritalar bize yol gösteriyor ama nereden tırmanacağız? Sorduk, tam anlamasak da aldığımız tarif üzerine kuzeye yöneliyoruz. İlk gördüğümüz ATM’den biraz bozuk para, yağlanma, hem vücutlarımızı hem zinciri ve devam. Ancak şehrin sonuna geldik sapacak yer göremiyoruz. Sorduk, ters yöndeymişiz. Hoppala... tornistan. “İlçe stadını bulun, oradan eski su deposunu sorun” denildi.

Bu sebeple Mudanya’nın da içini görmüş oluyoruz. Çok hoşumuza gitti. Zeytin ve yağını satan bolca dükkan. Peynirciler, güzel bir eski kahvehane, dar bir sokak, insanlar masalarda çay içiyorlar. Dönüşte biraz takılmak istiyoruz buralara. Zamanlı gelirsek, 18.30 gemisine kadar dolaşırız.

Sonunda stadı bulup, yanından giden yoldan sapıp dağlara doğru pedal basmaya başlıyoruz. Tırmanacaksınız demişlerdi, hatta ben de Google’dan görmüştüm ama böylesini beklemiyordum, duvar çıkıyor karşımıza. Bas babam bas. Bir yere geldik, toprak yerler, inşaat falan durumları. Mümkün değil. İniyorum, Firu bana mısın diyor ve devam ediyor basmaya.

Bu yol nefis, etraf zeytinlik. Bir kaç villalı site falan türemiş. Belli ki buralara da el atılmış. Ama halen abartılı değil.

Biraz düzelir gibi olunca yol, ben tekrar selenin üzerine oturup oflaya pofla, söylenerek yetişmeye çalışıyorum. Firu’yu gölgede beklerken buluyorum. Birlikte devam ediyoruz.

Işıklı köyünden geçeceğimizi sanmıştım ama biraz içerlek, es geçiyoruz. Şimdi gir çık, yorar. Çepni’ye devam diyor ve tırmanmayı sürdürüyoruz. Bazen dik bazen düz ama 300 küsur metreye çıkmamız lazım.

Hava sıcak. Öğlen sıcağı. 35 derece gösteriyor Garmin. Kafamdan sular damlıyor. Gözüm yanıyor. Durup silecek vaziyetim yok. Şöyle bir silkeleyip, hani atlar sinekleri kovarlar ya, damlaları sağa sola saçıyorum. Bu bana biraz rahatlık veriyor.

Neyse ki sonunda bir düzlük geliyor ve rahatlıyoruz. Etrafta çokça satılık ev ve zeytinlik ilanları var. Pek çoğu konteyner evlerden. Ama manzaraları müthiş. Marmara’ya bakıyor. Önünüz alabildiğince yemyeşil ve ardından masmavi bir derya. İnsanın içi huzur doluyor.

Çeşmede suyumuzu tazelerken gelen köylü ile yaptığımız sohbette bölgenin durumuna ilişkin bilgi alıyoruz. Biraz da yol bilgisi. Çepni en üst nokta gibi (330 m), sonrasında göle kadar iniş. Güzelyalı’dan da buralara çıkılıyormuş. 13 km oradan, daha az eğimliymiş. Bizimki 8 km tutuyor.

Bir iniş ve sert çıkışla Çepni’ye girdik (13.10). Minareler köy meydanını işaret etmekte. Orayı bulup çınar ağacının altındaki masaya oturup sağ solla sohbete başladık bile. Çaylar geliyor, muhabbet derinleşiyor. Katılanlar çoğaldı. Her yaştan, genci yaşlısı etrafımızda. Hem yol tarifi hem ülkenin durumu. Kimse iktidardan memnun değil. Aramızda Kıbrıs gazisi Ahmet Bey ve Siirt’te komando olarak askerliğini yapmış Mustafa Bey var. Dinlemek kolay ama bir de onlara sor. İnsanın önüne ne çıkacağı bilinmiyor. Firu da köyün genç kızlarıyla sohbette; Cansu, Nur, Cansel, Buse. Kimine fotograf makinesini vermiş, resimlerimizi çekiyor (alttaki fotoların bazıları). Kimi adresler alıyor.  

Biraz da Firuzan’dan dinleyelim mi? “Köy kahvesinin hemen yanı başında bagaj kapağı açık beyaz bir minibüs, içinde bir kaç meyve ve sebze kasası var. Babasının sabah satış sorumluluğunu kendisine bıraktığı Cansu, gözleri ışıldayarak bakan ilkokul çağlarında bir kız. Elektronik tartı ve mini kasa dahil işin tam anlamıyla başında. Bizi görünce bir ev sahibi gibi davrandı. Hemen kahveden çay istedi, geldi yanımıza oturdu. Sorduğumuzda, hiç tereddütsüz yol tarifleri verdi. Kendinden emin. Küçük kardeşi Nur'a karşı korumacı ama kısıtlayıcı değil. Biz ayrılırken Nur karar vermiş bizim çayları ödeyecek. Ablasıyla kısa bir matematik hesabından sonra kalkıp kasadan gerekli parayı alıyor. Bu arada amcalarının kızı Buse'yi unutmayayım. Fotoğraf makinemle çok ilgilendi: “Güzel bir şey çekeceğim. Alabilir miyim?” Döndüğünde baktım ki, Atatürk büstünü fotoğraflamış... Bunu farklı manzara ve köydeki evlerin fotoğrafları takip etti. Sanatçıya müdahale etmemek gerek ;))

Lafı biraz uzattım. Son bir şey söyleyip ayrılacağım sizlerden. Çayları içtiğimiz yer kahvenin hemen yanı, Cansu'nun ayaklı manavı da arkamızda. Karşımızda yeşile ve kısmen denize kadar uzanan harika bir manzara. Bu güzellikler içinde etrafa rastgele konulmuş boş, devrilmiş kasalar, yerlerde ambalaj çöpleri. Cansu'daki ışığı gördüm ya bir kere. “Hiç yakışıyor mu bu güzel yere bu çöpler?” Önce kasaları istifledi. Sonra aldı eline süpürgeyi başladı mıntıka temizliğine. Yaşa Cansu!

