20 Ağustos 2017

[bisikletle]Türkiye: Çoruh Nehri Boyunca (Sivas II) -B-

19 Ağustos 2017, Cumartesi / Sivas II (20. gün) -B-

Blogspot sınırlı alan tanıdığından günün gezi notları bölünmek zorunda kalınmıştır. Öncesi için lütfen tıklayın.

Güdük Minare, Dikilitaş mahallesinden geçilip hafif bir yokuş sonrası sola saptığınızda karşınıza geliyor. Bunlar çok güzel Selçuklu yapıları. Muhteşem, ama haliyle mahallenin ortasında sıkışmış kalmış. Her gün göre göre kanıksanmış haliyle. Karşısındaki kahveye yerleşiyor iki çay eşliğinde doya doya seyrediyorum. Ne güzel küpten silindir formuna geçilmiş. Aradaki geçiş elemanları düz-ters üçgenlerden oluşuyor. Ancak turkuaz çinileri dökülmüş, az miktarda kalmış.

Eratnaoğulları'ndan Şeyh Hasan Bey'in türbesi olan Güdük Minare, 1347'de yaptırılmıştır. Kesme taş kare alt yapıya tuğladan iri üçgenlerle oturtulan silindirik gövdeyle ilginç bir mimari eser oluşturulmuştur. Tuğladan silindirik gövde, firuze çinilerle süslenerek renkli bir görünüm elde edilmiştir. Hemen her yönde penceresi olan yapının giriş kapısı kuzeydedir.

Tepelere doğru yürümekteyim, vatandaştan yön tarifi alarak. Biraz tarif vermekte zorlanıyorlar. Net konuşamıyorlar. Düz gideceksin diyor halbuki sağdan gitmem gerektiği uzun uzun sorgu sual ettikçe anlaşılıyor. Kafasındakini karşısındakinin anlayabileceği şekle sokmakta sıkıntıları var gibime geliyor.

Mehmet Ali Hamamı tamamen kılık değiştirmiş, yanına ‘moderen’ bir bina, ve giydirme ile yüzme dersleri falan verildiği duyurulmakta. Sağda bir dondurmacı, kendi imalatları olduğu açıklanmış. Merkezde gördüklerim malum markalar olduğundan istemedim. Bunlarda sadece iki çeşit var; kaymak-çikolata. İki liralık alıp yalayarak değil ısırarak devam ediyorum yoluma. Saatlerce dondurmayı yalamaktansa hemencecik yutmak daha hoşuma gidiyor.

İnönü Konağı sırada. Bahçesinde çay, tost vb şeyler yiyebiliyorsunuz. Konağın içinde biraz etnografik objeler ve İnönü fotoğraf ve kıyafetleri sergilenmekte. Tabii giysiler sonradan aslına benzetilerek dikilmiş. İnönü, 1891-97 yıllarında orta okulu okurken burada oturmuş.

Diğer gezilecek yerlerin yönlerini sorarken karpuz yiyen beyden izin alarak bir lokma atıyorum ağzıma. Amma karpuz çekiyor canım bilemezsiniz. Anlıyorlar herhalde ki bir koca tabak önüme geliyor. Şapır şupur dalıyorum. İnönü Konağı Adalet Bakanlığı tarafından işletiliyormuş, yani bahçesi. Herhalde mensuplarının kullanımı için.

Hemen arkasındaki Yeşil Konak (Cafe&Restaurant), şahsa ait. Burada da düğün durumları var, iki farklı çiftin bahçede pozları çekiliyor. Hani bu durum artık moda oldu, dolaşarak değişik mekanlarda pozlar çekiliyor. Bazen çok komik sahnelerle karşılaşabiliyorsunuz. Konağın sahibi Ahmet Bey ile tanışıyor özel müze olan bölüme giriyoruz. Bana her obje ve katla ilgili ayrıntılı bilgiler veriyor. Karışık da olsa çok güzel parçalar toplamış ve konağa yerleştirmiş. Mobilyalar, tablolar, aydınlatma elemanları, halılar kilimler, vazolar, mutfak araç gereçleri, silahlar, sikkeler... gibi. Kendisi ODTÜ Mimarlık mezunu. Ardından arkeoloji tahsili ile çok iyi eğitmiş kendini. Burasını bir Ermeni beyden satın alıp yıkık dökük halinden bugünkü durumuna nasıl getirdiğini dinliyorum. Ama Sivas’ın bozulması artık rahatsızlık verdiğinden gitmek istiyor. Bodrum diyor. Bu eşyalar oraya nasıl gidebilir ki? Siyasetten, dinden, yobazlardan, yalancılardan konuşuyoruz. Günümüz iktidarının nasıl da bu işi siyasi malzemeye dönüştürdüğünü, ama artık kelin göründüğünü, sona gelindiğine dair değerlendirmeler.