Bir saatimizi Çepni’de geçiriyoruz, artık gitme vakti diyerek vedalaşıp İpekyayla-Dereköy güzergahına yöneliyoruz. Buraya kadar tırmandık. Az daha tırmanıp (374 m) İpekyayla’dan geçip Dereköy’e doğru salıyoruz bisileri. Çıktığımızın tersi artık inişteyiz. Çekrice’ye kadar ineceğiz. Elimdeki Google çıktıları, biraz yanıltıcı olsa da adres sorarken işe yarıyor.

Dereköy adı üzerinde dere yatağında. Yani inebildiğimiz kadar indik. Durmadık (sadece su takviyesi) devam ederek Çekrice’ye kadar geliyoruz. Saatler 3’ü göstermekte. Geride 25,4 km bırakmışız. 374’den 54 m’ye indik. Burada bir çay molası. Ve de karın doyurmaca. Yanımızdaki peynir ekmeği çayla bitirdik. Yeniden bir yol tarifi alıyoruz. Yaklaştıkça yeni güzergahlar çıkıyor. Şimdi Çaylı-Badırga-Taşpınar üzerinden gideceğiz.

50 dk kadar dinlendikten sonra Çaylı levhasını takip ederek, kafamızı karıştıran bir ayrımda alınan yeni bir bilgi ile doğru yolu bularak ilerliyoruz. Hafif bir tırmanışla ve de rüzgara karşı basarak Çaylı’yı geçip, adından da anlaşılacağı üzere bir çayın kenarında kurulu, Badırga’ya 16.45’de varıyoruz. 35 km gelmişiz. Bir mola, ayran+soda karışımı bir kokteyl, biraz sohbet, yol tarifi ve devam. Hava sıcaklığı 30,6 °C. Daha serinlemedi.





















Yol Badırga’ya kadar asfalttı. Köy asfaltı olsa da iyiydi. Şimdi stabilize oldu, sonrasında da toprak. Yani yağmurda geçilmez. 5 km kadar bu yolda ilerleyip asfalt yola bağlanıyoruz. Trafik başlıyor. Şimdiye kadar tek tük araba varken artık sayı oldukça çoğalıyor. Ve Taşpınar sonrası tırmanıyoruz, hafif hafif. Tepeyi bulunca göl de gözüküyor. Güneş üzerini cam gibi parlatmış. Ne de büyükmüş. Bir yığın da ada var üzerinde (8 ad.).

Nefis bir iniş önümüzde, öyle acayip diklerden değil. Keyifle kayıyoruz. Yenikaraağaç sağımızda kalıyor. Eski adı Çorapçı. Bu bölgede eski ve yeni isimler var. Değiştirilmiş. Kimi eskiyle anıyor kimi yenisini kullanıyor.

İzmir otoyoluna çıktık. Sağda güvenlik şeridinden kaymak asfalt üzerinden ilk sapağa kadar geldik. Fazla uzak değil, 500 m kadar. Eskikaraağaç levhasını görünce dalıyoruz içeri. 3 km sonra köye ve göle varıyoruz. Saat olmuş 18.15. Mudanya’ya yaklaşık 45 km uzaklıkta burası.

Bu bölge Ramsar alanı, koruma altında. Türkiye’deki en önemli kuş konak ve göç alanlarından olan Uluabat Gölü kıyısında. Her yıl mayıs – haziran aylarında ‘Leylek Şenliği’ düzenleniyor. Dünyanın pek çok yerinden gelen araştırmacıları ve meraklıları ağırlıyorlar. Uludağ Üniversitesi işin içinde.

‘9. Leylek Şenliği’ bu sene 1-2 Haziran'da olacakmış ama gezi olaylarından dolayı iptal edilmiş. İnsanlar gaza boğulurken bizim şenlik yapmamız doğru değil diyorlar.

Leylekler köyün her tarafında. Yavrular büyümekte, uçacak günlerini bekliyorlar.

Köy kahvesine oturup muhtarı soruyoruz. Bursa’da, oğlunun düğününde. Nerede kalabiliriz? Bize Recep Bey yardımcı oluyor ve köyde çadır kurabileceğimiz eski ilkokul binasının önünü öneriyor. Yanındaki WC de kullanıma açılıyor. Çadırı kurmadan bir köy turu atıyoruz. Çevre yolu diye işaretlemişler. Göle inen, köyün etrafında dolanan. Gölün deniz seviyesinden yüksekliği sadece 7 m. Biraz şaşırtıcı bir durum, gölün kıyısında 3 katlı bir apartmanı görmek oluyor. Nasıl böyle bir yere bunu dikmişler anlamak mümkün değil.

Uluabat Gölü (Apolyont): Yüz ölçümü 134 km2 derinliği büyük bölümünde 1-2 m’yi geçmez. Uzunluğu 25 km genişliği 14 km’dir. Uluabat Gölü günden güne çevreden ortaya doğru sığlaşmaktadır. Su rengi kirli beyaz renktedir. Dibi çamurlu bir yapıya sahiptir. Bilhassa rüzgarlı havalarda daha bulanık bir hal alır. Kuzeybatı kıyıları sazlık bir yapıya sahiptir. Suları tatlıdır. Yakın zamana kadar yoğun kerevit bulunan bir göldü. Aşırı avlanma ve gölün kirlenmesi sebebiyle kerevitin nesli kuruduğu gibi, balık türleri de azalmış ve tükenmek üzeredir. Yazın suları çekilir. Gölün alanı daralır. Suların çekildiği yerler tarım arazisi olarak kullanılır. Yakın zamana kadar zengin bir avlak alan olan Uluabat Gölü ördek katliamı sonucunda bu özelliğine de veda etmektedir.

Köy küçük, lokanta falan yok tabii. Bakkal var ama içi boş. Ne peynir, ne yoğurt, ne konserve. Bulduğumuz son ekmeği, helva, meyve suyuyla akşam yemeği olarak indiriyoruz. Biraz da kuruyemiş, yetiyor.

Çadır kurduğumuz yer köyün buluşma noktası. Gençler burada köşelerde sohbetteler. Kimi flört ediyor, kimi gürültü çıkarıyor. Yaşına göre bir durum var. Firu yatmadan önce bir duş alıyor, soğuk suyla. Benim gözüm yemiyor soğuğu ve sadece bisiklet giysilerini değiştirip pamukluları giyiyorum. Yolun yorgunluğu bizi erkenden tulumlara çekiyor. Hava sıcak, çarşaflar yetiyor. Kendimi Apollonia Krallığı’nda hayal ediyor, rüyalara dalıyorum.

Efsaneye göre, Marmara Denizi’nin güneyinde bulunan Odryses Çayı, Bandırma’dan denize dökülürmüş. Bugünkü Ulubat Gölü’nün olduğu yerde Apollonia Krallığı, Odryses Çayı’nın bulunduğu yerde de Melde Krallığı kuruluymuş. Melde Kralı, Apollonia kralının kızını oğluna istemiş. Ancak kız, bu izdivaca gönlü olmadığı için prensle evlenmemiş. Apollonia Kralı da kızını korumak için, bir tepe üzerinde saray yaptırarak kızını buraya saklamış. Bunun üzerine çileden çıkan Melde Kralı, oğluna istediği kızı alamamaktan dolayı kırılan onurunu onarmak için intikam alma yoluna gitmiş ve Odryses Çayı’nın yolunu değiştirip Apollonia kentinin bulunduğu topraklara akmasını sağlamış. Böylece tüm Apollonia toprakları sular altında kalırken prensesin bulunduğu sarayın çevresi sularla çevrili birer ada olarak kalmış. İşte efsaneye göre Ulubat Gölü de böyle oluşmuş.































Mudanya – Eskikaraağaç (Uluabat Gölü)

[Kızıltoprak-Kadıköy]-Kabataş-(gemi) Mudanya-Çepni-İpekyayla-Dereköy-Çekrice-Çaylı-Badırga-Taşpınar-Eskikaraağaç

Garmin yol bilgileri Mudanya-Eskikaraağaç

Tur tarihi: 22 Haziran 2013
Kat edilen mesafe: 51,89 km.
Ortalama hız: 11,5 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 4 sa. 30 dk., dışarıda geçen süre 8 sa. 3 dk. 
En yüksek sıcaklık 36 ˚C, en düşük 26 ˚C, ortalama 30,3 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 911 m, kaybı (iniş) 924 m.



23 Haziran 2013, Pazar / Eskikaraağaç - Esence

7’de kalktık, 8 buçukta yoldaydık. Gece rahat geçti, dolunay da vardı, gölün üzeri çok güzel parlıyordu. Bir tek bulunduğumuz yere köyün delikanlıları gelip gece yarısına kadar konuş-konuş bitiremediler meselelerini. Kafa şişirdiler. Şimdi çadırı görüyorlar ama bana mısın demiyorlar bağıra bağıra gecenin sessizliğinde mavra. Olacak iş mi? Bu tabii görgü meselesi. Olmayınca olmuyor.

Köyü terk etmeden önce Recep Bey’e bir teşekkür ve veda edip ayrılıyoruz Eskikaraağaç'tan. Sabah ışığı çok güzel yatay bir şekilde gölgemizi asfalta düşürüyor. Birkaç foto ve video alıp otoyola bağlanıyoruz. Artık kaymak asfalt üzerinde hafif eğimli bir yolda ilerlemekteyiz. Güvenlik şeridi seyri kolaylaştırıyor. Tek sıkıntı gürültü. Araçlar yanımızdan vızır vızır geçmekteler.

Sağ sol kebap-köfte-çevirme lokantalarıyla dolu. Şimdiden önlerinde araçlar var. Bazıları kahvaltı da veriyor. Biz de bir tanesine girip sahanda yumurtayı paylaşıyoruz. Biraz da zeytinyağı isteyip ekmeğimizi bana bana kahvaltımızı etmiş oluyoruz. 4 çayla beraber 10 lira ödeyip istasyondan (Alpet Üstünler Petrol) ayrılıyoruz (9.50).

Günün programında Gölkıyı köyüne uğramak var. Google’a göre otoyoldan sapılıyor. Bakınıp duruyoruz fakat bir türlü yolu gösteren bir levhayla karşılaşamıyoruz. Öyle aranırken bir de baktık Uluabat’a gelmişiz (21,5 km). Kahvedeki sohbette öğreniyoruz ki geride gözüken Kuşcenneti levhası oraya gidermiş. Artık gelecek sefere, şimdi dönemem.

Uluabat’a yaklaşırken güvenlik şeridi üzerinde duran bir tankerden yol kenarındaki ağaçlar sulanıyor. Araç da öyle bir geniş ki mecburen yola çıkmamız gerekecek. Şöyle bir arkama bakıp fırlayıp geçtim tankeri. Firu da arkamdan. Fakat yanıma geldiğinde beti benzi atmış, ciddi bir tehlikeyi atlatmış olduğunu öğreniyorum. Aynı şekilde tankeri sollarken arkadan gelen araba teğet geçmiş yanından. Milim kaldı sürtmesine diyor. Çok korkmuş. 