Alibaba Cami’yi de göreyim, buraya kadar çıkmışken. Ne var ki sadece yatırların bölümü görülebiliyor. İbadet yeri kilitli. İmam herhalde kimseye güven(e)miyor, açık bırak(a)mıyor. Camii önünde ve arka kısmındaki büyük bahçe içinde çok sayıda mezar bulunmakta. Camii 1792 yılında yapılmıştır. Camii üzeri çift eğimli ahşap çatı ile örtülüdür. İçten iki kubbelidir. Kubbelerin biri ana mekanı örter, öteki son cemaat mahallinde bulunur. Hemen yanı başındaki Susamışlar Konağı da kapalı. Belediyeye ait burası da. Bugünkü konağın girişinin üstündeki köşk bölümü ile konağın önündeki çeşme 1815 yılında Benderli Ali Ağa tarafından yaptırılmıştır. Konağın diğer kısımlarının bu tarihe yakın bir tarihte yapılmış olduğu söylenebilir.

Yürüyerek, dönüş yolu üzerinde Zincirli Minare Cami’yi de dıştan görüp, artık içine girmekten sıkıldım açıkçası, devam ediyorum. Caminin kuzeybatı köşesinde son cemaat yerine bitişik olarak yükselen minaresi kesme taştan inşa edilmiştir. Bir kenarı 2,20 metre ölçüsündeki kare kaide üzerinde silindirik güdük kalın gövde yer almaktadır. Yarım silindirik taş bilezikten sonra dışa doğru genişleyen şerefe altı bulunmaktadır. Bilezikten gövdeye doğru sarkan demir zincirden dolayı bu camiye ve minareye bu ad verilmiştir.

Sivas kalabalık bir şehir. İnsan kaynıyor ortalık. Bolca pideci var, iki adımda bir karşınıza çıkıyor. Bolca çaycı var, millet oturmuş kimi oyun oynamakta kimi sohbette. Gençler de fazlaca, kapalı/açık. Yemek yiyecek farklı bir yer arayışındayım. Ancak içine et girmemiş yemek yok Sivas’ta. Tek şansın çorba/pilav, maatteessüf bu bir gerçek. Dün yediğim yerde menemen istiyorum. Sadece kahvaltıda veriyorlarmış. Kafaya bak sen. Nedir ki menemen, hazırlaması on dakika sürmez. Dünkü turlamada yanından geçmiştim: Ömür Lokantası. Oraya bir bakayım. Aynı durumlar, bereket yayla çorbası var. İçinde pirinç de vardır, tutar. 7 lira bir çorba. Sonra buranın bir simidi var, ince ve daha sertçe, 50 kuruşmuş. Çok da merak ediyordum tadını. Bir tane deniyorum, güzelmiş. Kesmedi, bir şeyler daha istiyor canım. Paşa Camii karşısında Saray Kır Pidesi Salonu’nda su böreği görmüştüm. Bir porsiyon, çayla 4,5 liraya biraz doyuyorum. Çerkezin Kahvesi’ne git demişti dünkü garson. Paşa Cami’nin hemen arkasında. Boş bir masada yerimi aldım. Gölgelik, püfür püfür, bir sade (8-) ile etrafı keserek, Ömer’le telefonda konuşarak vakit geçirmekteyim. Kahvenin ocağı çok güzel, tam fotoğraflık. Eskiden kaldığı belli bu yerin. Dün 5 lira fazla demiştim bugün 8 lira bir hayli fazla ama kahvesi güzeldi, sunum da son zamanlarda karşıma çıkan lokum ve zarf içinde.

Sebze Hali'ni öylesine dolanırken keşfediyorum. Bayılıyorum böyle yerlere, canım hepsinden almak istiyor. Madımak’ın kurusu var, 70-TL/kg. Alıp kargolasam mı? Yanına bir şeyler daha koysam. Ama bakliyatlarda farklı bir şeyler gözüme çarpmıyor. Suşehri’nin fasulyesi meşhurmuş. Ne var ki evde fazlasıyla fasulye var. Daha fazla olmasın. Elâzığ’daki malzemeler daha yereldi. Peynircileri buranın dikkat çekici. Çok leziz gözükmekte. Ama bozulur herhalde kargo süresince, boş ver oğlum. Gerçi gözlük üç günde geldi. PTT Kargo çok ağır çalışıyor. Özeller daha hızlı. Ancak biraz daha pahalı sanırım.

Tezgahların birinde tanıştığım emekli spor öğretmeni ile uzunca konuşuyoruz. Gezmeye meraklı, benim de ziyaretimin sebebini öğrenince seviniyor. İstanbul’da da bulunmuş. Modoko, Keyap... buraları biliyor. Hafik Balı’nı öneriyor. Kilosu 25 lira, piyasaya göre fazla ucuz değil mi? Yoksa yanlış mı duydum? Çerçeveli peteklere 16 lira istiyordu. Bulgur burada 2,5-3 lira arası değişiyor.