Korkulmayacak gibi değil. Adamlarda fren yok, geldiği hızla seni geçiyor. Ya bu bisikletli sağ sol yapar, yalpalar, bir şey olur, şuna mesafe bırak da geç... ne gezer. İllaki teğet geçecek. Sadist!

10.25, Uluabat’ta kahveye oturup masadakilerle sohbetteyiz. Yol tarifiyle başlayan konuşma memleket meselelerine geliyor. Biri çoban, Kırklareli Vize’li, diğeri buralı hayvancılık yapıyor. İkisi de hayatlarından, bugünün durumundan şikâyetçi. Hayvancılık bitti diyorlar, topraklarımız elden gitti, aldığımız krediyi geri ödeyemiyoruz, Denizbank elimizden her şeyimizi alıyor. İktidara öfke kusuyorlar. “İşimiz yürüsün diye muhtar bunlara oy verdirdi. Elimiz kırılaydı da veremeyeydik... “ Kiminle konuşsam bin pişman. Peki bu %50 nereden çıkıyor?!!!

Karacabey’e yan yoldan gidelim diye setüstü’ne yöneliyoruz. Araba gürültüsünden kurtulur, biraz da etrafı seyrederiz diye. Yol toprak denildi, ama taşlı çıkıyor. Önümüze bakmaktan etrafı göremeden 8 kilometreyi 55 dakikada zor alıyoruz. Çevre güzel ama mümkün değil bakmak. Taşların üzerinden yuvarlanarak giden tekerlerimize zorlukla hakim olabiliyoruz. Tek bir iyi tarafı sessizliği.

11.45, Karacabey’de acaba burada bir şeyler yesek mi yemesek mi ikilemi içinde kalıp sadece peynir alarak ayrılmaya karar verdik. Biraz da kuruyemiş diyerek girdiğimiz dükkanda başlayan yol sohbeti kısa zamanda samimiyete dönüşüyor. Dükkan sahibinin oğlu da bisikletlere hayranlık duyuyor. Bize Boğazköy ve Yenimahalle sahili öneriliyor. 

Kurşunlu’ya kadar nefis diyor Tamer Bey. Ama sonrasında yol bozuluyor ve dikleşiyormuş. Bandırma’ya kadar gidermiş ama motorla bile çıkamadım diyor. Zaten bizim de o yöne niyetimiz yok. Akçasusurluk’a kadar gidip oradan çayın üzerinden karşıya geçip Arapçiftlik Gölü’ne gitmeyi istiyoruz bugün. Ballıkaya’da geceleyelim. Ancak o bölge bataklık yakınında olduğundan şiddetle sivriye karşı ilaç bulundurun öneriliyor. Bunu okumuş ve yanımıza almıştık zaten.


























Karacabey Tarihi
Yöredeki yerleşimin M.Ö. XII. yy’da bölgeye göç eden Misiler’e dayandığı ve o dönemde Karacabey sınırları içinde Miletepolis adında bir şehir olduğu bilinmektedir. Karacabey ve civarına ilk yerleşenler,  günümüzden 4000 yıl kadar önce Orta Asya’dan geldikleri öne sürülen Etiler’dir.
Karacabey, Etilerden sonra; Misyalılar, Frigyalılar, Lidyalılar, Persler, Büyük İskender, Bergama Krallığı, Romalılar dönemlerini sırasıyla yaşamıştır. Bu bilgilere göre Karacabey, o sıralarda Mihaliç adıyla anılmaktadır.


Osmanlıların Lipodyum (Uluabat) Kalesini 1336 yılında aldığını gören Kalemastarya (Kirmastı-M. K. Paşa) ve Mihaliç (Karacabey) Tekfurları armağanlarla gelerek, Orhan Gazi’ye bağlılıklarını bildirirler ve böylece Karacabey Osmanlı Beyliği sınırları içine katılır.
6 asır kadar Osmanlı egemenliğinde sükûnet içerisinde yaşayan Karacabey, 1. Dünya Savaşından sonra 6 Temmuz 1920’de Yunanlılar tarafından işgal edilmiş, 14 Eylül 1922’de ordumuzun şehre girmesiyle işgalden kurtarılmıştır.

Karacabey çıkışı karşı rüzgara pedal basıyoruz. Trafiği var yolun. Pazar diye millet sahile gitmekte. Karşılıklı geliyor arabalar, sonu gelmiyor trafiğin. Biz de kenardan kenardan ilerlemekteyiz. Hava sıcak. Öğlen olmuş. Saat 1 gibi. Yol üzerindeki çukurlardan kaçmak için sağa kaçıyorum, derken kenardaki mıcırlarda tekerler kayıyor ve  soluma kayarak düşüyorum. Bir şey yok diye sesleniyorum Firu’ya. Kaygılanmasın diye. Bereket hızlı değildim. Biraz dirsek ve dizde sıyrık, tozlanan üst başla kurtarıyoruz durumu. Bugün ikimiz de ufak tehlikeler atlattık. Hadi hayırlısı. Çıkmadan kurşun da dökmüştüm :))

Karacabey’den 11 km kadar sonra köprü geliyor (Akçasusurluk) ve nehrin üzerinden geçip Hayırlar’a doğru, bir mola vermek, yol tarifini teyit ettirmek üzere pedallıyoruz. Nehir kenarı, su bol, o nedenle çeltik tarlaları çoğunlukta. Domates bolca gördük, mısır, bostan, bir ara şeftali ağaçlarının yanından geçtik. Daha hiçbir şey olgunlaşmamış. Temmuz ortası başlarız hasat almaya deniliyor.

13.45, Hayırlar’da kahvede karnımızı ekmek-peynirle doyuruyoruz. Biraz nefeslenip kendimize gelip tekrar Ekinli’ye doğru çıkıyoruz (14.20). Yol buraya kadar düz idi. Şimdi hafif bir rampa, tatlı eğimli bir yol üzerindeyiz. Nilüfer çayına gelip soldan devam ediyoruz. Trafik karşısı gibi değil. Yol asfalt. Her tarafta bolca çeşme. Suları buz gibi. Arada durup kafayı ıslatıyoruz. Sağımız ıhlamur ormanı, solumuzda Nilüfer Çayı akmakta. Ekinli biraz içerlek, çıkmayalım şimdi diye Ballıkaya’ya devam ediyoruz (düz devam edilecek, işaret yanlış konulmuş). Fazla uzak değil, 2 km kadar arası. Ancak burada asfaltın erimiş olması durumumuzu perişan ediyor. Tekerlere yapışan zift ve taşlar çatır çutur çamurluklara çarparak gürültü çıkarmakta. Rahatsız ve sinir edici bir durum.

Ballıkaya küçücük bir yer. Kahvesinde kimse yok, çaycı bile. Bir gölgeye yerleşip etrafı izleyerek dinleniyoruz. Daha saat erken, 15.35. Devam mı burada mı kalalım diye birbirimize bakınıyoruz. Derken gelen bir genç ile başlayan sohbet eski muhtar İsmet Bey ile renkleniyor. Oradan buradan diye diye aynı şikayetleri burada da dinliyoruz. Herkes bin pişman.

Burası çok sinekli olur diyor, rüzgar durunca sivriler çıkıyormuş sahneye. Durulmazmış. Fazla uzak değil, 8 km ileride sahil başlıyor. Hem deniz hem de bolca çadırlık yer bulursunuz diye bizi ikna edince Ballıkaya’ya veda edip ilerlemeyi sürdürüyoruz. Köyün 2 genç bisikletçi kafadarlarıyla. Gerçi onlar yolun başında ayrılıyorlar. Ama bisikletli görmek insanın hoşuna gidiyor. Yanımdaki malzemeyle zincirlerini yağlıyorum. Çok seviniyorlar.

Arapçiftliği Gölü, Kocaçay Deltası'nın en büyük gölüdür. 391 hektar büyüklüğündedir. Bir alüvyon özelliği taşıyan gölün ortalama 55 cm, azami derinliği 170 cm civarında olan gölde balıkçılık yasaktır. Göl, acısu krateri olma özelliği taşır ve tuzluluğu mevsimlere göre değişmektedir. Tuzluğu en az şubat ayında %0.5, en yüksek ise ekim ayında %19.6'ya ulaşır.

Sahil yolundayız ve derme çatma yazlıkların yanından ilerlemekteyiz. Burası tüm tepedeki köylerin sahili. Herkesin de anladığım kadarıyla bir kulübesi var.

Gene tırmanıştayız, yoldaki asfalt iyicene erimiş, zift deryası olmuş. Batmadan gidecek yer yok. Tekerler zor dönüyor, yapıştı gene çakıllar. Sinir mi sinir, gıcık mı gıcık bir durum. Derken arkadan bir ses “kesmece bunlar”. Bu berbat durumda daha iyisi olamazdı. Şu rampayı çıkayım bir karpuz yiyelim hayallerini gerçekleştirmek için kamyonet gelmeden sağda durup el ediyorum. 5,75 verip koca bir karpuzu oracıkta yarıya indiriyoruz. Kalanı da bagaja bağlayıp çamurluktan çıkan çat çut sesleriyle çıktığımız kadarını iniyoruz.

Nerede kalalım diye diye Mesudiye, Eğerce, Söğütpınar köylerinin sahillerini geçip Esence’nin sahilinde çadırımızı kurmaya karar veriyoruz. Ama sahil yolundaki sapağı kaçırıp kendimizi rampa tırmanırken buluyoruz. Hoppala diyene kadar bir hayli ilerlemiş olduk. Soracak kimse bulana kadar da yolun yarısını çıktık. Şimdi in, sabah tekrar çık, hiç işime gelmiyor. Devam diye diye dikleşen rampada oflaya poflaya, gözüme akan terin yakmasına sinirlenerek köy meydanını buluyoruz (18.15). 76,5 km yapmışız sabahtan beri. Denizden 119 m yüksekteyiz.

İlk işimiz çeşmede yüzümüzü yıkamak, kafayı ıslatmak oluyor. Sonra caminin önünde ağaçların altındaki banklara yerleşip muhtarı aramak. Sahildeymiş, derdimizi anlatıp çare soruyoruz. Bekleyin geleceğim yukarıya diyor. Bekliyoruz.


Epey bekledik ama sonunda muhtar Ali Bey’i karşımızda görüyoruz. “Gelin sahile götüreyim sizi” diyor, “hem de lokanta var”. “Aman boş ver. Yanımızdakilerle burada idare ederiz. Biz nerede kalacağız, onu söyle.” “Kullanılmayan kahve var, pek temiz değil ama”. “Olsun idare ederiz, bir gece zaten”. Anahtar? Bulunamıyor. Daha doğrusu kahya Hasan Bey’de, o da yok. Cep de kullanmazmış. Beklemedeyiz gene. Bu arada köyün ‘Park’ denilen yeni açık hava kahvesinde çay eşliğinde sohbetteyiz Esence sakinleriyle. Onların aralarındaki şakalaşmaları, bizim gezi hikayelerimiz zamanı çabuk geçiriyor. Buraya Eşkel de diyorlar. Yeni ve eski isim. Karma karışık bir durum. Sonunda muhtar bizi üst katta muhtar odasının yanındaki odada yatırmayı öneriyor. O da olur. 2 döşek var, biz de üzerine tulumları attık mı iş tamam. Aynen oluyor ve bisikletleri yukarıya alıp tulumlara çekiliyoruz.
