Hatay usulü tepside künefe, dün geçerken görmüştüm, Hüsne Chef’s (Kahvaltı&Yemek Diyarı). Bugün yiyeceğim. Kaymaklı ısmarlıyorum. Pişmesi zaman alır, ben de bu arada Tokat’ın gezilecek–görülecek yerlerini çıkartıyorum. Ve künefem geliyor. Tadı güzel, afiyetle götürüyorum. Evet Hatay’da koca tepsiden servis ediyorlardı, İstanbul’daki gibi küçük yuvarlak kaplarda değil.

Sabah kahvaltı salonunda da vardı, aileler bebelerine nasıl davranacaklarını pek öğret(e)miyorlar. Çocuklar hem bağrışıyor, yemek salonunda koşturarak oynuyor, ellerindeki cisimleri, boş pet şişesi, kola kutusu falan sağa sola atarak kafa şişiriyorlar. Anası da babası da öyle bakmakta. Kendisine de öğretilmemiş, sen ne bekliyorsun ki, haberi yok senin anlattığından!

Hava kararmakta, İnönü Bulvarı kalabalık, Saturday Night Fever durumları. Bolca kafeler, lokantalar, büfeler, dükkanlar, oteller falan sıralı. Biraz fotoğraf makinesiyle oynuyor, uzun pozlama resimler çekiyorum. Kasklı, ışıklı bisikletçiler de var geçen, öylesine binenler de. Gençler süslü, hatunların dudakları çok belirgin koyu kırmızı boyanmış. Sanki yüzünden fışkıracak gibi. Tırnaklar son günlerin modası koyu kırmızı-bordo karışımı veya rengarenk. Fransızcadan dilimize geçen ojenin (onglé) şaşırtıcı tarihini bilmek ister misiniz? Ojeyi ilk Mısırlılar tırnak rengini toplumsal sınıfları birbirinden ayırmak amacıyla kullanmışlardır. Kral Akhenaton'un eşi Nefertiti'nin el ve ayak tırnaklarını yakut rengine, Kleopatra'nın ise vişne rengine boyadığı bilinmektedir. Alt sınıfları temsil eden kadınların yalnızca donuk renkleri kullanabilmelerine izin verilmiştir. Eski Mısır’da Krallar da tırnaklarını boyuyorlardı. Fakat kadınların tırnaklarını boyama adetinin asıl Kökeni Çin’dir. Çin’de kadınların tırnak renkleri, ait olunan sosyal sınıfın bir göstergesiydi. MÖ 600 yıllarında Çin hanedanının tırnak renkleri altuni ve gümüşi renklerdi. Daha sonraları kırmızı ve siyah renkler asaletin sembolü olarak yüzyıllar boyu kullanıldı. Erkeklerin de tırnaklarını boyamaları Mısırlılar, Babilliler ve sonraları Romalı üst rütbeli savaşçılar arasında yaygındı. Romalı komutanlar savaşa gitmeden önce saçlarını yağlarla parlatmak, kıvırcık hale getirmek ve tırnaklarını dudakları ile aynı renge boyamak için saatler harcıyorlardı... denilmekte. Sınıf farkını vurgulayan, bakımın, kültürün ve asaletin sembolü. Çalışanlar ile tüm günlerini tırnaklarına bakarak geçiren aristokratları ayıran bir gösterge.

ÖE’de gene düğün var. Yarın için yakındaki Halkbank ATM’den biraz nakit alıp odaya çıkıyorum. Davul zurna sesi içeriye kadar geliyor. Bir de Kızılderililer gibi sesler çıkartıyorlar. Ne yaygara ne yaygara... Sanki Niyagara!


Güdük Minare    



Vişneli Camii

Mehmet Ali Hamamı 



İnönü Konağı içi





İnönü Konağı


İnönü Konağı içi


Yeşil Konak 

Alibaba Camii 

Alibaba Camii 

Alibaba Camii bahçesi 


Susamışlar Konağı 

Susamışlar Konağı bahçesi 

Zincirli Minare Camii 

Sebze Meyve Hali 





Ziyabey Yazma Eser Kütüphanesi




Ömür Lokantası    

Saray Kır Pidesi Salonu 




Seni çok seven birisi var, senin için yanıyor, ölüp kavruluyor









Hüsne Chef’s 


Sivas by Night














































21. gün (devamı) Sivas–Yıldızeli - 18. gün (öncesi) Suşehri–Zara




[bisikletle]Türkiye: Çoruh Nehri Boyunca

Kars-Sarıkamış = 58,39 km


Horasan–Narman = 93,09 km

Narman–Uzundere = 67,31 km

Uzundere–Yusufeli = 57,77 km

Yusufeli–İspir = 57,77 km

İspir–Baksı = 66,89 km

Baksı–Bayburt = 66,77 km

Bayburt–Köse = 62,96 km

Köse–Şiran = 55,80 km

Şiran–Alucra = 45,81 km



Suşehri–Zara = 59,42 km

Zara–Sivas = 71,93 km

Sivas–Yıldızeli = 48,79 km

Yıldızeli–Tokat = 60,60 km


Görümlü–Erbaa = 101,38 km

Erbaa–Kumluca = 27,77 km

Kumluca–Amasya = 54,07 km