Eskikaraağaç – Esence

Eskikaraağaç-Uluabat-Karacabey-Akçasusurluk-Hayırlar-Ekinli-Ballıkaya-Eğerce Sahil-Esence

Garmin yol bilgileri Eskikaraağaç-Esence

Tur tarihi: 23 Haziran 2013
Kat edilen mesafe: 76,45 km.
Ortalama hız: 9 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 5 sa. 48 dk., dışarıda geçen süre 8 sa. 28 dk. 
En yüksek sıcaklık 36 ˚C, en düşük 26 ˚C, ortalama 30,3 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 805 m, kaybı (iniş) 704 m.



24 Haziran 2013, Pazartesi / Esence - Mudanya

Camiye yakın uyuduğumuzdan sabah ezanıyla bir uyandık. Beynimizde patladı ses. Sonra biraz daha dalıp 7 olmadan ayaklandık. Firuzan bir duş aldı ve toparlanıp büyük ağacın altında kahvaltımızı yapmaktayız. Çaylarımız FB’liler kahvesinden, sarı lacivert. Köy çok keyifli, hayat başlamış. Otobüsler kalkmakta. Bursa’ya gidenler. Camideki köy kahvesinin (Gençler Kıraathanesi) işletilmesini kimseye verememişler. Halbuki her şeyi hazır diyor muhtar. Firu’nun teklifi açık hava sineması kurmak önüne. Belgeseller, eski Türk filmleri vs. Ama bunu takip edecek biri lazım. O da burada yoktur herhalde.  

Sularımızı tazeleyip muhtar Ali Bey’e teşekkür, Esence ve herkese veda edip yola çıkıyoruz. Saat 9 olmamış. Güzel bir inişle uçuyoruz. En hoşuma giden durum bu. İlk pedalda fazla zorlanmadan süzülüp gitmek. 5 km kadar indik. Etraf zeytinlik, yağ fabrikaları, çiftlikler. Hedefimiz Tirilye, 12 km sadece. 2 km kadar düz gittikten sonra bir tırmanış geliyor. 1 km kadar hafif bir eğimle çıkıp sonra %5-6, yer yer 7-8 olan bir tırmanışla Tirilye’nin tepelerine geliyoruz. Sabah sabah işe giden minibüsler – arabalar yanımızdan geçmekte. Hava 28,9 derece, 176 m’deyiz, geride 9,4 km bırakmışız. Tepe noktasından 9 buçuk gibi kendimizi Tirilye’ye bırakıyoruz. Kıvrılarak inen yol, sonunda bizi güzel bir beldeye getiriyor. Her yer zeytin ve yağıyla ilgili dükkanlarla dolu. Bir iki fırın, bolca kahve, lokantalar, solmuş bir ampul... Çok keyifli bir yer. Hep merak etmişizdir burasını, adını sıkça duyardık.

Kendimize bir kahve seçip yerleşiyoruz, Orta Kahve. Yan masadaki beyle kısa zamanda sohbet başlıyor. 86 yaşında Cemal Bey. Doğma büyüme buralı. Hayatını özetliyor. Gençliğinde lokantada çalışmış, araba alıp satmış, milletvekilliği yapmış, 5 çocuğu var, biri Almanya’da. Ne güzel bir duygu. Yol almış insanları dinlemek, onların yaşadıklarını öğrenmek. Zaman öyle hızla geçiyor ki, yaşadığın yanında kar kalıyor. Aslında hiç bir şeyi esirgememeli, ertelememeliyiz.

Tirilye’nin sahilini dolaşıp iki yanına pedallıyoruz. Hafta başı olması sebebiyle sakin. Fazla insan yok yollarda. Kahvelerde oturan belde sakinleri, hafta sonunun yorgunluğunu-telaşını atmaktalar herhalde. Aradığımız kırmızı buğday ekmeğini bulamıyoruz. Hafta sonu bitmiş. Demek her şey gelenlere göre ayarlanıyor.




















Tirilye Tarihi
Zeytinbağı (Tirilye), olasılıkla Mudanya’nın fethi ve Mirzaoba, Kaymakoba gibi Türkmen köylerinin kuruluşu evresinde (1321-1330 arasında) Osmanlılar tarafından ele geçirilmiştir. Fethinden sonrada Rumların çoğunluk olarak yaşadıkları bir yerleşim olma özelliğini korumuştur. 
Beyazıt II (salt. 1481–1512 ) döneminde İstanbul’dan 30 hane Türk’ün getirilerek yerleştirildiği ve eski kayıtlarda Kitai’nin iskelesi olarak anılmakta olan Tirilye, Osmanlı döneminde Rumların büyük çoğunlukla yaşadıkları zengin bir yerleşim yeri idi.
1324 H. (1906) tarihli Hudavendigar Vilayeti Salnamesi’nde ise şöyle tanıtılmaktadır: 
“Tirilye bucağı, Mudanya ilçesinin batısında ve Marmara Denizi kıyısındadır. Hoş bir havası vardır. Kasabada bir Cami-i şerif, bir İslam ve iki Hristiyan ilkokulu, yedi kilise ile eski eser niteliğinde üç manastır vardır. Kemerli denen kilisenin iç bölmelerinde bazı eski eserler bulunmaktadır. Başlıca üretimi zeytin, koza ve ev içi imalat sanayinden olarak çeşitli oda dokumalarından oluşmaktadır. Zeytin ürünü Doğu Rumeli ve Karadeniz kıyıları ile İskenderiye dolaylarına gönderilmektedir.” 


1909’da Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’nın öldürülmesi üstüne, bir süre Mahmut Şevket Paşa adı verilen kent, kısa süre sonra yine eski adıyla anılır olmuştur.

Yunanlıların 1920–1922 arasında Bursa ve çevresini işgal altında bulundurduğu dönemde, Kral Konstantin tarafından ziyaret edilen (Eylül 1921) Tirilye, 13 Eylül 1922 günü Türk ordusunun gelmesi ile işgalden kurtarılmıştır. Kurtuluş Savaşı sonrasında, beldenin Rum halkından bir bölümü kendiliğinden, bir bölümü de Lozan’da varılan “Mübadele Anlaşması” gereğince Yunanistan’a göç etmiş.

Onların yerine Selanik ve Girit’ten gelen Müslüman-Türk göçmenler yerleştirilmiştir. Ayrıca Selanik, Usturumca, Dedeağaç, Serez, Tikveş, Karacaovalı ve Bulgaristan'dan gelen  göçmenlerde bölgeye yerleşmiştir.

1963’te Tirilye adı kaldırılarak yerine Zeytinbağı adı verilmiştir.
25 Ocak 2012 Resmî Gazete Sayı: 28184.
Yer Adının Değiştirilmesine Dair Karar.
İçişleri Bakanlığından: Bursa İli Mudanya İlçesi Zeytinbağı Beldesinin isminin “Tirilye” olarak değiştirilmesi, 5393 sayılı Kanunun 10 uncu maddesi uyarınca uygun görülmüştür.

Saat 11 gibi Tirilye’den ayrılıyoruz. Yol bir tırmanışla başlıyor. 1 km kadar %8’lik bir eğimle, fazla dik değil. Sıcaklık 30,8 derece. Deniz seviyesinden 96 m’ye çıktık. Mudanya sadece 10 km uzakta. BUDO biletimizi bir önceki sefere değiştirmek için 2’ye kadar vaktimiz var. 

Rahatız, kolaylıkla yaparız. Doğru ya, unuttum söylemeyi. Evdeki hesap çarşıda değişti. Ballıkaya’da kalmayıp Esence’ye gelince Mudanya’ya fazla bir şey kalmadı. Aradık ve 15’de bir seferin olduğunu öğrendik. Bilet başı 2 lira alarak değiştiriyorlarmış. İDO olsaydı kim bilir neler keserdi!

Yol inişli çıkışlı. Solumuz deniz, manzara müthiş. 40 km hızla inip 7 km’yle çıkıyoruz. S şeklinde bir yol. Kıvrılarak Mudanya’ya varıyoruz (12.00). Arada Kumyaka ve Arnavutköy var.

Hava sıcak, bayağı sıcak. Mudanya girişinde pazar kurulmuş. Sevinçten hemen dalıyoruz. Firuzan kiraz ve ahududu alıyor. Cumartesinden beğendiğimiz bir kahve vardı, Akbaş Çayevi. Onu bulup yerleşiyoruz. Bir soda bir kahve. Karşıdan alınan dondurmayı ahududuyla servis edip indiriyoruz mideye.

Çok güzel bir yer bu kahve, huzur veriyor. Biletleri değiştirmek için iskeleye varıp Mudanya’nın sahilinde, İnönü bulvarında pedallayıp, restore edilen ‘Mütareke Evi’ni de görüp yemek yiyecek yeri bulmaya çalışıyoruz. Mudanya küçük bir yer, dön dolaş aynı yere çıkıyorsun. ErGüven lokantasına kuru+taze fasulye+bulgur+cacık+2 su=17.50 ödeyip ayrılıyoruz.


Mudanya'nın Tarihçesi
Mudanya, milattan önce 700'lerde İyonlu Kolonistlerden Kolofonlular tarafından kurulmuş, tarihi ve coğrafik özelliği sebebiyle yaşayan insanların dikkat ve özenini çekmiş şirin bir sahil kentidir.
İlk adının MYRLEA olduğu bilinmekte ve ondan sonraki devrelerde devamlı işgale uğradığı, arkeolojik araştırmalarla saptanmış bulunmaktadır. Makedonya Hükümdarı 5. Filip (PHLIPOSS) tarafından istila edilen Myrlea yıkılarak yerine, APAMEIA adı ile yeni bir şehir inşa edilmiş bulunduğu anlaşılmaktadır. Apemia, deniz yoluyla gelecek tehlikelerin bertaraf edilmesi için yaptırılan hisarla çevriliymiş, Zeytinbağı (Trilye) ve Kumyaka (Siği)'da halen bu hisarın kalıntıları görülüyor. Apemia'nın işgalinin ardından kent tekrar imar edilerek MONTANIA adı verilmiştir. Şimdiki adı olan MUDANYA'nın buradan geldiği sanılmaktadır.
Mudanya, 1321 yılında Orhan Bey tarafından fethedilerek Osmanlı topraklarına katılmıştır.
Mudanya Kasabası, Mondros Mütarekesi'nden sonra, önce İngiliz istilasına uğramıştır. Fakat bu işgal bir gün bile sürmemiştir. Vatan toprağına âşık, Jandarma Onbaşısı Şükrü Çavuş, kimseden emir almadan yalnız başına mavzerini kaparak İngiliz Deniz Piyadesinin çıkartma yaptığı iskeleye koşarak gitmiş ve silahını ateşlemiştir. 25 Haziran 1920 akşamı İngiliz Ordusu'ndan bir binbaşı ile bir eri öldürdükten sonra İngiliz'ler tarafından şehit edilmiştir. Fakat, 11 gün sonra 6 Temmuz 1920'de, İngilizler yerlerini Yunanlılara bırakmışlardır. Kent, düşman işgali altında 2 yıldan uzun bir süre kalmıştır.
Mudanya Mütarekesi
Mudanya'da Kordonboyunun (İnönü Bulvarı) sonunda, Mudanya Mütarekesi'nin imzalandığı ahşap yalı yer alır. 19. yüzyıl sonlarının mimari yapısını taşıyan bu tarihi binanın ilk sahibi Rus asıllı tüccar Aleksandr Ganyanov'dur. Daha sonra Mudanyalı işadamı Hayri İpar'ın satın aldığı bina onarılarak, 1937 yılında müze haline getirilmiştir.

Bu tarihi yalı, 3-11 Ekim 1922 tarihlerinde, Kurtuluş Savaşı'nı zaferle bitiren tarihi anlaşmaya katılan tarafların hararetli görüşmelerine sahne olmuştur. 11 Ekim sabahı, Yunanistan'la savaşa son veren anlaşma imzalanınca Trakya, İstanbul ve Boğazlar işgalden kurtarılmıştır. Mudanya Mütarekesi, Türk Devleti'nin siyasi alandaki üstünlüğünü tanıtan ilk belgedir.

Geminin hareketine 1 saat var. Gazetemizi aldık, parkta bulduğumuz gölgedeki bankta saatin dolmasını beklemekteyiz.

Bir telaş içinde turnikelerden geçip velespitleri sağlamca sabitleyip koltuklarımıza yerleşerek yaklaşık 2 saat tutacak yolculuğa çıkıyoruz. Bir uyku alıyor beni. Gözlerimi kapatıp dalıyorum rüyalara.

Kabataş’a varışımız 5. Buradaki gemi kaçıyor. 15 dk sonra Beşiktaş’tan var. Ona yetişelim bari.

Kadıköy gemisi kalabalık. Çevik kuvvet de biniyor. Rahatsız ediyor insanı. Pazar günü olanları gazeteden okuduk. Polisin tavrı değişmemiş. Abartılı güç kullanmış gene. Tarih yazılıyor ülkemizde. İleride bunları daha iyi değerlendireceğimize eminim.

Moda’da dondurmacı Ali Usta’dan alınan kaymaklı ve SantaMaria (ne tadında olduğunu çözemediğim) karışımlarıyla ağzımızı tatlandırıp 6’yı çeyrek geçe Kızıltoprak’ta bizi bekleyen arabayla eve direksiyon sallıyoruz.

Hava sıcak İstanbul’da (32,9 °C). Eve varıp suyun altına girmeyi bekliyorum. 3 gündür yıkanmadım. Kurudu cildim.









Esence - Mudanya

Esence-Tirilye-Kumyaka-Mudanya-(gemi) Kabataş-[Beşiktaş-Kadıköy-Kızıltoprak]


Garmin yol bilgileri Esence-Mudanya


Tur tarihi: 24 Haziran 2013

Kat edilen mesafe: 38,56 km.

Ortalama hız: 10,7 km/sa.

Bisiklete biniş süresi 3 sa. 36 dk., dışarıda geçen süre 4 sa. 26 dk. 

En yüksek sıcaklık 34 ˚C, en düşük 24 ˚C, ortalama 30 ˚C

İrtifa kazancı (çıkış) 748 m, kaybı (iniş) 839 m.


















Mudanya – Eskikaraağaç (Uluabat Gölü) – Esence – Mudanya

[Kızıltoprak-Kadıköy]-Kabataş-(gemi) Mudanya-Çepni-İpekyayla-Dereköy-Çekrice-Çaylı-Badırga-Taşpınar-Eskikaraağaç-Uluabat-Karacabey-Akçasusurluk-Hayırlar-Ekinli-Ballıkaya-Eğerce Sahil-Esence-Tirilye-Kumyaka-Mudanya-(gemi) Kabataş-[Beşiktaş-Kadıköy-Kızıltoprak]

Tur tarihi: 22-23-24 Haziran 2013
Kat edilen mesafe: 166,90 km.
Tur bilgisi: BUDO Kabataş-Mudanya seferi rahat. Şirket bisikletlere yardımcı oluyor. Sitelerinde 2 bisiklet sınırı getirmiş olsalar da bir iki fazla bisikleti geri çevireceklerini sanmıyorum. Daha fazlası için yer bulma sorunu olabilir. Üst üste yığmak şartıyla belki 6-7 bisiklete yer bulunur. Bisikletleri sabitlemek için bagaj lastiği gerekli oluyor.

Mudanya-Eskikaraağaç yolu büyük bölümü asfalt. Badırga-Taşpınar arası stabilize/toprak. Mudanya’dan dik bir tırmanış ile çıkılıyor Çepni’ye kadar. Sonrası çoğunlukla iniş. Fazla sert olmayan tırmanışlar olsa da.

Eskikaraağaç-Karacabey-Ballıkaya oldukça düz. Hafif çıkışlar olsa da. Ballıkaya sonrası Esence sahile kadar bir iki kısa sert tırmanışlar olsa da rahat gidiliyor.

Çok sıcakta asfaltta erimeler sorun yaratıyor. Ballıkaya öncesi ve Eğerce çıkışlarında var. Teker vs batıyor ve rahatsız edici sesler çıkıyor çamurluktan.

Esence sahilden köye çıkış dik. Plaja gidenlerin trafiği var. Yolun bazı yerlerinde delikler sorun çıkartabilir. Ancak tamamı asfalt.

Esence-Mudanya arası inişli çıkışlı. Tirilyeye kadar yol sakin, Tirilye-Mudanya arası kalabalık ve inişli çıkışlı. Ancak sorun değil. Rahat gidiliyor. Tamamı asfalt.

Tüm yol üzerinde çayevi bolca. Büyük yerleşim yerlerinde lokanta var. Bursa-Karacabey yolu otoyol, bolca lokanta, benzinci var. Eskikaraağaç köyünde lokanta yok, bakkal yetersiz. Esence köyünde lokanta yok, bakkal var. Sahil boyunca bolca lokanta var.

Çadır kurulacak yer çok. Olmayan köyde muhtara danışıp yer sormakta yarar var. Otel-pansiyon Karacabey, Tirilye, Mudanya dışında ancak sahilde bulunabilir. Onun dışında yok.